HASAN BASRİ YALÇIN* | AA
Bir yerlerden işaret verilmiş gibi, aynı anda patlak veren bağımsızlık referandumları gündeme geldi. Bunların en dikkat çekenlerinden biri de Katalanların yaptığı referandum oldu. İspanya'nın tüm baskılarına rağmen Katalanlar ısrar etti. Birlik taraftarı olanların boykot ettiği referandumda, oy kullananların yüzde doksanı ayrılığı seçti. Olur mu, olmaz mı derken işler bu noktaya kadar geldi.
Hâlbuki başından beri hem İspanya'dan hem de Avrupa Birliği'nden Katalanları caydırmak için yoğun baskı geliyordu. Avrupa'nın birleşemediği ve birleşme sancıları çektiği bir dönemde, Katalonya gibi daha da ayrılıkçı hareketlerin doğmuş olması, Avrupa siyaseti için yeni bir darbe oldu. İspanya hükümeti için ise bu bağımsızlık referandumu kabul edilebilir bir durum değil. Hem referandumdan önce hem de sonra epey sert tedbirler alınıyor. Meselenin ne tarafa doğru evrileceği şimdilik pek öngörülemiyor. Ancak şimdiye kadar ortaya çıkan görüntü Katalanlar için pek de parlak bir gelecek vaat etmiyor. Çünkü Katalanları tüm Avrupa'da İskoçya hariç kimse desteklemiyor desek yeridir. İskoçların neden destek verdiğini anlamak hiç de zor değil. Kendileri de uzun süredir ayrılık peşinde olduklarından Katalonya'yı da kendilerine benzetiyorlar. İki yıl önce yapılan referandumda İskoçya'nın bağımsızlık meselesi direkten dönmüştü. Ayrılık çok küçük bir farkla kaçmıştı. Fakat o tarihten bu zamana, yeni bir denemenin tekrar doğabileceği tahmin ediliyor. Bu nedenle İskoçlar kendilerinin ayrılık gayretlerini de meşru kılacak her türlü meseleye sahip çıkma peşinde. Eğer bunu istisna tutarsanız, Avrupa'da neredeyse bütünüyle Katalonya karşıtı bir koalisyon kuruldu. Gerçi Katalan yönetimi liderinin Belçika'ya sığınmasına müsaade edildi ama Katalanların yaptığı referandum ne Avrupa başkentlerinde kabul gördü ne de destek görecek gibi. Bütünüyle göz ardı ediliyor ve olmamış gibi davranılıyor. Sanki unutturulmaya çalışılır gibi bir hal var.
"KENDİ KADERİNİ TAYİN" YOK SAYILDI
Bu durum, aslında Avrupa'nın temelini oluşturduğu düşünülen birçok değer akla getirildiğinde oldukça şaşırtıcı. Zira Avrupalı ülkeler dünyanın herhangi bir coğrafyasında benzer bir örnekle karşılaştıklarında, bunu bir özgürlük ve bağımsızlık hareketi olarak isimlendirmeyi tercih eder. Bu tür hareketleri zaman zaman pasif biçimde, çoğunlukla da aktif biçimde destekler. Destek veremediği durumlarda dahi söylemlerinde bu tür hareketlere yer verirler. Başka ülkelerde yaşanan bu tür örneklerde Avrupalılar nedense hep pek bir duygusal ve anlayışlıdır. Fakat aynı durum Avrupa'nın içinde meydana geldiğinde ne kadar da soğuk ve rasyonel olabildikleri çıktı ortaya. Kimsenin bunu bir Katalan bağımsızlığı ve özgürlüğü olarak görmeye niyeti yok. O geniş ve kuşatıcı söylem bir anda siliniverdi. Her milletin istediği zaman kendine bir devlet kurabileceğine dair “kendi kaderini tayin etme” ilkesi yok sayıldı. Sanki hiç söylenmemiş ve hiç uygulanmamış gibi.
Halbuki yüzyıllardır, Avrupalı ülkeler dünyanın dört bir yanında, diğer ülkelerin içinden küçük ülkecikler çıkarmayı kendileri için önemli bir misyon olarak görmüştü. Mesela Avrupalılar değil mi Osmanlı'nın içinden birçok Arap devleti çıkaran. Yine aynı Avrupalı ülkeler değil mi Irak'ın haritasını çizen? Aynı ülkeler değil mi Irak'ın denize çıkışına engel olmak için bir Kuveyt konduruveren? Çok basit bir soru var ortada. Neden Kuveyt diye bir ülke var? Bir Iraklıyı bir Kuveytliden ayıran nedir? Dili mi? Tarihi mi? Kültürü mü? Tabii ki hiçbiri. Irak bir petrol havuzu olarak kurulmuştu. Üç farklı petrol havzasını bir araya getirdiği için de üçgen şeklindedir. Kuzey'de Musul, Batı'da Anbar, Güney'de Basra petrolleri bir araya getirilmiştir. Fakat bu haliyle Irak çok güçlü olacaktı. Çok güçlü olmasın diye, Basra Körfezi'ne çıkışını sınırlandıracak biçimde bir Kuveyt konduruldu. 1991'de Saddam kendince, Kuveyt'in Irak'tan ayrı bir devlet olmasının anlamsız olduğunu iddia ediyordu ve kendine göre haklıydı. Fakat Kuveyt'e dokunduğunda başına neler geldiğini tüm dünya canlı yayınlarda izledi. Her şeyiyle Irak'ın bir parçası olabilecek Kuveyt için kıyametler koparken, İspanya'dan dili bile farklı olan Katalanların ayrılığı meşru bir hareket olarak görülmüyor.
ORTADOĞU'DA ÖNEMSİYOR, KENDİ İÇİNDE GÖZARDI EDİYOR
Kuveyt gibi bağımsızlığı önemsenen başka ülkeler daha vardır. Mesela Cibuti. O da tıpkı Kuveyt gibi denize çıkış yoluna kondurulmuştur. Tıpkı Eritre gibi, Etiyopya'dan kopartılarak kurulmuştur. Böylece Etiyopya denize çıkamaz hale gelmiştir. 105 milyonluk Etiyopya'nın içinde en az 15 farklı topluluk vardır. Fakat nedense 800 bin kişilik bir parça Etiyopya'dan ayrılmış ve Cibuti devleti kurulmuştur. Etiyopyalılardan hiçbir farkı bulunmayan Cibutililerin kurduğu devlet sayesinde Etiyopya Afrika'da bir kara ülkesi haline dönüştürülmüştür.
Bu tür durumlarda Avrupalı ülkeler çok hassastır. Nedense Ortadoğu ve Afrika gibi bölgelerde bağımsızlık hareketlerine çok önem verirken kendi içlerindeki bağımsızlık hareketlerini göz ardı edebiliyorlar. Ne kadar da fedakâr görünüyor. Tabii ki fedakârlıkla bir alakası yok. Mesele bütünüyle siyasal ve Avrupalı ülkeler bu tercihlerinde son derece rasyonel ve bencil. Kendisi için istemediğini başkası için istiyor. Kendisi için birlik ve beraberlik peşindeyken, diğer coğrafyalarda bölünmüşlüğü destekliyor ve buna her zaman bir kılıf uyduruyor. Söz konusu Avrupa'nın birliği olduğunda, egemen devletlerin sınırlarına ve egemenliğine saygı ön plana çıkıyor. Fakat söz konusu başka ülkeler olduğunda, bağımsızlık kıymetli hale geliyor; egemenlik hakları göz ardı ediliyor.
ALMANYA'DA MUHAFAZAKÂRLAR SEÇİLEMİYOR AMA PKK'LILAR SİYASETTE!
Türkiye Avrupa'nın bu ikili diline hiç yabancı değil. Hem yakın komşularında hem de kendi içinde karşılaştığı her sorunda, Avrupalı ülkelerin Türkiye'ye yönelik açıklamalarında dikkati çeken bir tavırdır. Her türlü ayrılıkçı harekete açıkça destek verilir. Terörle Türkiye'nin üzerine gelen ayrılıkçı hareketler bile mazur görülür. Bu da yetmez, Türkiye'den kaçan her türlü terörist kendine Avrupa'da güvenli bir sığınak bulur. On dokuzuncu yüzyıldan bu yana hep bilinen hikâyelerdir: Sırp ve Yunan isyancılardan tutun, Ermeni komitacılara kadar, Asala'dan tutun PKK'lı teröristlere kadar ve şimdi de FETÖcülere kadar, nerede bir Türkiye düşmanı varsı hepsine sahip çıkar. Brüksel, Stockholm, Berlin gibi şehirlerde elini kolunu sallayarak gezen PKK'lı teröristler Türk diplomatları ve siyasetçileri rahatsız edecek kadar onlara yaklaşabilirler. Avrupa'da yaşayan özellikle Kürt kökenli Türkiye vatandaşlarını haraca bağlamaya çalışırlar. Her gün Türk elçilik ve konsolosluklarının önünde “demokratik” eylem adı altında çeşitli vandallıklara imza atarlar. Terörist liderlerinin resimlerini açıp polislerin gözünün içine baka baka terör propagandası yaparlar. Polis bu anlamda sessiz kalmak şöyle dursun, üstü örtülü koruma sağlar. Aynı vandallar Türkiye'nin o ülkelerdeki Yunus Emre Enstitüsü ve Diyanet ofisi gibi temsilciliklerine saldırılar gerçekleştirir. Ellerinde kamera kayıtları olmasına rağmen Londra polisi bir adım atıp bu saldırganları mahkeme önüne çıkarmaz. Mahkeme önüne çıkarsalar dahi, son derece siyasal kararlarla salınıverirler. Geçenlerde Almanya'daki bir mahkeme açıkça siyasi olan bir kararı almaktan çekinmedi. Gerekçeli karar bir hukuk metni gibi değil: “PKK DEAŞ'la savaştığı için PKK'lıların haklı bir davası olduğu” ve mahkemenin bu davaya “saygı duyduğu” gibi tuhaf ifadeler içeren karar “bir daha yapmamak kaydıyla” PKK'lıyı hemen serbest bıraktı. Almanya'da seçimler yapılıyor ve Alman parlamentosuna giren Türkiye kökenlilerin neredeyse tamamı Türkiye karşıtı kimselerden seçiliyor. 3 milyondan fazla Türkün yaşadığı Almanya'da nedense milliyetçi ve muhafazakar adaylar seçilemiyor. Ama PKK'lılar siyasetin göbeğinde.
Yıllardır Türkiye'nin her türlü çabasına rağmen Avrupalı müttefikleri bu konuda işbirliğine yanaşmadı. Türkiye'nin içindeki ayrılıkçı teröre desteği devam ettirdi. Ne zaman Türkiye'de bir karmaşa çıksa, hemen benzer tehdit içerikli açıklamalar ortaya çıkar. Avrupalı liderler Türkiye'deki olayları “endişeyle izlediklerini” dile getirir. Hâlbuki endişelenmeleri gereken yeni konular çıkıyor ortaya. Bunların biri de Katalonya meselesi.
İLK FRANSIZLAR ETKİLENİR
Avrupalılar şimdilik bunu yok sayma eğiliminde. Çünkü yaklaşmakta olan fırtınaya karşı deve kuşu tedbiri alıyorlar. Kafayı kuma gömerek yükselen milliyetçilik dalgasını geçiştirebileceklerini zannediyorlar. Hâlbuki milliyetçilik, öncelikle Avrupa'da hızla yükseliyor. Brexit bir tesadüf değildi; İngilizlerin yanlışlıkla aldıkları bir referandum kararının yanlışlıkla alınmış bir sonucu hiç değildir. Yeni yükselen dalga sayesinde İngilizler Avrupa'dan ayrılmak isterken, İskoçlar da İngilizlerden ayrılmanın peşinde. Almanlar artık Amerikan güvenlik şemsiyesinin altında gölgelenemiyor. Yakında silahlanma kararı alırlarsa kimse şaşırmasın. Bu durumdan ilk önce Fransızlar etkilenir. Zaten Fransızların AB siyasetine dair eski iştahı kalmadığı ortada. Dünya siyaseti yeni bir evreye girdi. Bu dönemde ayrılıkçı hareketlerin çıkması sürpriz değil. Şaşırtıcı olan bunun Avrupa'da da hızlanmış olması. Avrupa Birliği'nden yana olanların bunu görmezden gelme şansları gün geçtikçe azalıyor. Kullandıkları ikiyüzlü söylem de bundan böyle daha az ikna edici olacaktır.
(*) Doç. Dr.; İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olan Hasan Basri Yalçın aynı zamanda SETA strateji araştırmaları direktörüdür.