İşte Osman Atalay'ın o yazısı;
Son yıllarda yükselen göçmen düşmanlığı üzerinden yapılan iç savaş provaları ile birlikte ciddi bir Suriyeli göçmen düşmanlığının tepeden aşağı doğru, masum çocukları dahi hedefe koyarak yaygınlaşmaya başlaması büyük bir tehlikenin habercisi. Irkçılığa karşı ciddi bir tedbir alınmazsa daha utanç verici olaylarla karşılaşabiliriz. Irkçılığa karşı adalet, hukuk ve merhamet cephesini diri tutmak zorundayız.
Türkiye'de 13'üncü yılını dolduran Suriyeli sığınmacılara karşı toplumun bir kesimi, sağduyu ve hoşgörüsünü kaybetmek üzere. Ülkenin karşı karşıya olduğu “sorunlar” arasında ekonomik kriz, işsizlik ve enflasyonun yanında bir süredir “Suriyeli göçmenler” de gösteriliyor. Sorun olarak gösterilen bu “insan kümesi”nin, muhalefet tarafından iktidara karşı her seçim döneminde gündeme taşınması, tehlikeli bir şekilde toplumsal alanda kutuplaşmayı ve barışı tehdit eder hale geliyor. Yeni bir seçimin arifesinde bir kez daha Türkiye'de Suriyelilerin geri gönderilmesini konuşuyoruz. Son yıllarda yükselen göçmen düşmanlığı üzerinden yapılan iç savaş provaları ile birlikte ciddi bir Suriyeli göçmen düşmanlığının tepeden aşağı doğru masum çocukları dahi hedefe koyarak yaygınlaşmaya başlaması büyük bir tehlikenin habercisi. Irkçılığa karşı ciddi bir tedbir alınmazsa daha utanç verici olaylarla karşılaşabiliriz. Irkçılığa karşı adalet, hukuk ve merhamet cephesini diri tutmak zorundayız.
Suriyeli göçmenler, savaşın başından bu yana iç siyasetin hep merkezinde oldu. Göçmenler, muhalefet tarafından iktidara karşı adeta “sopa” olarak kullanılırken, kitlelerin kutuplaşma sürecinde bütün fatura Suriyeli göçmenlere kesildi. Öte yandan Suriyeli göçmenler, bizim için uluslararası arenada jeopolitik bir mesele olarak dışişleri ve askeriyenin de ilgi alanına girdi.
Suriye'deki Tepkinin Aslı
Geçtiğimiz hafta, başta Kayseri olmak üzere birçok ilde yaşanan provakatif eylemlere Suriye tarafından bu kadar hızlı tepki verilmesinin sebebini iyi irdelemek gerekiyor. Haziran ayının son haftalarında Türkiye'nin kontrolündeki El-Bab bölgesindeki Ebu Zindeyn Gümrük Kapısı'nın Şam yönetimine açılmasına karar verilmesi, bölgede yaşayan halkın güçlü tepkisiyle karşılaştı. O günden bu yana bu kapının kapanması ve yeni kapıların açılmaması için bölgede yaşayan Suriyeliler sokaklarda. Bunlar yaşanırken Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Cuma Namazı çıkışında, Esad'la yeniden görüşmenin önünde bir engel olmadığına yönelik açıklaması da olumsuz anlamda ciddi bir yankı buldu. Bu tablo, bölgede yaşayan Suriyeliler nezdinde “Bizi rejime teslim etmek istiyorlar” şeklinde anlaşıldı. Suriye'de yapılan gösteriler başlangıçta rejimle girişilen bu yeni sürece karşı çıkmak için planlansa da Türkiye'deki Suriyelilere yönelik saldırı ve yağmalama görüntülerinin sosyal medyada yaygınlaşması, olayların mahiyetini dönüştürdü. Çok sayıda göçmenin zaman içinde haksız şekilde Türkiye'den deport edilmesinin körüklediği bir kızgınlık da Suriye'de Türkiye'ye karşı yapılan gösterilerin karakterini etkileyen önemli bir etken oldu. Bütün bu nedenlere, özellikle Azez kentindeki provokatörler eklenince Suriye içindeki eylemlerin seyri tamamen değişti ve bir “Türk karşıtlığı”na dönüştürülmek istendi.
Toplumsal İntihar
Artık Kayseri, Hatay ve Antalya'nın da dahil olduğu çok sayıda şehirde Suriyeli sığınmacı ailelere, araçlarına, evlerine ve işyerlerine yönelik saldırı ve yağmalamalara ideolojik kutuplaşma yanı ağır basan toplumsal bir intihar girişimi olarak yaklaşmalı; bir grubun planlı şekilde organize ettiği ancak siyasi, kültürel, ideolojik ve ekonomik olarak altyapısının 10 sene içinde oluştuğu tehlikeli bir sürecin habercisi olarak algılamalıyız. 6-7 Eylül'ü, Çorum katliamını, Sivas olaylarını akılda tutmamız ve bunların Türkiye'nin iç barış ortamına yönelik büyük provokatif eylemler olduğunu, Kayseri merkezli kurulmak istenen planın da benzer bir girişime benzediğini unutmamamız gerekiyor.
Türkiye'nin yaşadığı göçmen sorununun Avrupa'da yaşanandan farklı olduğunun altını çizmek lazım. Avrupa'nın göçmen politikası, ekonomi, sanayi, istihdam açıkları ve ihtiyaçlar doğrultusunda kontrollü olarak entegrasyon (aslında asimilasyon) ve uyum projeleri kapsamında uygulanıyor. Son 25 yılda Balkanlar, Ortadoğu, Afrika ve Asya'da yaşanan iç savaşlar, siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerin tetiklediği göç dalgaları neticesinde Avrupa'nın göçmen politikasında aldığı sert tedbirler, göç transit yolu olan ülkemizi adeta “bekleme istasyonuna” çevirdi. Türkiye'nin ise son 13 yılda genel anlamda mülteci sorunundan ziyade “siyasallaşmış özel bir Suriyeli sığınmacı sorunu” var.
Batı'da zaman zaman hareketlenen yabancı düşmanlığı, genelde Avrupa parlamentolarında aşırı milliyetçi ve ırkçı partiler üzerinden yürütülür ve tepkiler kontrol altında tutulur. Bizim gibi ekonomisi kırılgan ülkelerde ise gerek küresel gerek ulusal sorunlarda, maalesef ideolojik kutuplaşma ve toplumsal çatışmalar fayı tetiklenerek durum kaotik bir sürece evrilir. Bütün bunlarla birlikte AK Parti iktidarının Suriyeli göçmenler üzerinde uygulanan manipülasyon ile mücadele etmekten yorgun düşmüş olduğunu görüyoruz. 2019'dan itibaren toplumun orta ve alt katmanının ekonomik sorunlardan ciddi anlamda etkilemesiyle birlikte Suriye göçmenleri üzerinden iktidar köşeye sıkıştırılmaya başlandı. Muhalefet için ise ekonomi ve güvenlik, iktidarın en zayıf karnıydı, Suriyeli göçmenler de potansiyel bir kriz rezervi olarak tüm muhalif siyasilerin kullandığı aparata dönüştürüldü.
Trajik olan ise (Kayseri'de olduğu gibi) hedef tahtasına sürekli Suriyeli göçmenlerin oturtulmuş olması. Bu durum, iç ve dış kaynaklı siyasi bir manipülasyona da işaret ediyor. Oysa son iki yılda Türkiye'ye gelen yabancı uyruklu nüfus içinde ilk sırayı yüzde 25 ile Rusya vatandaşları aldı. Rusya'yı Ukrayna, İran, Afganistan ve Irak vatandaşları izledi. Türkiye'de, Libya, Mısır, Pakistan, Bangladeş, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan gibi ülkelerden gelen on binlerce göçmen daha olmasına rağmen taciz ve şiddet saldırılarının hedefinde sadece Suriyelilerin olması, Türkiye'nin Suriye politikalarına karşı açık bir saldırı olduğunu kabul etmemiz gerektiğinin de bir işareti. Burada iktidarın Suriyeli göçmenler üzerinde (koruyucu) daha dikkatli politikalar geliştirmek zorunda olduğu da ortaya çıkıyor. Suriye savaşının ilk yıllarında göçmen sorununun TBMM'de siyasi tartışmaların gölgesinde kontrollü giderken özellikle son seçim dönemleri ve ekonomik krizin büyümesi ile birlikte toplumsal protestoların Suriyelileri hedef alan ölümcül saldırılara dönüşmesi dikkate alınmalı.
Kapalı Kapılar Ardında Söylenenler Kamuoyundan Saklanıyor
Savaş başladığında burada doğan bebekler 10 yaşını geçti, 10 yaşında buraya gelen çocuklar yükseköğretimden mezun oldu ya da çeşitli mesleklerde ülkenin kalkınmasında rol oynuyor. Avrupa sermayesinin Türkiye'de kurduğu şirket sayısı her geçen gün azalırken, Arap ülkelerinin açtığı şirket sayısında artış var. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) kurulan-kapanan şirket istatistiklerine göre, son 10 yılda Türkiye'de 13 Arap ülkesinden yatırımcılar 30 bine yakın şirket kurdu. Aynı dönemde Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İtalya'dan Türkiye'ye yapılan yatırım girişimi 7.000 civarında. Bugün Suriyeli göçmenler (resmî-gayri resmî) sanayi tarım ve hizmet sektörü başta olmak üzere ülke ekonomisinin tüm alanlarında çalışan, üreten, büyük bir açığı kapatan iş gücü potansiyelinin can damarı oldu. Bu arada MÜSİAD, TÜSİAD, İTO, TOBB'un kapalı kapılar ardında dillendirdiği “Suriyeliler olmazsa sanayimiz çöker” gerçeğini kamuoyu önünde paylaşmaması da büyük bir adaletsizlik örneği.
2011'de Türkiye'ye gelen Suriyeli göçmenlerin kısa ve orta vadede geri döneceği düşünülmüştü. Gelenlerin yüzde 70'i kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Fakat savaşın uzaması ile birlikte tahminlerin ötesinde bir göçmen kitlesi oluştu. Zamanla ortaya çıkan sorunlar bazı bakanlıklarca ele alınsa da toplumsal algı, medya ve siyaset iletişiminde ciddi zaaflar yaşandı. Türkiye'nin bugün en büyük sorunlarından biri ise göçmen vakasının insan hakları bağlamından çıkarılarak tamamen iç siyasetin kavga malzemesi haline getirilmiş olması. Medya, üniversite, siyaset, sanat, spor, kültür, yani sivil toplumun tüm kesimleri olarak, göçmen realitesini ve sorunun çözümlerini masaya yatırmak zorundayız. Göçmen politikalarımızın radikal, geniş kapsamlı bir düzenlemeye ihtiyacı var.
Siyaset, hukuk, aile, eğitim, sağlık, güvenlik alanında göçmen, sığınmacı ve mülteci kavramlarının toplumsal siyasi kutuplaşmanın dışında tutulması gereken bir konu olduğunun anlatılması gerekiyor.
Ezcümle, Suriye savaşının başlarında, kuzeyde ABD'nin güdümündeki PYD'nin başını çektiği Kürt özerk bölgesi arayışları sürecinde “Halep düşerse Ankara, Diyarbakır düşer” denklemi bugün Suriyeli göçmenlerin ırkçı saldırılara maruz kalmalarına dönüşüyorsa, burada bir hata aramak gerekiyor. Sosyokültürel sorunlar ve güvenlik problemlerini çözecek olan devlettir. Eksiklik ve yanlışlar elbette insani, ahlaki ve medeni bir dille protesto edilebilir ancak ülke içinde ideolojik kutuplaşmayı körükleyen ırkçı, çıkarcı bir hesaplaşma sadece ülkemizi hedef alır.