Türkiye, etrafındaki bölgeler ve dünya, büyük bir alt üst oluş, büyük bir mücadele yahut sahası genişlemiş yeni büyük oyunu yaşıyor... Geleneksel ittifakların, rejimlerin ve hatta ülke sınırlarının değişmesine şahit olduğumuz bu dönemin sıklet merkezindeki bölgeler, Türkiye'nin içinde yer aldığı ve ilgilenmesinin kaçınılmaz olduğu jeopolitik bölgeler. Dolayısıyla Türkiye istese de bu büyük mücadeleden ve yeni büyük oyundan kaçamayacak bir durumda. Türkiye'nin alacağı pozisyon, bu yeni büyük oyunda sadece Türkiye dışındaki bölgeleri ve dünyanın kaderini etkilemeyecek, Türkiye'nin de yüzlerce yıllık beka meselelerine bir cevap teşkil edecek.
Kritik bir süreç
Bu bakımdan bu büyük mücadele yahut yeni büyük oyun, Türkiye'nin sadece sıradan dış politika meselesi değil; Türkiye'nin hangi ittifaka girip girmeyeceği, Türkiye'nin yeni büyük stratejisinin ve Türkiye'nin yönetim sisteminin ne olacağı gibi temel meselelerinin tartışılıp karara bağlanacağı kritik bir sürece işaret ediyor.
Türkiye, bu süreçte etrafındaki bölgelerdeki imkân ve tehditlere sadece Batı/ NATO/ ABD zaviyelerinden bakamayacağının farkında. Türkiye, istese de istemese de artık Soğuk Savaş şartlarının "mutî müttefiklik" şartlarından uzak düştüğünü görmek zorunda kalıyor. Bu Türkiye'nin iradesi dışında objektif olarak böyle, çünkü Batı müttefikleriyle Türkiye'nin birçok bölgede menfaatleri çatışıyor ve bu menfaatlerin bir kısmı Türkiye açısından bir beka meselesi mesabesinde...
Müttefik tehdidi
Batı/ NATO/ ABD kendi içinde farklılıklar arz etse de, Türkiye'nin muti müttefiklikten özerk müttefikliğe geçişinden, milli menfaatleri için yeni işbirliği aktörleri ve yöntemleri bulmasından ve giderek Batı'dan özerkleşmesinden rahatsız. Batı/ NATO/ ABD bu rahatsızlığını türlü şekillerde dışa vuruyor.
Türlü şekillerde Türkiye'nin yeniden Soğuk Savaş döneminin "mutî müttefik"i olması için türlü yol ve yöntemleri deniyorlar. Bu tür dönemlerde hep olduğu gibi "gayrinizami yöntemlerle" müttefiklerin hizaya getirilmesi için akla gelebilecek her şey deneniyor. Bu bakımdan Türkiye devleti ve demokrasisi Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi yeniden ve daha ciddi bir "müttefik tehdidi" ile karşı karşıyadır. Gayrinizami yöntemlerin sadece Batılı müttefiklerden geldiğini varsaymak dönemin tabiatına, jeopolitik rekabete ve siyasi akla aykırı olacaktır. Batı dışında iddiası olan her ülke ve ittifak da, Türkiye üzerinde gayrinizami yöntemlerle etkili olmaya ve Türkiye'ye yön vermeye çalışmaktadır.
Savaşma iradesini kırmak
Bizde gayrinizami yöntemler veya gayrinizami harp deyince akla sadece suikast, bombalama türünden şiddet hareketleri gelmektedir. Bunun, fevkalade eksik bir telakki olduğu açıktır. Gayrinizami harbin amacı da nizami harpten farklı değildir, düşmanın savaşma iradesini "kırmak"... Fakat gayrinizami yöntemlerde bu irade, daha ziyade teslim alınmaya ve yönlendirilmeye çalışılır. Bunun yolu da, sosyal hayatı yönlendirmek ve kontrol etmektir. Tabiatıyla burada kullanılan bir alet edavat çantası olmakla beraber, hangi alet edavatın ne zaman kullanılacağı her ülke için yapılan tahliller ve ülkede sahip olunan imkanlar dahilinde gelişecektir. Siyasi, bürokratik, akademik, dini, mezhebi, etnik ve medya elitleri üzerinde bir kontrol, her zaman denenen ve denenebilecek modellerdendir. Burada asıl olan ülkenin gerçek veya sanal problemleri üzerinde gayrımemnun bir kitleyi, sokağa dökecek bir kıvama getirebilmektir. Bu kıvam için, yukarıda bahsedilen elitlerin etrafında bir koalisyon planlanarak bunların sahada ittifak kurması istikametinde hamleler planlanır.
Elde edilecek kıvamdan elde edilecek güce ve sonraki hesaplara göre, darbe, istikrarsızlık yahut seçimi kazanacak bir ittifakı desteklemek son aşamadır. Bu modeller, 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinden bu yana defalarca denenmiş ve çoğu zaman netice alınmış modellerdir. Ta ki 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne kadar... Aslında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Erdoğan dış politikada istenen yönde taviz verseydi, Suriye ve Irak'ta hayata geçirilmek istenen senaryoya hayır demeseydi, bu darbe teşebbüsü de iç politikada olmasa da dış politikada arzu edilen başarıya ulaşmış olacaktı.
Hedefteler çünkü...
Erdoğan ve Türkiye, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra içe kapanmak ve kendilerini korumak karşılığında her tavizi verecek bir noktaya gelmek yerine, tam aksine ilk fırsatta Suriye'ye askeri bir operasyon başlatarak 15 Temmuz'un dış dinamiklerine meydan okumayı tercih etti. Bu yüzden de hedefte olmaya devam ettiler.
Türkiye, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra içeride FETÖ, PKK e DEAŞ'a karşı olağanüstü bir mücadele vererek bu örgütlerin Türkiye'deki kapasitelerini kırdı. Bu şekilde, bu çoklu terör yapıları üzerinden Türkiye'ye karşı geliştirilebilecek gayrinizami harp yöntemlerine izin vermeyeceğini bütün dünyaya göstermiş oldu. Dışarıda ise Libya'dan Karabağ'a kadar uzanan çok geniş bir hat üzerinde kendi savunma sanayine, sivil denetim altına alınmış ordu ve istihbaratına dayanarak devlet dışı aktörler üzerinden Türkiye'ye meydan okumaya cevap vererek, karşı cepheye sonuncusu Karabağ'da olmak üzere tarihe geçecek bir hezimet yaşattı. Türkiye, şimdi bu mücadele döneminin dış politikadan savunma sanayine, ekonomiden yumuşak güce, salgından sonra da turizmden eğitime hasadını toplayabilecek bir lige, pozisyona yükseldi.
Türkiye'nin sahadaki başarısını masaya ve bilançoya taşıma çalışmalarında, karşı cephelerin olup biteni sessizce seyretmesini beklemek büyük hata olacaktı(r). Türkiye'nin bu mücadelede süper güçlerin doğrudan müdahale etmediği bir askeri mücadelede yenil(e)meyeceğinin anlaşılması; hızlı ekonomik büyümenin Türkiye'nin özerk dış politikasını güçlendireceği gerçeği; savunma sanayindeki yeni ürünlerin donanma ve orduda yaratacağı sıçrama; Mersin Nükleer Santrali gibi büyük alt yapı yatırımlarının ve elektrikli otomobil gibi yeni teknolojik ürünlerin devreye girmesinin milli özgüvendeki çarpan etkisi; karşı cepheye, 2,5 yıl sonra yapılacak seçimleri beklemenin telafi edilemez sonuçlara yol açacağını gösterdi...
Ordu seferdeyken darbeye kalkıştılar
Bu yüzden de karşı cephenin, Türkiye'nin en güçlü olduğu alanlara yönelik istikrarsızlaştırma amaçlı bir seri gayrinizami harekete işaret ve başlangıç olmak üzere, bir eyleme ihtiyaçları vardı. Bu eylem Türkiye'yi dış politikadaki iddialarından vazgeçirecek, orduyu da irtica üzerinden iç politikaya çekecek, donanmayı Doğu Akdeniz'deki mücadelede etkisizleştirecek, ekonomik büyümeyi duraklatacak, sahadan masaya gelmiş Türkiye'nin elini masada zayıflatacak ve Türkiye'deki siyasi istikrarı bozarak erken seçimin kapısını açacak bir alanda olmalıydı... Bunun için Osmanlı modernleşmesi için Nizam-ı Cedit'e duyulan reaksiyona benzer şekilde, ordu seferdeyken darbeye yönelen Kabakçı Mustafaların çağdaş modelleri, çoktan beri kıvama gelecek kadar pişirilmişti... Montrö bahanesiyle irtica korkusuyla donanmayı ve orduyu komutanlarına ve meşru hükümete karşı kışkırtmak isteyen emeklilerin bildirisi, tam bu havada tarihteki yerini aldı. "Çağdaş Kabakçı Mustafalar", üstelik rezil rüsva olarak tarihe geçtiler... Emeklilerin kabak gibi ortaya çıkması ve yedikleri dayak, muhtemelen arkasından gelecek diğer meslek gruplarının bildirileri için şimdilik caydırıcı bir etki yapmıştır. Böylece "Su uyur, düşman uyumaz." atasözü, bu şekilde hala geçerli olduğunu gösterdi... Bakalım "su", ne zaman uyanacak?
Star-17.04.21