Afrika haritasına dikkatle bakıldığında, Sudan son yıllarda Türkiye'nin Afrika vizyonunun merkezine yerleşmiş ülkelerden birisi durumunda. Kimisi buna “iş birliği” diyebilir, kimi ise “stratejik ortaklık”… Ama sahadaki tabloya dikkatle bakanlar, Sudan'ın fiilen Türkiye hamiliğinde bir ülkeye dönüştüğünü fark edecektir.
Türkiye'nin Afrika açılımı asla ticaret veya yatırım odaklı değildir. Bu süreç aynı zamanda “siyasi ve kültürel nüfuz” stratejisini de beraberinde getirmektedir.
Yıllar içinde imzalanan anlaşmalar, altyapı projeleri, eğitim bursları, insani yardımlar ve diplomatik yakınlaşmalar, Sudan'ın Türkiye ekseninde şekillenen bir dış politika çizgisine yöneldiğini göstermektedir.
Türkiye, şu anda olduğu gibi Sudan'daki iç karışıklık dönemlerinde dahi pozisyonunu kaybetmemiştir. Yardım, arabuluculuk ve yeniden inşa konularında devreye girerek bölgedeki birçok aktörün önüne geçmiştir. Bugün Sudan'ın en çok dış destek aldığı ülkelerin başında Türkiye geliyorsa, bu artık tesadüf değildir.
Sudan, resmî olarak bağımsız bir devlet. Ancak ekonomik kırılganlık, siyasi istikrarsızlık ve askerî yapıların çatışması, bu sözde bağımsızlığın pratikte sınırlarını daraltıyor. Türkiye'nin bu boşluğu iyi okuduğu, yumuşak güç unsurlarıyla adım adım ilerleyerek fiilî bir korucu olarak rol üstlendiği net olarak görülmektedir.
Elbette “hamilik” ifadesi, çoğu zaman yanlış anlaşılmaya açık bir kavramdır. Türkiye'nin Sudan'daki varlığı, klasik sömürgeci bir niyet taşımıyor. Bu daha çok “koruyucu iş birliği” gibi okunabilir. Fakat güç dengesi her zaman hassastır.
Sudan'ın kendi halkı, kendi kurumları, bu ilişkinin eşitlik zemininde kalması konusunda sözde dikkatli davranmaktadır.
Bugün Kızıldeniz'in batısında, Afrika'nın kuzeydoğusunda yaşanan her gelişme, dolaylı olarak Türkiye'nin dış politika sahnesini ilgilendirmektedir. Türkiye'nin varlığı Sudan ve benzer Afrika ülkeleri için hem güvenlik şemsiyesi hem de uluslararası meşruiyet kapısı niteliğindedir. Zira “hamilik” bir noktada korumadan çok, gölgeye dönüşebilir. Sudan'ın kendi ayakları üzerinde durduğu, Türkiye'ninse o ayakların altındaki zemini sağlamlaştırdığı bir ilişki biçimi her iki taraf için de en doğru olandır.
Sudan özelinde şu anda her iki tarafı da konuşmamak (SAF ve RSF) şu an en doğrusu sanırım.
Eyüp Kılıç \ Timeturk