TIMETURK | EĞİTİM
Türk eğitim sistemi içerisinde son 30 yıl içerisinde en çok tartışılan konulardan biride merkezi sınavlardır. Bu sınav uygulamasını kimseye beğendiremezsiniz, herkesinde haklı gerekçesi vardır. Kimisi sınav kaygısından bahseder, kimisi çocuklarımızın hayatını bir sınavla belirleyemezsiniz der, bir kısmıda bu sınavların eğitim müfredatını karşılayamadığından bahseder, pek çoğu da çocukların bir yarış atı gibi bu sınavlara hazırlandığını, ekstra ders ya da dersler alanlarında haksız bir rekabet oluşturduğunu söyler ve şikayetin biçimi uzar gider. Ancak bu merkezi sınav anlayışının yerine ideal çözümü getiremediğiniz müddetçe yapılması kaçınılmaz olan tek çözüm adı her ne olursa olsun yine “merkezi sınav” biçimidir. Önceki yıllarda değişik kısaltmalarla da isimlendirilen ve Cumhurbaşkanının dikkat çektiği şimdiki zaman hali TEOG, geçmiş zaman halleri SBS daha da öncesinde OKS daha daha ötesi LGS vs, vs.... O kadar çok sınav adlandırılması olmuş ki, derinlere indikçe say say bitmiyor. Kısacası al birini vur ötekine misali...
Peki bu sınavlar hazırlık sürecinden itibaren yeni nesil üzerinde nasıl bir aşınma oluşturuyor?
Formal olarak eğitim hayatını tamamlamış ebeveynler, öğretmenler ya da diğer meslek alanlarında iş veren konumunda olan bireyler ve ülkenin büyük bir çoğunluğu sürekli bir tek şeyden yakınıyor, alttan gelen mezunlar “bilgi-farkındalık- aidiyet” ve beceri anlamında bizim nesile göre çok daha kötü bir şekilde okullardan mezun oluyorlar ve her geçen gün de nitelikli bir nesil yetişmiyor. Az evvel söylediğim “bilgi-farkındalık- aidiyet” ve beceri kavramlarının karşılığı eğitim sisteminde tüm uzmanların Bilişsel Alan – Duyuşsal Alan – Psikomotor Alan olarak bildiği ve Benjamin Bloom tarafından ilk defa teorik olarak konulan modeldir. Peki bizim eğitim sistemimizde bu taksonominin yani sınıflamanın karşılığına bakalım. Ancak, öncesinde bir cümle ile bir bireyin zihinsel olarak öğrendiği bir işi en verimli birşekilde davranış olarak sergilemesinin
yolunun öncelikle sevgi, his ya da duygu yoluyla olduğunu söyleyelim. Eğer ki birşeyi sevmiyorsanız, değer vermiyorsanız ne yapılırsa yapılsın o işin sonunda istenilen üründe çıkmayacaktır.
Şimdi gelelim bize, adı farketmeyen fakat merkezi olan sınavlarımıza ve bu sınav sistemi bu şekli ile devam ettikçe gelecekte ülke olarak karşılaşacaklarımıza; Bilişsel alan dediğimiz kulvarda aslında bireyler zihinsel olarak Bilgi, Kavrama, Uygulama, Analiz, Değerlendirme ve son olarak Sentez yapabilme davranışlarını sergiler. Bu alanda birey bir kavramı hatırlar, ezberden ifade eder ya da tanımlar, sonraki basamakta bilgi düzeyinde kazandığı davranışları özümser ve kendine mal eder, üçüncü basamakta yani Uygulama basamağında ise kazanılan davranışlara dayanarak kendisi için yeni olan daha önce hiç karşılaşmadığı bir problemi çözebilme yeteliğine kavuşur. Malesef Türk Eğitim Sisteminde her şey buraya kadar.
Bundan sonra ne var peki, çocuklarımızda zihinsel olarak analiz yapabilme, sonrasında muhakeme yeteneği ve orjinal bir fikir ortaya çıkartma gibi hususlarda Türk eğitim sisteminde üst düzey düşünme becerileri bu sınav sistemi ile her geçen gün daha da kötüye gitmek de, tüm bunların ardından da liseler bize ortaokullardan iyi öğrenci gelmiyor, aynı şekilde üniversitelerde de yakınma biçimi bize liselerden iyi öğrenci gelmiyor.
Hayıflanmak işin en kolay kısmı, mental olarak iyi öğrenci gelmediği aşikar ve her öğretim kademesi kolaylıkla bir alt öğretim kademesinden iyi öğrenci gelmediği hususunda yakınmaya devam ediyor. Neden? Aslında herkesin problemi ortak. Peki mental olarak iyi öğrenci gelmemesinden şikayetler öne çıkarken duyuşsal boyut neden daha kısık bir ses ile dillendiriliyor. İşte asıl ölçemediğimiz ve bir türlü adını koyamadığımız çocukların ve gençlerin duyuşsal yönleri.
Bir gerçek var ki bu çocuklar ilerde bir aile kuracak ve bir meslek yapacak, peki zihinsel anlamda çıktı olarak bu sınavlar toplumun beklentilerini karşılayacak bir gelecek yetiştirebiliecek mi, sadece zihinsel olarak bunu önemle belirtmeliyim ki. Hayır. Bu sistem çıktılarının yani mevcut eğitim sisteminden mezun olan öğrencilerimizin zihinsel yeterlilikleri kas hareketlerine dönüşürken kişiye kazandırılmak istenen “duygular, tercihler, değerler, ahlaki kurallar, istek-arzular, güdüler ve yönelimlerden” mahrum bir eğitim sistemi ya da sınav anlayışı toplumun eğitim sisteminden beklentilerini hiçbir zaman karşılayamayacaktır.
İşte sorun tam da burada, bu tür sınav biçimleri eğitim sistemi içerisinde yetişecek nitelikli birey profiline her geçen gün zarar vermekten öteye gitmiyor. Sonrasın da ise tepki vermeyen, kendini ifade edemeyen, özgüven problemi yaşayan, öğrendiklerini yaşantı haline getiremeyen, toplumla kolay entegre olamayan bir öğrenci profili karşımıza çıkıyor. Şahsım bir eğitim bilimci olarak değilde bir vatandaş bakış açısıyla baktığımda eğitim sisteminin çıktılarından şunu isterim.
Karşılaştığı bir problemi araştıran, farklı bakış açıları geliştiren, bilgiye değer veren, eğitim sürecinde elde ettiği bilgiyi karakter haline getiren ve uygulayan bir profil. Ancak bu profili ortaya çıkartacak yapı ortaokul seviyesinde TEOG değildir. Dolayısıyla Çin'den alışveriş yapmaya devam eden, üretmeyen, araştırmayan, düzgün bir biçimde yazamayan ve en önemliside her ne kadar “değerler eğitimi” noktasında okullarımızda önemli adımlar atıyoruz derseniz deyin duyuşsal yönü tamamlanmamış bir nesil yetiştirmeye devam etmiş olacağız.
Netice itibari ile veliler ve uzmanlar olarak bardağın dolu tarafından bakalım, bugüne kadar eleştirdiğimiz TEOG ve benzeri önceki sınavlara neşter vurma zamanı gelmiştir. Eğitimde Program Geliştirme'de bilinen bir yaklaşıma ait iki madde ile bitiriyorum, farklar yaklaşımı ve betimsel yaklaşım.
Farklar yaklaşımı Gözlenen başarı ile beklenen başarı arasındaki farka bakılarak ihtiyaçların saptandığı bir diğer ifadeyle “olması gereken ile mevcut durum arasındaki fark”. Bu cümleyi iyi modelleyebilirsek yukarı da bahsettiğimiz şikayetleri ya da hayıflanmaları minimize ederiz ki eğitimde %100 başarı ya da sıfır hata yoktur. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinin çocuklarını harika bir eğitsel gelecek bekliyor olacaktır. İkinci senaryo, Betimsel Yaklaşım bu kavramda bir nesnenin yokluğu, eksikliği ile ortaya çıkan zararla, o nesnenin varlığının ortaya koyacağı ya da sağlayacağı yarardan hareketle ihtiyaç belirlenmesi sürecidir. Eğer ki TEOG yerine yapılandırılacak model bir fırsaçılığa dönüşecekse ve bir adaletsizlik oluşturacaksa işte o zaman Türkiye Cumhuriyetinin çocuklarını karanlık bir eğitsel gelecek bekliyor olacaktır.
TEOG Yerine Sınavsız Sistem Önerisi adlı yazımda buluşmak ümidiyle...