Kırım Tatar sürgününün acı hatıraları, yetmiş beş yıl sonra da ilk günkü gibi elemle hatırlanıyor ve işgal altındaki Kırım'da yaşanan acılar başta olmak üzere tarihte izler bırakıyor. Kırım Haber Ajansı bu hatıralardan birini okuyucuya sunuyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın (1939-1944) başında partizanlara katılan babasını Leyla Abduraman kızı Hatipova hayatında bir defa gördü. 1942'de Leyla bir yaşını doldurduğunda babası ona bakmak için gece iki saatliğine eve döndü. Bundan sonra babasına ne olduğu ile ilgili hiçbir bilgiye ulaşılamadı.
Leyla, Kırım'ın Eski Kırım bölgesinin Burunduk köyünde doğdu. Günümüzde bu köy haritadan silindi. Leyla “hain” olarak yaftalandığında ve 18 Mayıs 1944 gecesinde bütün halkıyla birlikte sürgüne gönderildiğinde üç yaşındaydı.
URALLAR
Leyla'nın ailesi Ural'ın Kostromsk bölgesindeki ağaç kesim hattına götürüldü. Barakalarda yaşıyorlardı. Leyla'nın annesi iki çocuğu olan ve Leyla'yı evlatlık alan bir adamla evlendi.
O yılları isteksizce hatırlayan Leyla'nın ilk söylediği şey açlık. Çalışanlara günlük 200 gram, çalışmayanlara ise 100 gram ekmek verildiğini, başka da bir şeyin verilmediğini söylüyor.
Leyla şunları hatırlıyor:
“Patates kabukları! Onlar için kavga ediyorduk. Yerli halk patates kabuklarını hayvanlara veriyordu. Bazıları bize acıyarak bize veriyordu. Patates kabuklarını sobanın üstünde biraz ısıtarak iştahla yiyorduk…
Annem su ve küçük küçük doğranmış patateslerle çorba yapardı. Suyunu içtikten sonra, patatesi çatalla püre haline getirip tereyağı yerine ekmeğin üstüne sürüyorduk. Dünyanın böyle olduğunu ve hep böyle olacağını düşünüyordum. Hiçbir zaman ekmeğe doyamayacağımızı düşünüyordum.
Özellikle dışarıda hava -40 dereceyken aç kalmak çok zordu. Baharda çayırlarda soğan, sarımsak, ısırgan otu arıyorduk.
Daha sonra köyden köye, şehire gitme yasağı kaldırıldıktan sonra 5 km uzaklıkta bulunan Makaryev şehrine un ve yiyecek almak için gidebildik”.
Leyla okula başladığında çocuklar ona “hain” diyerek alay ettiler. Leyla, Kırım Tatarı olduğunu söylemekten çekiniyordu. Kırım Tatar isimleri yerine çocuklara Rus isimleri veriliyordu. Böylece Meryem- Marusya, Server- Sereja, Leyla-Lena'yla değiştiriliyordu.
“Evde bununla ilgili konuşmuyorduk. Konuşmak için vakit yoktu. Dört küçük çocuk vardı, onlara bakmakla, ev işleriyle uğraşmakla meşguldüm. Ebeveynlerime veya dedemlere neden hain olduğumuzu ve kime hainlik ettiğimizi sormak aklıma bile gelmiyordu.”
Leyla dedesinin sürgünde yanında getirebildiği kemanı çaldığını hatırlıyor. Daha sonra dedesinin ailesiyle birlikte Özbekistan'a kaçabilmiş. Leyla buna hala şaşırıyor, çünkü yer değiştirme yasağını ihlal edenlere 25 yıl hapis cezası veriliyordu.
Birkaç sene sonra Leyla, annesi ve küçük kardeşi ile yakınlarını ziyaret etmek için Özbekistan'a gitti.
“Orada hava +18 dereceydi. Bizim üzerimizde ise yastıklı ceket ve keçe çizmeler vardı. Kardeşim hasta olduğu için annemle birlikte bir ay hastanede yattı. Bir ay sonra Urallara döndük. Babam annemin dört çocuğu ona bırakarak bir daha dönmeyeceğini düşündü.”
Leyla 13 yaşındayken üvey kardeşi Server ile birlikte çobanlık yaptı. Annesi kızı için endişe ediyor, korkuyordu. O zamanlarda taşrada sadece vahşi hayvanlar değil, hapishane kaçakları da ormanlarda saklanıyordu. Leyla onlarla da karşılaştı. Ancak o zaman olanları anlamadığı için korkmuyordu.
14 yaşında olduğunu gizleyip 16 yaşında olduğunu söyleyen Leyla trende kondüktör olarak da çalıştı. Tren, işçileri ağaç kesme hattına götürüyordu. Leyla vagondaki sobayı yakmak için odun topluyordu. Nöbeti bir günden fazla sürüyordu.
O dönem yaşadıklarını, “Gariban işçiler açtı, zayıftı. Bazılarının üstünde yastıklı ceket vardı, bazılarında yoktu” sözleriyle anlatıyor Leyla.
Bir gün reşit olmadığı ortaya çıkınca işten atıldı
ÖZBEKİSTAN
Ocak 1957'de Leyla'nın ailesi Özbekistan'a taşındı. O zaman ailede on kişi bulunuyordu; sekiz çocuk, anne ve baba. Taşkent yakınlarında bir sovhoza (Sovyetler'de devlet eliyle yönetilen tarım işletmesi) yerleştiler. Hepsi küçük bir odada yaşıyordu. Yan odada babasının kardeşinin ailesi kalıyordu.
“Kıyafet, ayakkabı yok… Sadece ablama kıyafet alınıyordu. Ben ondan “miras” kalar eşyalarla geçiniyordum. Benim göğüs kısmında kocaman bir yaması olan elbisem vardı. Birinci sınıfa o elbiseyle gittim! “çantalarımızı” annem eski bezlerden dikmişti. Keçe çizmeleri sırayla giyiyorduk”.
Okuldan sonra Leyla Taşkent'teki hafif sanayi meslek okuluna Tekstil Tasarımı bölümüne girdi. Öğrencilik yıllarında sınıf arkadaşlarıyla bir araya gelip halkları için neler yapabileceklerini konuşuyorlardı.
“Öğrenci Mustafa Cemilev (Kırımoğlu) de aramızdaydı. Her birimizin iş yerinde, okulda insanları Kırım Tatar “Lenin Bayrağı” gazetesine abone olmalarını sağlamamız gerektiğini söylediğini hatırlıyorum. Ve biz insanların abone olmalarına çalışıyorduk. “
Okurken ve çalışırken Leyla yurtta yaşıyordu. Öğle yemeğinde bir parça ekmek yiyor ve şekerli su içiyordu. Ancak kardeşlerini sevindirmeye de çalışıyordu. Para biriktirip kumaş alıyor, elbise dikiyordu. Kendisi ise yıllar boyunca üvey ablasına küçük gelen eski paltosunu giyiyordu.
HAYALLER
“Hayaller mi? Urallar'dan Özbekistan'a taşındığımızda mağazaları gezip nelerin satıldığına bakmaya başladık. Amcam kızına sarı puantiyeli kahverengi yapraklı krep jorjetli elbise aldı. Mağazada o elbisenin laciverti de vardı. O elbise… O elbiseyi almaya o kadar heves ettim ki. Ancak benim için ulaşılmaz bir hedefti. Amcamın sadece iki çocuğu vardı, bizim aile ise çok kalabalıktı. Hayal bile edemezdim. O elbiseye öyle de sahip olamadım.
Leyla, Özbekistan'ın Çirçik şehrindeki dikiş fabrikasının farklı bölümlerinde çalıştı ve sonunda o fabrikanın mühendisi oldu.
1964'te Leyla'yı uzun boylu, zayıf, büyük gözlü Riza adında bir delikanlıyla tanıştırdılar. Riza elektrikçi olarak çalışıyordu. Riza ilk görüşmeye kocaman bir peluş ayıcıkla gelerek Leyla'nın kalbini çaldı.
“Bizi baharda tanıştırdılar. Sonbaharda ise evlendik. Çocuklarımız oldu.”
Hayatı boyunca Leyla çok tasarrufluydu. Çocukların elbiselerini kendisi dikiyor, evdeki ihtiyaçları çok tasarruflu bir şekilde karşılıyordu. Çocukları da yetiştirirken ihtiyaçlara değil daha çok bilgi ve maneviyata dikkat etti.
LEYLA'NIN HATIRALARI:
“Kırım'a dönmeyi o kadar çok istiyorduk ki! Eşim Özbekistan'da yaşarken Kırım'a taşınmak için para biriktirdi. Özbekistan Cumhurbaşkanı, o dönem Kerimov ise paramızı geri vermedi.
“Vatandaşlıktan çıkanlara hesaplarındaki paraları vermek yasak!” diye bir karar alındı. Böylece 1993'te sürgündeki bütün birikimimizi bırakıp Kırım'a döndük. İş aradık, ev yaptık, hayatımızı kurduk.”
Krep jorjetli elbiseyi Leyla alamadı. Ama bunu düşünürken Leyla üzülmüyor.
“Ekmeğe hiçbir zaman doymayacağız diye düşünüyordum. Allah'a çok şükür doyduk” diyor Leyla
Sonra ellerini açarak Allah'tan küçük ama güçlü ve dirençli halkına refah ve güç diliyor.
kaynak: http://qha.com.tr/