Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Donald kasırgasının enkazı

ABD Başkanı Trump'ın NATO Zirvesi ile başlayıp Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir araya geldiği Helsinki Zirvesi ile sonuçlanan Avrupa seferi her adımı farklı bir skandal ile anılacak tarih dersine dönüştü.

7 Yıl Önce Güncellendi

2018-07-18 13:46:21

Donald kasırgasının enkazı

 

Kuzey Amerika'dan kıta Avrupasına yönelen Donald Kasırgası, Belçika sahillerine ulaşıp, Transatlantik ilişkileri altüst ettikten sonra İngiltere ve İskoçya'da skandallar yarattı, son olarak Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de hem ABD-Rusya ilişkilerini, hem de Beyaz Saray'ın bugünkü ev sahibinin Washington'daki müesses nizamla ilişkilerini arapsaçına döndürdü. Uluslararası toplum bugün, Trump'ın gerek NATO müttefiklerine verdiği ultimatomun, gerek Rusya Devlet Başkanı Putin ile uzlaştığı konuların nereye varacağını anlamlandırmaya çalışıyor. Ancak ne konunun tarafları ne de ABD iç politikasının unsurları Trump'ın yarattığı bu kaostan yakalarını uzun süre sıyıramayacak gibi görünüyor.

Donald Trump'ın züccaciye dükkanına giren fil edasıyla başladığı Avrupa ziyaretindeki skandallar perdesi NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile bir araya geldiği kahvaltıda açıldı. Henüz zirvenin açılışı dahi yapılmadan Almanya'yı topa tutan Trump, Avrupa'da NATO'nun belkemiği konumundaki müttefikini, enerji politikaları nedeniyle "Rusya'nın esiri" olmakla suçladı. Almanya ile Rusya'nın yürüttüğü Kuzey Akım 2 Projesi'ne açıkça karşı olduğunu söyleyen Trump, Berlin yönetiminin parasını Rusya'yı finanse etmek için değil, NATO'yu savunmak için kullanması gerektiğini söyledi.

Henüz, Trump-Stoltenberg kahvaltısında kopan fırtına dinmeden, buna ABD Başkanı'nın NATO için 2024 yılına yönelik belirlenen hedeflere 2018 yılında ulaşılması için başlattığı baskı eklendi. Müttefiklerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarının yüzde 2'sini NATO'ya aktarma sözlerini tutmasını isteyen Trump, bu oranın yüzde 4'e yükseltilmesi niyetinde olduğunu söylemekten de çekinmedi. NATO üyesi ülkeler zirvenin ikinci gününde yaşanan krizin üzerini örtbas etmeye çalışsalar da Trump zaferini tahsil ettiği ya da 2018 yılı sonunda NATO'nun kasasında görmeyi umduğu para ile ölçüyordu. İttifak bütçesine yapılacak katkılar için öncelikle parlamento onayına ihtiyaç olduğunu hatırlatan müttefiklerini küçümseyen Trump, ülkesine dönüşünde her zaman olduğu gibi mesajını twitter üzerinden verdi: "NATO'da harika bir toplantı yaptım. Benim sayemde 33 milyar dolar daha ödeyecekler ve gelecekte yüz milyarlarca ödeyecekler. Medya yalnızca benim diğer liderlere kaba davrandığımdan bahsetti, paradan bahseden ise yok". Bu twitter mesajının devamı ise ABD Başkanı'nın Helsinki skandalı kısmında bahis konusu olacak bilgiler içeriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel, ülkelerinin NATO'ya yapacakları mali katkı konusunda Trump kadar kesin konuşmasalar, hatta diğer 26 müttefikten bir ses çıkmamış olsa da ABD Başkanı, yaptığı tahsilattan emin bir şekilde züccaciye dükkanında ilerlemeye devam ederek İngiltere'nin başkenti Londra'ya ulaştı. Burada da boş durmadı ve İngiltere'yi Brexit politikası konusunda Avrupa Birliği'ne karşı kışkırtan mesajlar verdi. Ev sahibi ülkenin Başbakanı May'e, Brexit konusunda radikal adımlar atmaması halinde İngiltere'nin ABD ile bir serbest ticaret anlaşması yapma ihtimalinin kalmayacağı tehdidini yöneltti. Amerikan Başkanı İngiltere ziyaretini de Kraliçe II. Elizabeth nezdinde kırdığı potlar ve The Sun gazetesine verdiği mülakatta, İngiltere Başbakanı hakkında söylediklerini yalanlayarak tamamladı. İngiltere tacının birinci ve ikinci sıralarındaki veliahtlar Prens Charles ve Prens William'ın Trump ile muhatap olmamak için görüşmede Kraliçe II. Elizabeth'i yalnız bıraktıklarına dair basında yer alan haberler ise ABD Başkanlarının Avrupa gezileri tarihine geçecek bir ayrıntı olarak arşivlerdeki yerini aldı.

"Helsinki gizemi"

Belçika ve İngiltere'de yarattığı skandallarla Trump'ın, "haftalık skandal kotasını" doldurduğunu umanlar, Helsinki'de yaşanacakları doğal olarak tahmin edemediler. Gerek ABD basını, gerek Washington'daki siyasi çevreler NATO Zirvesi'nde yaşananlar nedeniyle diken üzerindeydi ve yorumcular alarm zillerini çalmaya başlamıştı. Amerikalı köşe yazarları da, Trump'ın Kuzey Atlantik İttifakı üyelerine karşı tepeden bakan tavrını eleştirirken, mali katkı artışının hangi stratejik gerekçeye ya da tehdide dayandığı sorusunu gündeme getiriyorlar ve bu konuda Trump'ın ortaya somut bir veri koymadığına dikkat çekiyorlardı.

Henüz NATO Zirvesi'ni sorgulamakta olan ABD basını, Trump ile Putin arasındaki görüşmenin heyetler eşliğinde değil yalnızca tercümanların katılımıyla yapılacağını öğrenince yeni bir şok yaşadı. Kameralar önünde sarf ettiği cümleleri 24 saat geçmeden yalanlayan Donald Trump'ın, eski bir istihbaratçı olan Vladimir Putin ile başbaşa bırakılmasının yaratacağı sakıncalar pek çok kişiyi endişelendirmekteydi ki, bu endişelerin yersiz olmadığını anlamak için yine 24 saatten uzun bir sürenin geçmesine gerek kalmadı. Görüşme sonrasında düzenlenen basın toplantısında, Rusya'nın 2016 yılındaki ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiği yönündeki iddiaları kabul etmeyen Trump, ülkesinin istihbarat servislerine sırtını döndü. Rusya ile yeni bir dönem başladığı mesajını veren Trump'ı Washington'da mensubu olduğu Cumhuriyetçi Parti'yi de saran bir ayaklanma karşılayacaktı. Ancak bunun bir tek kendisi farkında değildi. Biraz önce değindiğimiz, müttefiklerinden yaptığı tahsilatla övündüğü twitter mesajının devamında yer alan, "Rusya Devlet Başkanı Putin ile de harika bir görüşme yaptım. Ama bu da doğru şekilde basına yansıtılmadı, yalan haberler aldı yürüdü" cümleleri, Helsinki'deki basın toplantısında kendi ifadelerini yalanlayan açıklamaları ile beraber kısa sürede buharlaşarak Washington atmosferine karıştı.

Putin ile basın toplantısında "Rusya'nın ABD seçimlerine müdahale etmesi için hiçbir neden görmediği" şeklindeki ifadesinin bir dil sürçmesi olduğunu ileri süren Trump, aslında Rusya'nın ABD seçimlerine müdahale "etmemesi" için bir neden göremediğini söylemek istediğini savundu. Trump'ın bu açıklaması esnasında yaşanan bir olay ise Amerikan yönetiminin geldiği traji-komik noktanın özetiydi. ABD Başkanı'nın, Rusya'nın 2016 yılındaki seçimlerine müdahalesine ilişkin Amerikan istihbarat servislerine ve tespitlerine güvendiğini söylediği esnada, Beyaz Saray'da bulunduğu odanın ışıkları bir anda karardı. 4 saniye kadar karanlıkta kalan Trump'ın bu halini siyaset bilimci Ian Bremmer, twitter hesabında "Demokrasi karanlıkta ölüyor" mesajı ile paylaştı. Donald Trump'a hakim olan bu "Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar" halinin Beyaz Saray ve Kremlin'in Helsinki Zirvesi sonrasında yayımlanan basın toplantısı deşifrelerine yansımış olması da bir başka garabet olarak karşımıza çıktı. Siyaset, iş ve kültür dünyasından haberler veren "The Atlantic" dergisinden Uri Friedman'ın, Helsinki'deki basın toplantısının en kritik soru ve cevabının deşifrelerine dair yaptığı araştırma yalnızca ABD'nin değil, uluslararası toplumun da Helsinki'de konuşulanlara dair yakın gelecekte sorunlar yaşayabileceğine işaret ediyor. Reuters muhabiri Jeff Mason'ın Putin'e yönelttiği "Başkan Putin, Başkan Trump'ın seçimi kazanmasını istemiş miydiniz? Herhangi bir yetkilinizi bu konuda ona yardım etmesi için görevlendirdiniz mi?" sorusuna Putin'in "Evet, evet. Çünkü, o ABD-Rusya ilişkilerini yeniden normale döndürmekten bahsediyordu" sözleriyle cevap vermesi, tüm basın toplantısının en can alıcı noktasıydı. (Putin: Yes, I did. Yes, I did. Because he talked about bringing the U.S.-Russia relationship back to normal / Putin'in burada I did - yaptım derken neye cevap verdiğinin ya da soruyu tam olarak duyup duymadığının anlaşılamaması da kafa karışıklığı yaratan bir başka nokta oldu.) Ancak Beyaz Saray'ın basın toplantısı deşifresinde Mason'ın sorusunun ilk bölümü (Başkan Putin, Başkan Trump'ın seçimi kazanmasını istemiş miydiniz?) yer almazken, Kremlin'in İngilizce deşifresinde bu soru ve cevabın tamamına yer verilmediği görüldü. Reuters muhabiri Mason, Putin'in tartışmalı bir yanıt vermiş olmasını, kullandığı mikrofondaki teknik bir problem nedeniyle sorunun tamamını duymamış olmasına bağlarken, soru ve deşifrelerinin muğlaklığı akıllara bir başka soruyu getirdi. Yanlarında yalnızca tercümanları olduğu halde görüşen iki liderin konuşmalarının içeriklerine bu andan itibaren ne kadar güvenilebilir? Dünyanın gözü önündeki basın toplantısında söylediklerini 24 saat sonra yalanlayan Trump'ın kapalı kapılar ardında Rusya Devlet Başkanı'na ne vaatlerde buluduğunu yahut nelerin pazarlığını yaptığını öğrenme şansımız olacak mı? Yoksa bu zirve, yakın gelecekte yaşanacak bir takım olayların da etkisiyle "Helsinki Gizemi" adıyla mı tarihe geçecek? Suriye ve Ukrayna gibi kriz bölgelerindeki gelişmelere bakarak bu sorunun cevabını kısa sürede alabileceğimizi söylemek mümkün. Ancak bu cevapları alırken üçüncü ülkelerin ödemek durumunda kalacağı bedeller tahminlerin ötesinde olabilir.

Avrupa Birliği'nden Pasifik çıkarması

Peki Trump Helsinki'de İskandinav çamlarını devirir ve NATO içerisinde şimdilik kaderi belirsiz bir kaos yaratırken yarı kürenin diğer tarafında neler olup bitmekteydi? Rusya ve ABD'nin ilişkilerini normalleştirererek dünyayı yeniden iki kutuplu bir zemine çekme ihtimaline karşı Avrupa Birliği Pekin ve Tokyo'da beklenmedik süratte bir atak başlattı. Ulusal basınımızın pek ilgi göstermediği Avrupa Birliği -Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği-Japonya zirvelerinde Türkiye'yi de yakından ilgilendiren gelişmeler yaşandı.

Çin Halk Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Zirvesi sonuç bildirgesinde taraflar serbest ticaretin korunması yönünde çağrı yaparak, ABD'nin fitilini ateşlediği ticaret savaşı ve korumacılığa karşı bayrak açarken, tarafların daha dengeli ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirmek için halihazırda açık olan kapıları daha da açacaklarına vurgu yapıldı. Avrupa Birliği'nin ABD'ye karşı Pasifik bölgesinde başlattığı bu girişimin devamı hemen ertesi gün 17 Temmuz'da bu kez Tokyo'da geldi. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Avrupa Birliği-Japonya Zirvesi'nde imzalanan serbest ticaret anlaşmasını "tarihin en büyük serbest ticaret anlaşması" olarak niteledi. Tusk "Bu anlaşma, bazılarının günümüzde sorgular hale geldiği ancak kural ve prensipleri temel alan uluslararası düzen için büyük önem taşıyor" sözleriyle, ABD Başkanı Trump'ın başlattığı ticaret savaşına karşı boş durmadıklarının mesajını verdi. Avrupa Birliği bu anlaşma ile yalnızca Japonya ile ticaret alanında bir ittifak kurmakla yetinmeyip, ABD'nin Kuzey Kore ile barış uğruna Japonya'nın güvenlik kaygılarını karşılamaması ihtimaline karşı bir alternatif sunmaya hazır olduğunu da ortaya koydu.

Tokyo'da yaşanan bu gelişme, Gümrük Birliği Anlaşması nedeniyle dezavantajlı konumda bulunan Türkiye'nin, Japonya ile yürüttüğü görüşmeleri de hızlandıracak bir motivasyon kaynağı olacaktır. Türkiye ile Japonya arasında 2014 yılında başlayan Serbest Ticaret Anlaşması müzakerelerinin planlandığı gibi 2018 yılı içerisinde tamamlanması, değişen küresel dengeler ve sertleşen ticaret savaşları açısından ivedilik arzediyor. Avrupa Birliği'nin Pasifik bölgesinde başlattığı bu atağın sonuçlarını ise AB Komisyonu Başkanı Jean-Claud Juncker'in gelecek hafta yapacağı Washington ziyaretinde görme ihtimalimiz yüksek. Juncker'in 25 Temmuz'da ABD Başkanı Donald Trump ile yapacağı görüşme, Transatlantik ilişkilerin geleceğini belirleyecek bir başka eşik olarak uluslararası ilişkilerdeki yerini alacak. Trump'ın Juncker ile görüşürken Brüksel ve Helsinki'deki çizgisini sürdürmesi halinde ortaya çıkacak manzara, okyanusun iki yakasını uzun süre bir araya getirmeyecek gelişmelerin başlangıcı olabilir. Juncker'in Washington ziyareti, İran cephesinde de son bir umut ışığı olarak değerlendiriliyor. Ambargoların yeniden yürürlüğe girmesi için tanınan süre giderek daralırken, Avrupa Birliği'nin Washington karşısında sergileyeceği ya da sergileyemeyeceği direnç, Ortadoğu'daki taşların yerinden oynayıp oynamayacağının da işareti olacak.

 

Haber Ara