Tüm dünyanın gözü önünde, Avrupa'nın göbeğinde Boşnaklar toplama kamplarına götürülüyor, işkence ediliyor, katlediliyor... Sırpların eski lideri Radovan Karaciç “Bakın toplama kampımız yok” propagandası yapmak için bir grup İngiliz gazeteciyi bölgeye götürüyor. Ancak gazeteci merakı işte, gösterilenlere ikna olmuyorlar ve bölgede keşfe çıkınca Trnopolje toplama kampını buluyorlar. Gazetecilerden biri, Ed Vulliamy işkenceden ve açlıktan kemikleri sayılan yarı çıplak Boşnak erkekleri görünce deklanşöre basıyor. Ortaya 20. yüzyılın en çarpıcı karelerinden biri çıkıyor. Karenin kahramanı o zaman 22 yaşında olan Fikret Alic...
Alic'i fotoğraflayan gazeteci Admira Fazlic ile üzerinde çalıştıkları kitabı “O Adam ve Fotoğraf” yayınladı. Alic, bunun ardından ilk röportajını Habertürk'ten Nalan Koçak'a verdi. İşte o röportaj:
- Savaştan önce Yugoslavya'daki hayatınızı anlatır mısınız?
Güzel bir hayatım vardı. Annem, iki kız ve iki erkek kardeşimle yaşıyordum. Babam 86'da hayatını kaybetmişti, ondan kalan bir aile şirketimiz vardı, orada çalışıyordum. Evimize yakın taş ocağının güvenliğinden sorumluydum. Prijedor bölgesinde, Kozarac isimli bir yerde yaşıyorduk. Doğası çok güzel, dağlar, göller, nehirler... Savaş patlak verdiğinde 22 yaşındaydım. Hedeflerim, hayallerim vardı. Bir kıza âşıktım, onunla evlenmek istiyordum.
- Ama savaş çıktı... Avrupa'nın göbeğinde soykırım yaşanabileceğini hiç düşünmüş müydünüz?
Asla! İlk bomba düşene kadar kimsenin bize gelip zarar vereceğini aklımızdan bile geçirmedik. Neden yapacaklardı ki? Yanlış bir şey yapmadık, komşularımızla saygı içinde yaşadık. Kimse birbirine “Bak o Boşnak, bak bu Sırp” diye bakmıyordu. Hâlâ da insanlara öyle bakmak istemiyorum. Sadece insanları “iyi ve kötü” diye ayırıyorum.
- Savaş çıktıktan sonra 1992'de Trnopolje toplama kampına götürüldünüz...
Oraya götürülmeden önce aslında 52 gün boyunca bir başka kamp olan Keraterm'de tutuldum. Çoğunlukla Boşnak ve Hırvat erkekler tutuluyordu. Maruz kaldığım bütün işkenceleri bir kenara bırakacak olursam en kötü anım bu kamptan. Temmuz ayıydı, 23'ünü 24'üne bağlayan gece kamptaki pek çok kişiyi öldürdüler. Hepimizi katledeceklerini düşündüm. Masum insanların, komşularımın, arkadaşlarımın çığlıklarını duymak... Hâlâ bağırışlarını her gün duyar gibiyim. En kötü anım, onlar ağlarken, hayatlarının bağışlanması için yalvarırken benim hiçbir şey yapamamam, ölmekten korkmam...
- Diğer kampta ne kadar kaldınız? Askerler öldürmedikleri insanlara nasıl davranıyordu?
Trnopolje'de de 2 hafta kaldım. Sonra kaçmaya karar verdim. Sırplar sürekli bana işkence ediyordu, aklınıza gelebilecek her aletle vuruyorlardı. Hepimize aşağılayıcı isimler takıyorlardı. Bazen aramızdan birkaç kişiyi seçiyorlardı, karşılarına aile fertlerini koyuyorlardı ve birbirlerine vurmaya zorluyorlardı. Onlar vurdukça askerler kahkaha atıyordu. Mesela bir keresinde beni inek gibi ot yemeye zorladılar. Defalarca, ayaklarım kanayana kadar falakaya yatırdılar. Burnumu, dişlerimi, kaburgalarımı kırdılar...
- Ailenizden kimseyi kaybettiniz mi?
Kampa gönderilmeden önce amcamı ve dedemi evlerinin önünde vurulmuş halde bulmuştum. Sonra kardeşlerimden biri Bosna ordusunda hayatını kaybetti. Kuzenlerim katledildi...
- Savaşa dair en çok ne sizi kahretti?
İnsanların gözümün önünde katledilmesi. Hayatımın bir daha eskisi gibi olmayacağını hemen anlamıştım...
- Peki hayatta kalabilme umudunuzu kaybettiniz mi?
Bazen hayatta kalmayı çok istiyordum. Ama bazen de tüm o işkencelere dayanamayıp “Keşke ölsem” diyordum.
‘FOTOĞRAF YAYINLANINCA BENİ ÖLDÜRMEK İSTEDİLER'
- Hayatınızı değiştiren güne gelmek istiyorum. Bir gazetecinin çektiği fotoğrafınız Time'a kapak oldu. Sırp askerler dünyanın sizi konuştuğunu fark ettiklerinde ne yaptı?
Fotoğraf çekilirken tabii ki dünyada bu kadar büyük bir etki yaratacağını tahmin edemedim. Fotoğraftan haberdar olduklarını kısa süre içinde anladım çünkü kamp muhafızları adımı söyleyerek beni aramaya başladı. Eğer ortaya çıkıp, “Evet o benim” deseydim, beni hemen orada öldürürlerdi. Sesimi çıkarmadan saklandım. Gelip beni her an bulabilecekleri korkusu dayanılmazdı. Sanırım o gazeteciler hayatımızı kurtardı. Eğer o toplama kamplarını bulmasalar Allah bilir başımıza neler gelecekti.
‘UZUN YILLAR O FOTOĞRAFA BAKAMADIM'
- Time'ın kapağına bakabiliyor musunuz? Onca zaman sonra ne hissediyorsunuz?
Uzun yıllar o fotoğrafa bakamadım, nefret ediyordum. Ama onunla yaşamayı öğrendim. Katledilenler, yok olan aileler, şehirler ve koca bir toplum için çok çok üzgünüm...
- Peki hayatınıza nasıl devam edebildiniz? Zor olmadı mı?
Tabii ki çok zordu. Hâlâ zor. Ama başka şansım var mı ki? Allah'ın izniyle hayatta kaldım. 47 yaşındayım, bana düşen geriye ne kaldıysa onun hakkını vermek. Hikâyemi anlatmanın da bu nedenle çok önemli olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki yeni nesile bir şeyler öğretir ve onlara savaşın hiçbir şeyin çözümü olmadığını öğretebiliriz. Hikâyemin kitaplaştırılması da bu anlamda çok önemliydi. Böylece yeni nesiller benim ve ülkemin binlerce insanının başına neler geldiğini öğrenebilecekti. Bu bir nefret ya da intikam kitabı değil. Ben öldükten sonra bir anı olarak kalacak...
‘ADALET HİÇBİR ZAMAN YERİNİ BULMAYACAK'
- Mladic'in duruşması için Lahey'e gittiniz. Neler hissettiniz?
Sadece o değil pek çok duruşmayı Lahey'de takip ettim. Bence orada olmak çok önemli çünkü kurtulan kurbanlar olarak hepimizin yaşananları anlatma zorunluluğu var.
- Cezalar yeterli mi?
Biliyorsunuz mahkeme Mladic'e verebileceği en yüksek cezayı verdi. Bu açıdan bakıldığında yeterli. Ama aslında hiçbir zaman yeterli olmayacak çünkü bize sadece o adam zarar vermedi. Bosna'da ve başka yerlerde hâlâ hayatını sürdüren ve adaletin karşısına çıkmamış daha pek çok Mladic'ler var. Onun ürünü olan Sırbistan Cumhuriyeti hâlâ orada. Hayatlarımızı, ailelerimizi asla geri alamayacağız...
‘MAHKEMEDE İNTİHAR TEK ADAMLIK BİR ŞOVDU'
- Bosnalı Hırvat general Slobodan Praljak mahkeme salonunda zehir içerek intihar etti. Gördüğünüzde ne düşündünüz?
Tek adamlık bir şovdu. Eğer mesele gerçekten canını almak olsaydı kararı duymadan önce kendini öldürürdü, neden sonra yaptı ki? Sanırım bir kez daha “üstünlüğünü” göstermek istedi. Mahkeme salonuna zehir getirebilmesine şaşırdım sadece. Karara gelince... Hırvatların Bosna soykırımda oynadığı rol kabul edilmiş oldu.
- Biliyorsunuz BM'nin savaş suçları mahkemesi misyonunu tamamladı ve kapandı... Sizce adalet yerini buldu mu?
Dünyanın neresinde olursa olsun sevdikleriniz can vermişse adalet hiçbir zaman yerini bulmaz.
- Hâlâ Boşnaklar ve Sırplar arasında bir gerilim olduğunu hissediyor musunuz?
Bazen... Ama biliyor musunuz bu gerilim hiçbir zaman çocuklarını büyütmek isteyen sıradan insanlar arasında yaşanmıyor. İşlerin yolunda gitmesini sağlaması gerekenler siyasetçiler. Tabii ki biz Boşnaklar da başımızı dik tutmalıyız.
- Kamptan nasıl kaçtınız?
Orada kalırsam yaşama şansımın çok az olduğunu anladım. Her gün o kadar insanın arasında beni arıyorlardı. Ayrıca çok hastaydım, yardıma ihtiyacım vardı. Yaralarımdan ölebilirdim. Kardeşlerimle beraber bir gece kaçma planı yaptık. Çok büyük bir risk aldık, gece karanlığında çayırlık bir alandan sürünerek geçtik. Kadın ve çocukların taşındığı kamyonların güzergâhına gittik. Kadın kılığına girdik ve kamyonlardan birine binmeyi başardık. Önce Bosna ordusuna katılmak istedim ama çok kötü durumdaydım. Beni Hırvatistan'a gönderdiler, sonra Slovenya sonra da Danimarka'ya sığınmacı olarak gittim.
- Bosna'ya ne zaman döndünüz? Şimdi ne yapıyorsunuz?
2002'den itibaren düzenli olarak gitmeye başlamıştım, 2010'dan beri de Bosna'dayım. Savaştan kalan bütün fiziksel rahatıszlıklarım nedeniyle çalışamıyorum. Evimin bahçesindeki ve komşularımın meyve ağaçlarına bakıyorum. Evlendim, üç çocuğum var.