Gazeteci yazar Kurtuluş Tayiz, ABD'nin Arap Baharı, Irak ve Suriye olaylarındaki insan hakları karnesini ortaya serdi.
İŞTE KURTULUŞ TAYİZ'İN O YAZISI
ABD öncülüğündeki Batılı koalisyon güçlerinin Suriye'deki saldırılarında 2014'ten bugüne 861'i çocuk, 617'si kadın olmak üzere toplam 2 bin 832 sivili öldürdüğü açıklandı. Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR)'nın açıkladığı rakamlara göre, PKK/YPG'ye destek veren koalisyon güçleri en çok sivili Rakka'da katletti. Halep, Deyrizor, Haseke, Humus, Dera, İdlip Batılı koalisyon devletlerinin havadan ve karadan saldırılarla katliam yaptığı merkezlerin başında geliyor.
Bu rakamlar bile ABD'nin Suriye'de bulunma sebebinin “insan hakları”, “demokrasi”, “özgürlükler” veya terör tehdidi (DEAŞ) olmadığını yeterince iyi anlatıyor. Koalisyon güçlerinin Suriye'de bulunma sebebini insani gerekçelerle izah etmesi çok zor.
Fakat fark edileceği gibi Batı sistemi, en büyük katliam seferlerini, işgal hareketlerini “insani gerekçeler” üzerine inşa ediyor. İşgal ve istila için yola çıkmadan önce geçeceği yolları “insani gerekçeler” ile döşüyorlar.
Her ülkede bu masalı aynı kelimelerle anlatan Batıcı entelektüel-yazar sınıfı ve medyaları bulunuyor. 11 Eylül'den sonra icat ettikleri “İslami terör” kavramıyla Afganistan ve Irak işgallerini gerçekleştirdiler; “Arap Baharı” rüzgarıyla bütün İslam coğrafyasına müdahale ettiler; Suriye işgalini ise bugün “DEAŞ tehdidi” ile izah ediyorlar. Bu işgal girişimlerinde Batı'ya eşlik eden hep yerli bir entelektüel sınıf bulunuyor.
Tabii bu tablo, Batı'nın işgale girişmeden önce müdahale edeceği coğrafyayı önceden siyasi ve ideolojik olarak kuşattığını, özellikle medya üzerinden etki altına aldığını açık bir şekilde gösteriyor. Gerçekleştirdikleri sivil katliamları başka türlü görünmez kılmaları mümkün değil zira.
Suriye ve Irak'ı fiziki olarak ortadan kaldıracak kadar korkunç bir şiddet sarmalına iten ABD ve koalisyon devletlerinin müdahalesi olmasına rağmen, suçluları hâlâ başka yerde aramaya çalışan yerli bir entelektüel sınıf söz konusu. Bu aklı oluşturan ya da tahkim eden büyük oranda medya kuruluşlarıdır. Suriye'de olup bitenin sorumlusu olarak yıllardır bizim hükümetimizi işaret edebilmekteler mesela. Ankara'yı “DEAŞ'a destek olma” propagandasıyla uzun süre baskı altına almaya çalıştılar. Gerçeklerin bu kadar ters yüz edildiği bir dünyada yaşıyoruz aslında.
Gerçekleri sonsuza kadar bastırmak elbette mümkün değil. Ne var ki, iş işten geçtikten sonra da gerçeklerin bir önemi kalmayabilir.
ABD ve Koalisyon güçlerinin Suriye'de işgalci olduğu ve bu ülkedeki hayatını kaybeden masum her çocuğun, kadının, sivilin sorumlusu olduğu su götürmez bir gerçek. Batı'yı bu gerçekle yüzleştirmeyi başaramazsak, bu coğrafyadaki her kötülüğün sorumluluğunu “İslam”a yükleyecekler. Bu coğrafyayı karış karış işgal eden, silah ve bombalarıyla ağır katliama uğratan Batı, bütün kötülüğün kaynağı olarak “İslam”ı işaret etmekte ve bütün Müslümanları da buna ikna etmeye çalışmaktadır. Irak'ta, Suriye'de, Afganistan'da, Filistin, Libya, Tunus, Mısır ve Yemen'de ölen milyonlarca masum insanın, Müslümanın büyük oranda sorumluluğu Batı'nın omuzlarındadır. Bu gerçeği açığa çıkarıp Batı sisteminin yüzüne çarpacak Türkiye'den başka da bir güç ve liderlik de yok maalesef. Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yapacağı konuşmanın şimdiden tarihi bir öneme büründüğünü görebiliyoruz.