Bir beka sorunu ve tehdidi ile karşı karşıya olan Türkiye, aynı anda hem küresel saldırılara karşı birçok cephede savaşmakta ve hem de 16 Nisan 2017'de referanduma gitmektedir.
Bu hengâmede televizyon kanallarını ve gazete köşelerini işgal edenlerin tartıştıkları en önemli soru ise, Kürtlerin referandumda ne diyecekleridir.
Referandum dedikleri de, Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap veren ve üzerinde bütün kesimlerin mutabık kalındığı bir anayasa değil, iki siyasi partinin uzlaşmasıyla uzlaşılan 18 maddelik mini bir anayasa. Türkiye'deki bütün siyasi partiler, mevcut anayasanın temel hak ve özgürlükler olmak üzere ihtiyaca cevap vermediği konusunda aynı düşüncede olmalarına rağmen, birlikte ihtiyaca uygun bir yapma erdemine de ulaşmadıkları için, böyle yarım yamalak anayasacıklarla yol alıyorlar. Aslında buna yol almak değil de yerinde saymak ve hatta tepinmek demek daha doğrudur. Çünkü insan merkezli düşünememek, fıtri hakları tümden inkâr etmek veya kısıtlamak ve temel hak ve özgürlükler konusunda evrensel değerlerin gerisinde seyretmek bu partilerin ortak özelliklerindendir.
TBMM'deki siyasi partilerin evrensel değerler ölçüsünde yaklaşıp değerlendiremedikleri diğer bir konu da Kürt Kimliğidir. Bu partiler az veya çok miktarda ırkçılıkla veya din karşıtlığıyla malul olduklarından dolayı, Kürt kimliğini tanımak yerine inkâr etme ve Kürtleri temel insani haklarından mahrum bırakma yoluna gidiyorlar. Her ne kadar bir süre önce bu inkar politikalarına resmiyette son verildiyse dahi, pratikte ciddi sorunlar var ve en önemlisi Kürtçe devlet, siyaset ve kamu kurumları nezdinde hala “sabıkalı” ve “bölücü” olma özelliğini korumaktadır.
Bunun içindir ki, bizler de ilk önce, “neden hala bu zulümleri ‘kardeşlerimiz' dediğimiz Kürtlere reva görüyoruz?” sorusu ile tartışmalarımıza başlamak erine, Kürtlerin referandumda ne diyeceklerini tartışıyoruz. Dikkat edilirse, referandum konulu bütün tartışmaların odağında Kürtlerin referandumda nasıl hareket edecekleri var. bu tartışmacıların hemen hemen hepsinin de hem kafaları karışık ve hem de kafaları karıştırıyorlar. Karışıklıklarının nedeni de, Kürtlerin 7 Haziran2015 seçimlerinde HDP'yi 80 milletvekili ile TBMM'ne göndermiş olmalarıdır.
Şunu sorunun cevabını arıyorlar: Kürtler yine çoğunluk olarak bu referandumda da tıpkı 7 Haziran'daki gibi HDP'nin çağrısı doğrultusunda “hayır” diyecekler mi? konuyu bu şekilde tartışanların Kürtlerin duruşlarını ve hangi nedenlerle HDP'yi desteklediklerini de bilmediklerini söyleyebiliriz. Eğer sadece 7 Haziran sonrasında Kürtlerin duruşunu ve HDP'ye yaklaşımlarını sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmiş olsalardı, HDP'nin referandumda ne diyeceğinin Kürtler için hiçbir öneminin olmadığını da okuyabileceklerdi. HDP, Kürtler nezdindeki güvenilirliğini 8 Haziran günü berhava etti. Daha açık söylemek gerekirse, HDP, kendi güvenilirliğini bizzat kendisi Kürtlerin iradesini PKK'nin şiddet ve terörünün hizmetine sunmak suretiyle yitirdi. Kürtler de karşılarında HDP'yi değil de, PKK-HDP gibi bir yapıyı görünce, doğal olarak bunu kendi emanetlerine hıyanet olarak gördüler. Nitekim bunu takip eden süreçte, PKK-HDPyi kazdığı hendeklerle baş başa bırakmaları, onlara rağmen 15 Temmuz 2016'da meydanlara çıkmaları ve eş başkanlar ile milletvekillerinin yanı sıra belediye başkanları tutuklandığında dahi tepkisiz kalmaları da bundandır.
Bu ve benzer olayları ve Kürtlerin dış şartların dayanılamaz dayatmaları sonucunda o günkü şartlara göre sergiledikleri özgün duruşlarını dahi doğru okuyamayıp, Kürtleri PKK-HDP'nin neredeyse bir payandası gibi görmek elbette ki affedilemez bir basiretsizliktir.
Bu tartışmalar da gösteriyor ki, Türkiye'deki egemen anlayış da resmi ideoloji gib, Kürtlerin haklı taleplerini hala bölücülük ve PKK-HDP üzerinden okumaktadır. Hâlbuki PKK-HDP ve benzer yapıların her biri bizzat devletin malum inkâr politikalarının birer eseri ve sonucudur. Eğer devleti eline geçiren zümre, devletin gücü üzerinden inkâr politikalarını gütmeseydi, Kürtlerin değerlerine düşman yapılar da Kürtler arasında kendilerine zemin bulamayacaklardı.
Bu düşüncelerden hareketle bizim bu meseleleri tartışanlara naçizane önerimiz ve dahi tavsiyemiz; evvela vicdanlarının sesine kulak vermeleridir. O zaman kendileri de öncelikli sorunun, “Kürtlerin referandumda HDP'nin çağrısına uyup uymayacakları” olmadığını göreceklerdir. Mesela, Kürtleri tanımak ve anlamak için şu soruyu sorabilirler: Kürtler neden kendi değerleriyle savaş halinde olan ve aynı zamanda kendilerini istismar eden HDP'yi siyaseten dahi olsa desteklemeye mecbur kalıyorlar veya buna mahkûm ediliyorlar? Tabii, ucu devletin inkâr politikalarına ve bu politikaları zımnen onaylayanlara da değdiği için, bu tür soruların sorulması da, tartışılması da insanlık, ahlak ve vicdan gerektirir. Ki bu erdemler de herkeste olmadığına göre, bu tür soruları ne duymaya tahammül ederler, ne de duyduklarında cevap verirler.
Kürtler, rejimin bütün baskı ve zulümlerine rağmen var olma mücadelelerini ve bu bağlamda hak arayışlarını daima meşru sınırlar içerisinde sürdürdüler. Kendilerine reva görülen zulümleri Türklerden değil, rejimin kendisinden ve devletin gücünü elinde bulunduranlardan bildiler. Demek istediğimiz odur ki, Kürtler bugün de Türklerle olan kardeşliklerini, dostluklarını ve Türklere olan sadakatlerini tıpkı Çanakkale'deki gibi koruyorlar. Türk kardeşlerinden de bekledikleri bundan fazla bir şey değil; rejimin kendilerini insanlıktan uzaklaştırdığının farkına varmaları ve kendilerine dikte ettirdiği korkuları yenmeleri, rejimin inkâr politikalarının aleti ve uygulayıcıları olmamaları ve bizi biz yapan değerleri yeniden kuşanmalarıdır.
Kürtler bugün de iki arada bir derede gibiler. Çünkü bir yandan hala kimliklerini içselleştirememiş ve hala dillerini yaşayıp yaşatmalarını engellemekte olan bir devlet anlayışı var ve diğer yandan Kürt kimliğini kendi süfli emellerine alet eden ve devletin gayri insani muamelelerini kendilerine katılımın bir aracı olarak kullanan ve dahası Kürtler adına kan döken bir yapı var.
Anlayacağınız, Kürtler, referandumda ne PKK-HDP'yi, ne inkârcı rejimi ve ne de herhangi diğer herhangi bir partiyi değil, sadece akıllarının ve güçlerinin yettiğince daha insanca, daha hakça ve daha adil olanı esas alacaklardır. Hangisi sorunlarına ve sorularına cevap olabilecekse, onu kullanacaklardır. Örneğin; karar vermek için şu soruların cevabı hayati derecede önemlidir:
- Kürtler, evet dedikleri zaman mı Türkiye daha bir hak gözeten, daha bir adil ve dolayısıyla daha barışçı ve müreffeh olacak, yoksa hayır dedikleri zaman mı?
- Kürtler, evet dedikleri zaman mı inkâr politikaları son bulacak veya şiddetleri azalacak, yoksa hayır dedikleri zaman mı?
- Kürtler, evet dedikleri zaman mı Kürtçe de –hadi İngilizce kadar olmasa bile- en azından Korece kadar kabul ve değer görecek, yoksa hayır dedikleri zaman mı?
- Kürtler, evet dedikleri zaman mı anadilde eğitime doğru bir adım atmış ve bu yoldaki engellerden birini aşmış olacaklar, yoksa hayır dedikleri zaman mı?
İnşallah devam edeceğiz…
Kürtler referandumda “evet” mi diyecekler, yoksa “hayır” mı? 1
8 Yıl Önce Güncellendi
2017-03-01 11:59:18
SON VİDEO HABER
Haber Ara