Bazı şahsiyetler isimlerinin ötesine geçerek sembolleşirler. İyilikte olduğu gibi, kötülükte de sembolleşen isimler az değildir. Her biri de kendi haleflerine örnek olur.
Kabil ile Habil, Musa ile Firavun, Nemrut ile İbrahim, Muhammed ile Ebu Cehil ve Hüseyin ile Yezid aynı zamanda birer semboldür. Kimisi iyinin ve iyiliğin ve kimisi de kötünün ve kötülüğün zirve halidir.
Şiirlerde, kitaplarda, hikâyelerde, filmlerde ve meydanlarda bu isimler olur ve söylem ve eylemler onların örnekliğinde gerçekleştirilir.
Muhabbet ile nefretin ve dostluk ile düşmanlığın şekillenmesinde de bu sembollerin doğrudan bir etkisi ve yol göstericiliği var.
Bizden büyük olanlar ile bizim yaştakiler İran İslam Devrimi'nin nasıl gerçekleştirildiğini ve hangi sembol şahsiyetlerin örnek alındığını bilirler.
İran halkı İmam Humeyni önderliğinde İslam Devrimi'ni gerçekleştirdiğinde lise öğrencisi idik. Çoğumuz Kur'an'ın unutulan ve unutturulan istikbar, müstekbir, müstazaf ve kıyam gibi birçok kavramı bu devrim sayesinde öğrendik. Hakeza Hz. Hüseyin'in kutsal kıyamı ile Yezid'in melun kıyımı da yeniden gündemimize giren karşıt duruşlardı.
O zamanlar İran İslam Cumhuriyeti kendisini dünya müstazaflarının sesi, savunucusu ve koruyucusu olarak tanımlıyordu. Dillendirdiği evrensel mesajlardan dolayı genelde dünya ezilenlerinin ve özelde de dünya Müslümanlarının umudu oluyordu.
İran elbette Şia idi. Fakat söylem ve eylemlerinde mezhebi değil, genelde İslam'ın evrensel dilini kullanıyordu. Yeryüzünü fesada boğanların gazaba gelerek Irak'ı İran'a saldırtmaları, ekonomik ambargolar uygulamaları ve diğer yaptırımlar da bundan dolayı idi.
Emperyalistlerin İran'a yönelik bu topyekûn saldırılarını görenler doğal olarak İran'ın kimi yanlış politikalarını ve kimi zulümlere sessiz kalmasını veya zalimlerin yanında yer almasını güç yetiremeyişine yorardık.
Örneğin, Hafız Esed'in Şubat 1982'de Hama'da gerçekleştirdiği katliama karşı sessiz kalmasını, daha doğru bir ifade ile bu katliamı tasvip etmesini güç yetiremeyişine bağlıyorduk. Çünkü dünya istikbarına karşı direniyorlardı ve buna Hüseyni kıyam diyorlardı.
Öte yandan bir de Lübnan'daki Hizbullah'ın işgalci İsrail'e karşı verdiği mücadele. Özellikle 2006 Lübnan Savaşı esnasında mağrur İsrail'i mağlup etmesi. Başta İslam Ümmeti olmak üzere bütün dünya mazlumlarının ve ezilenlerinin takdir ve dualarını kazanmıştı.
Ve Halep… Yani tuğla üstünde tuğla kalmamışçasına yakılıp yıkılan, yüz binlercesi tehcir edilen ve on binlercesi şehit edilen Halep! Kızlarına kadınlarına tecavüz edilen Halep! Enkazların altında ve yıkıntıların içinde ölümle burun buruna son nefeslerini verenlerin “bize yardım edecek kimse yok mu?” diye çığlık atarken, bu çığlıklarına kurşunlarla ve tecavüzlerle cevap verildiği Halep!
Bu vahşetleri sadece katil baba Hafız Esed'in katil oğlu Beşar Esed ve Rusya işlemiyor. Onlardan daha çok dün İran İslam Devrimi'ni gerçekleştirenlerin ve Lübnan'da İsrail'e geçit vermeyenlerin çocukları gerçekleştiriyor.
Başlarına sardıkları bantlara ve ellerinde taşıdıkları bayraklara bakanlar onları emperyalistlere, onların uşakları olan Saddam'lara ve kurulduğu günden beri Müslümanlara kan kusturan İsrail'e karşı savaştıklarını sanır. Oysa evlerini başlarına yıktıkları, göçürttükleri, öldürdükleri ve dahi tecavüz ettikleri insanlar zalim Esed'e teslim olmayan Halep'in mazlum ve müstazaf halkıdır.
Hz. Ali şöyle der: “Kimin söylediğine değil, ne söylediğine bakınız.” Yani bir sözü kimin söylediği veya bir fiili kimin işlediği önemli değil. Önemli olan, söylenen söz ve yapılan iştir. Kişiyi iyi veya kötü yapan onun adı, sanı, konumu ve gücü değil, söz ve eylemlerinin iyi veya kötü olmasıdır.
Hüseyin'i Hüseyin yapan onun Ali'nin oğlu olması değil, duruşudur. Hakeza Yezid'i Yezid yapan da onun Muaviye'nin oğlu olmasından çok, Hüseyin'e ve yoldaşlarına yaptıklarıdır.
Halep'teki vahşetlerin altında Esed, Rusya ve diğer güçlerden çok İran İslam Cumhuriyeti'nin, Lübnan Hizbullah'ının ve dahi Haşdi Şabi'nin imzalarının olması Hüseyni kıyamdan Yezidi kıyıma dönüşün utanç verici bir örneğidir.
İşte bizler de içimiz kan ağlayarak soruyoruz: Halep'te Hüseyin ve Zeynep kimdir ve Yezid kimdir?
Halep'te Habil kim ve Kabil kim? Halep'te Musa kim ve Firavun kim? Halep'te Muhammed kim ve Ebucehil kim? Masum kardeşinin kanını döken biri Habil olabilir mi? İnsanı kendisine kul eden biri Musa olabilir mi?
Çocuk, genç, yaşlı, kadın, suçlu ve suçsuz olup olmadığına bakmaksızın öldüren, tecavüz eden ve göç ettiren biri Hüseyin olabilir mi?
Duamız, dileğimiz, temennimiz ve çabalarımız İran'ın ve Hizbullah'ın kendi yaptıklarını gözden geçirmeleri ve bu yaptıklarıyla Hüseyin mi, yoksa Yezid mi olduklarını sorgulamalarıdır.
Adı Haşdi Şabi olsun, DAEŞ, FETÖ veya başka bir şey olsun, ister fiillerini Şiilik veya Sünnilik adına yaptığını söylesin veya ister Yahudilik, Hristiyanlık veya Müslümanlık adına yapsın, her kim zulmediyorsa, zalimdir. Ve her kim zulme rıza gösteriyorsa, o da zalimdir.
Kendilerine “Hüseyin” ve yaptıklarına “Hüseyni kıyam” diyenlerin birer Yezid kesilmeleri ve tıpkı Yezid'in Kerbela'da yaptığı gibi Halep'te kıyım yapmaları ne kadar zelilce ve utanç verici!
Tarihimize baktığımızda, bu ve benzer vahşetlerin maalesef yeni olmadığını görürüz. Bu vahşetlerin tekrarlanmaması ve yapılmakta olan zulümlerin bir an önce bitmesi bizim inancımızı ne kadar yaşadığımızla orantılıdır.
İslam ümmeti olarak içine düştüğümüz zilletin nedenlerini sorgulamalı ve yeniden iman etmeliyiz. “Ey müminler, iman ediniz!” emri ilahisi de buna işaret etmiyor mu?
Kendi mezhebini, meşrebini veya partisini dinine önceleyenlerinin az olmadığı ümmetin Allah'ın bahşettiği izzete yeniden sahip olması da ancak yeniden iman etmesiyle mümkündür!
Böylece neyin hak ve neyin batıl, kimin Hüseyin ve kimin Yezid olduğunu da bilmekte ve tanımakta zorlanmayız!
Yorum Yap