BTS ile ilgili yazdığım uyarı yazısı çok tepki çekti.
Yazıya gelen yorumlardan çıkardığım sonuçları şöyle özetleyebilirim:
1) Yobaz denilince akıllarına hemen “dindarlar” gelen bazı insanlar var ya, fena halde yanılıyorlar. Bence asıl ve iflah olmaz yobazlar, popüler kültür taraftarları… Dizi, magazin ve sosyal medya takipçisi birine, popüler kültürün zararlarından bahsetmeyi deneyin ve verdiği tepkiyi gözlemleyerek bunu test edebilirsiniz…
2) Popüler kültür fanatiği insanların vatanlarına, bayraklarına, dinlerine, inançlarına, şahıslarına laf söylenebilir, ama müzik tarzlarına, idollerine ve dizilerine asla…
3) Eleştirimde her ne kadar haklı olsam da, BTS'nin bazı çok küçük yaştaki hayranlarının kalbini kırdığımı fark ettim ve bütün içtenliğimle söylüyorum ki çok üzüldüm. Ne olursa olsun onları incitmek istemezdim…
4) “Popüler kültür modern toplumun dinidir.” Bu köşeden defalarca tekrar ettiğim bu tez, gelen öfke dolu tepkilerle bir kez daha kanıtlanmış oldu.
5) Sürekli popüler kültür ile içli dışlı olmak insanı farkında olmadan popüler kültür değerlerinin muhafızı haline getiriyor.
6) Eğitim sisteminin durağanlığı, çocukları yerlerinden kalkmaya üşenen kişiler haline getiriyor. Çocuklar da en kolay ve zahmetsiz eğlence olan popüler kültür uğraşlarına yöneliyorlar. Sonra gelsin BTS'ler, Aleyna Tilki'ler…
7) Okullarda nitelikli kültürel eğitim verilmez ve ülke gençliğinin kültürel birikimi geliştirilmezse, elin Güney Kore'lisi gelir, çocuklarımızı elimizden almakla kalmaz, bir de bize düşman eder.
8) Bu memlekette, doğru ve iyi şeylerin, yanlış ve kötü şeyler kadar sempatizanı, taraftarı yok! Olana kadar da bu memlekette hiçbir şey değişmez…
MAALESEF, BU TOPLUM BİTMİŞ!
Kim, nasıl, ne şekilde aksini iddia ederse etsin…
Söylenene değil, tecrübe ile sabit olana inanırım…
Bu toplumun ciddi bir kısmı tefessüh etmiş, ahlaksızlaşmış, hatta yamyamlaşmış; geri kalanı da kötülüğe bulaşmadan temiz bir şekilde yaşamanın derdine düşmüş durumda.
Bursa'da bir çift darp edildi dün… Habere göre çift bir mekanda oturuyorken kadına bir grup erkek sarkıntılık ediyor. Kadının yanındaki adam tepki gösterince de olay patlıyor. Artık adım başı karşımıza çıkan şehir magandaları, beyinsiz “Çukur” gençliği, şiddetle coştukları için yalnız birini yakalamışken bırakmak istemiyorlar.
Adamı dışarı çıkarıyorlar ve kemikleri kırılana kadar herkesin gözü önünde, hep birlikte dövüyorlar. Çevredekiler uzun süre sadece izliyorlar. Kadının, adamı korumak için üzerine kapanması bile bir şeyi değiştirmiyor, tekmelemeye devam ediyorlar…
Olay hemen savcılığa intikal ediyor tabii. Dakikalarca süren görüntüler ortada… Hastaneden kapı gibi darp raporu alınmış… Normal şartlarda böyle bir saldırının ardından, bu tür haysiyetsiz yaratıkların tutuklanmaları gerek, diye aklınızdan geçiriyorsunuz. Öyle ya, bir kişiyi beş kişinin öldüresiye dövmesi, kemiklerini kırması suç olmalı diye düşünüyorsunuz.
Ama yanılıyorsunuz…
Bu vahşi çete savcılık tarafından anında serbest bırakılıyorlar. Dün öyle oldu.
Yani adalet sistemimiz diyor ki: İsteyen istediği insana, evli bekar fark etmez, sarkıntılık edebilir, istediği kişiyi de öldüresiye dövebilir… Burası zorbaların özgürce yaşadığı, hukuk tarafından korunduğu bir ülkedir…
Bu salıvermenin başa bir anlamı yok!
Bir ülkede sokaklar ve namuslu insanların güvenlikleri çukur çakallarının insafına teslim edilmişse; insanlar zorbalara ses çıkarmaz hale gelmişse ve mahkemelerde zorbaların hukukunu koruyorsa, o toplum bitmiştir, bitirilmiştir…
Böyle bir toplumda, özellikle aile sahibiyseniz, ayağınızı denk almanız ve daima güvenliğinizi hesap etmenizde fayda var.
Zira adalet sizi değil, zorbaları koruyor.
“DİN VE BİLİM NASIL UZLAŞIR?”
29 Ocak'ta HaberTürk TV'de yayımlanan Teke Tek programının konuğu, dünyaca ünlü Fransız jeolog ve deprem bilimci Xavier le Pichon ve Prof. Dr. Celal Şengör'dü.
Bilmeyenler için şöyle özetleyeyim, Le Pichon, 1999'daki Gölcük depremi sonrası, o zaman ülkemizde öyle bir teknoloji olmadığı için, tamamen kendi kaynaklarıyla finanse ederek 15 yıl boyunca Marmara Denizi'ndeki fay hatlarını incelemiş. Marmara denizinin şimdiye kadar yapılmış en önemli sismik haritası da onun tarafından çıkarılmış…
Fakat 70'ini aşkın Le Pichon, şimdilerde evine kapanmış, yoğun bir şekilde dini araştırmalar yapıyormuş.
Programın youtube kaydını izlerken, bu tür konuların meraklısı biri olarak “Din ve Bilim Nasıl Uzlaşır?” başlığı altında konuşulanlara dikkat kesildim.
Konuşan hem dünyanın en önemli üç yer bilimcisinden biri, hem de bir “mümin” olunca, söylenenler daha bir anlam kazandı.
“Neden Tanrı'ya inanıyorum ve neden hayatımı yardım faaliyetlerine adadım?”
Le Pichon bu soruyu çok dokunaklı bir şekilde şöyle cevapladı...
“Atlantik Okyanusunun iki bin beş yüz metre derinindeki Rift çukuruna indiğimde, iki yanımda iki ayrı toprak parçası uzanıyordu. Orada dini bir hissiyata kapıldım. Sanki dünyanın yaratılışına tanık oluyor gibi hissettim kendimi. Bir anda dua etmeye başladım. Bu temaşa, bu hissiyat beni Kadir-i Mutlak Tanrıya şükretmeye itti. Zaten bence din düşüncesi o ihtişamı izleme hali ile ilgili…”
Bu durumu harika bir örnekle izah ediyor:
“Mesela anneniz ölüyor… Bir sürü mektup bırakmış size, mektuplardan haberiniz yoktu ve onları okumaya başlıyorsunuz… Bambaşka ve yepyeni bir kadın keşfediyorsunuz okudukça…Bence bilim biraz böyle. Bilmediğimiz yönlerini tanıyor, daha iyi anlıyoruz onu ve daha çok seviyoruz…”
Ve büyük Jeolog, o popüler tartışmaya noktayı şöyle koyuyor:
“Yaratılışa, Tanrısal varlığa inanıyorum ben, bu varlık beni ötekilere çekiyor, belli bir hayat görüşüne sahip olmamı sağlıyor. Ama bu hayat görüşüm bilimle tamamen uyumlu…”
Le Pichon, durumunu, “Kendinden daha büyük bir varlığa ait olduğunu anlamak” olarak yorumluyor ki buna, çok rafine bir inanç tarifi denebilir.