Kılıçdaroğlu'na saldırı. Başlı başına vahim, mutlak manada tepki gösterilmesi gereken bir olay. Aynı zamanda Türkiye için tehlikeli bir olay.
Beklenebilir bir olay mı, evet. Provokasyon ihtimali bulunduğu için beklenebilir, son seçim sürecinde Türkiye böyle bir gerilim iklimine sürüklendiği için beklenebilir.
Provokasyon, örgütlü bir yapıyı gerektirir, Türkiye'de bunu organize edecek yapıların varlığı herkesin siyasi kültürünün bir yerinde vardır. İçerden siyasi hesapla provokasyon yapılabilir, dışardan Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek için provokasyon yapılabilir. Bir diğer ihtimal de içerdeki akılsız muhterislerin dışarının oyununa gelerek provoke olmasıdır. Hepsi mümkün.
Ama içine girilen iklimin geniş manada halkı da gerilim atmosferinde yoğurduğu bir gerçektir, onun için Çubuk'ta halktan insanların da tahrikin içinde sürüklenme ihtimalini (Daha önceki bir çok olayda olduğu gibi) yabana atmamak lazım. Zaten provokasyonu planlayanlar kendilerini ortadan çıkarıp halkı devreye soktukları oranda başarı kazanırlar.
Belli ki “demir kızdırılmıştı.” İnsanlar “Beka meselesi” etrafında ayrıştırılmaya çalışılmıştı. Vatan için hayat memat meselesi bir seçime giriyorduk. Baksanıza hâlâ mesela Bahçeli için “İstanbul seçimi beka meselesi.” Yani İmamoğlu İstanbul'u yönetirse en azından İstanbul'un, belki daha ötede tüm Türkiye'nin “Beka”sı elden gidecek. Baksanıza Bahçeli Kılıçdaroğlu'na saldırı konusunda bile netleşemiyor, “O adama yumruk attıracak ne yaptın? Bölgede ne işin var senin?” çıkışını yapıyor.
Hatta daha ileriye gidip, “Türkiye İttifakı” nereden çıktı üslubunda konuşuyor. “Kızgın demiri soğutma” çağrısına mesafe koyuyor. “Kızgın demiri soğutalım ama tertipleri ağırdan almayalım” diyor. İstanbul'u, Edirne'yi, Tunceli'yi saydıktan sonra “Böyle kişiler katıldıkları seçimde oyların tamamını alsalar bile meşruiyetleri tartışmaya açık kalacaktır” diyor, ardından da şu cümleleri kuruyor:
“İstanbul'da bir şeyler olmuş, olmaya da devam etmektedir. Bu gelişmeler karşısında Türkiye ittifakından bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır. Ülke bazlı, coğrafya tabanlı siyasi bir ittifak olmaz, olamaz. Bizim ittifakımız vatan ve millet sevgisinde erimiş AK Partili kardeşlerimledir. Cumhur İttifakı siyasi kaygı ve gayelerle kurulmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye ittifakıyla neyi kastettiğini elbette bilemeyiz. Ancak konunun istismar edildiğini de görüyor ve çok yakından takip ediyoruz.”
Ne bu?
“Türkiye ittifakı”nı ve “Kızgın demiri soğutma” söylemini gündeme getiren kişi Cumhurbaşkanıdır. Yani Türkiye'de seçim sürecinde oluşan iklimin risklerini gören ve yeni bir iklim oluşturma ihtiyacını hisseden kişi. Memleketi o yönetiyor. Barış iklimi de gerilim de onun nezdinde farklı anlamlar taşıyor.
Bahçeli ise, “Cumhur İttifakı”nın ortağı, ya da paydaşı. Bahçeli çok net ki “Türkiye İttifakı” ile “Cumhur ittifakı” arasında bir tercihte bulunuyor. Nasıl bir tercih bu? Cumhur İttifakı'nın varoluş gayesini anlayanlar meşru, onun dışında kalanlar meşruiyeti tartışılacak olanlar… Yani?
Bahçeli'nin sözlerini dikkatle okuyanlar onun Cumhurbaşkanı'nın “Türkiye ittifakı” söylemine “kafasındaki soru işaretleri” ile baktığını göreceklerdir.
Bunlar “Erdoğan ile Bahçeli'nin Cumhur ittifakını oluştururken buluştukları ortak zemin aynı mıdır?” sorusunu akla getiriyor. Daha doğrusu Bahçeli'nin bu ittifaka “Beka” gibi bir misyon yüklediği, bunun da, toplumun aynı ittifak içinde yer almayan kesimlerini sadece “siyasi rakip” değil, “ülke için risk alanı - potansiyel düşman” olarak gördüğü anlaşılıyor. Böyle bir yaklaşım, marjinal bir grubun yönelişi olabilir. Ama ülkeyi yöneten bir kadro, hele Cumhurbaşkanlığı statüsü içinde ise, toplumun tamamını kuşatmak gibi bir duruştan vazgeçemez. Bunu, yeni sistemin getirdiği yüzde 50 artı 1 zorunluluğu için ittifak yapmak zorunda kalsanız bile yapamazsınız.
Gelinen noktada Ak Parti ile MHP arasında, Cumhurbaşkanı'nın yeni duruşu ve Bahçeli'nin koyduğu “rezerv” gibi bir hadise vardır. Bence bu, sanıldığından daha derin bir hadisedir. Adeta iki partinin temel farklılaşma alanıdır ve sanki Ak Parti kendi çıkış noktasını yeniden hatırlıyor, Bahçeli de, Ak Parti'deki bu “yeniden düşünme hali”ne mani olmak istiyor gibidir.
Türkiye ittifakı ve medya dili
Ak Parti “Kızgın demiri soğutma” işinde partiye yaslanmış gözüken medyanın dili konusunu da gündeme almak zorunda. Oralarda “Durumdan vazife çıkarma” heyecanıyla bir şeyler yapmaya çalışanlar varsa – ki var- onların durumdan çok kötü vazifeler çıkardığını ve bunu Ak Parti iktidarının “himmet”iyle yapıyor göründüklerini görmek lazım.
Son söz: “Türkiye ittifakı” yepyeni bir yapılanma alanıdır ve oraya bu medya dili ile gidilmez, benden söylemesi.
Davutoğlu'nun manifestosu
Bu yazıyı yazdığım sırada gündeme Ahmet Davutoğlu'nun facebook sayfasında yayınlanan “GELECEĞE ÇAĞRI” başlıklı değerlendirmeleri düştü. Ak Parti'nin seçimle gelmiş son başbakanı olarak Davutoğlu'nun değerlendirmeleri ülkenin geldiği noktaya ilişkin tespitler ve partiye ilişkin kapsamlı bir özeleştiri niteliği taşıyor. Metnin hem Türkiye siyasetinde hem Ak parti bünyesinde yankılar oluşturacağı muhakkak. Sonraki yazılarımda geniş geniş değerlendireceğim.
…ve Sri Lanka vahşeti:
3 kiliseye Paskalya ayini sırasında bombalı saldırıda 215 kişi can verdi. 500 yaralı var. Ne denir? Lanet! Lanet! Lanet! Masum insanların kanına bulanan el lanetlidir.