Tabii ki Mus'ab bin Umeyr'i kastediyorum.
Onu İslam kültürüne vakıf olanlar tanır. İslam'ı bir yürek heyecanı ve “Dava” olarak görenler daha iyi tanır.
Benim burada onun hakkında vereceğim bilgi, biraz da bu alanlara yabancı olanlar içindir.
O Mekke'de, İslam'ın ilk tebliğ günlerinde Rasulullah''ın çağrısına uyan ve anne-babasının muhalefetine rağmen İslam'a giren gençlerden. Adeta sembolleşmiş bir genç Müslüman.
Onun ikinci sembol niteliği, genç yaşta Medine'ye İslam'ı anlatmak için görevlendirilmiş olmasında. Gitti ve kısa süre içinde kendine özgü ve elbet sımsıcak tebliğ diliyle Medine'de İslam'ı yeşertti.
Onun üçüncü sembol özelliği, Uhud savaşında İslam sancağını taşıması ve şehit düşmesidir. Şehit düşmüş ve İslam'a girerken ailesindeki zenginlikten de uzaklaştığı için, defnedilirken üzerindeki elbise bütün vücudunu örtmeyecek şekilde bir fakr ile bütünleşmişti. (Öyle ki yıllar sonra zengin sahabilerden Abdurrahman bin Avf onu ve Hazreti Hamza'yı hatırlayıp “onlar öyle gittiler, biz zenginlik içindeyiz acaba onlar mı iyiydi biz mi?” diye hayıflanacaktır.
Mus'ab'ı çok okuduk bizler, gençlik yıllarımızdan bu yana, gençlere de çok anlattık.
Rasulullah'ın elinden tutmak ve onun bedelini ödemek, diye bir gündemimiz vardı. Bu gündem “İslam'ı yeniden hayat haline getirme mücadelesi”ni “dava edinenler” için hayati bir gündemdi.
Peki başlıktaki ifade ne oluyor?
İslami hassasiyetleri hala diri olan bir grup içinde gün ve yaşananlar değerlendirilirken bu tespit yapıldı,. Denildi ki:
“Yaşanan süreç Mus'ab'ı gündemden düşürdü, başka sembol isimler oluştu.”
Acaba abartılı bir değerlendirme mi idi?
Orada olanlar kendi kendilerine sordular ve içlerinde bir yankı oluşturdular.
Bu şu demekti aslında:
-Aslında bir iklim kaybı yaşanıyor, bir ruh yitimine doğru gidiliyor. Duyarlılıklarımız farklılaştı. Mus'ab bir dava idi. Dava denen şeyin içi boşalmadıysa da değişti. İsim koyarken akla Mus'ab geliyor mu gelmiyor mu? Değişim buradan anlaşılabilir.
Aslında böyle bir soru üzerinde düşünüyor olmak bile, belli hassasiyetleri taşıyor olmakla mümkündür. Yani, durduğunuz yeri görüyor, kaymaları, savrulmaları farkediyor, daha ötede sorguluyor, ve kendinizi sarsıyorsunuz, demektir. Değilse, sizin için “Çocuğunuza Mus'ab adını koyup koymamak” diye bir konu bile ilgiye mazhar olamaz.
Muhafazakar (İslami mi demem lazımdı?) camiada siyasi farklılaşmanın yaşandığı bir dönem içimizdeki siyasi jargonda “Sen hâlâ orada mısın?” sorusu tedavül etmeye başlamıştı hani. Hatırlayanlar hatırlar. “Dünya değişiyor, biz de değiştik, sen nerelerde kaldın?” gibi bir yargılamanın ve yadırgamanın seslendirilmesiydi bu.
Bir yerlerde kalmak, siyaset alanında da hâlâ dindarane değer ölçülerine bağlı kalmak ve gidişatı sorgulamak demekti. “Bu kadar değişmek bizim siyasetimizin hedefi olamaz, biz değişmek için mi siyaset yapıyoruz, değiştirmek için mi? Süreç içinde farkında olmadan değerler dünyamız alabora oluyorsa, bizim için dava nedir o zaman?” diyorsanız, bir yerlerde kalmış ve “zamane”nin gerektirdiğini kavramamış oluyordunuz.
Mus'ab'la ilgili soru aslında sarsıcı bir soru.
Herkes sormaz böyle bir soruyu.
Böyle bir soruyu sormak için bütüncül okumalar gerekir. Genel akışı görmek, o akışın içindeki temel espriyi anlama boyutunda bir soyutlama – tecrid yapmak lazımdır.
Değilse değişimler birikir birikir, her değişim içinde dönüşülür, bir de bakmışsınız, çıkış noktanızın çok uzaklarında kalmışsınız.
Soru şu: İçinde Mus'ab'ı yıldızlaştıranlar hala onun yol göstericiliğini yüreklerinde hissedebiliyorlar mı?
Mus'abın yıldızlaştırıldığı zamanlarda da Mus'ab aynı Mus'ab'tı, bu gün de aynı. Asıl herkes kendisine bakmalı, içinde ne kayboldu?