Devrim süreçleri her zaman hukuku çarpıtır.
Cumhuriyet devrimlerle başladı, hukuk da araç olarak kullanıldı.
Dindar insanlar bu süreçte büyük acı yaşadı.
Hukuk siyasi muhalifleri biçmek için de kullanıldı. Bunda da “İslâm aidiyeti” biçmelere maruz kaldı.
Dindar insanların iktidarda olduğu son 16 yıl da hukukun sancılarına tanık oldu. Bir boyutu ile eski süreç, yani dindarlara karşı hukuk işledi. (2008'de iktidardaki partiye kapatma davası açıldı) Sonra Ergenekon sürecinde İktidar – PDY (Paralel Devlet Yapılanması) birlikteliği ile hukuka “kumpas” kuruldu. Ve sonra 15 Temmuz hukuku dönemi... Olağanüstü hal, KHK ihraçları, mor beyin tutuklamaları, iltisak, irtibat gerekçeleriyle yaygın gözaltılar, tutuklamalar...
***
Bir islami kesim – camia var. İslâm adalet konusunda çok duyarlı. Müslümandan “Adaleti ayakta tutma”sını istiyor Allah'ın kitabı. İktidarda “islami kesim”in siyasi uzantısı var. Ak Parti, çıkışta “dini bir tanımlanma”yı dışlasa bile, adında “Adalet” var, nihai planda da yapılıp edilenler “Müslümanlar”a mal ediliyor.
Peki islami kesim, şu andaki hukuk – adalet uygulamaları konusunda ne düşünüyor?
Ben dahil, bu çerçevede değerlendirilecek kimi köşe yazarlarımız tepkileri göze alarak zaman zaman itirazlarımızı dile getirdik. Ama adaletsizlikler karşısında yeterli duyarlılığın gösterilmediği suçlamalarına da maruz kaldık. “İktidar dili” kullanıldığı ifade edildi. “Kendine Müslüman – Kendine demokrat” ifadeleri kullanıldı. “İçerden” eleştiriler kimi zaman “trol dili” ile boğulmak istendi. “Gizli FETÖ'cü – Kritpto” damgası birilerinin elinde hazırdı.
İslâmi Camia bünyesinde çıkan HAKSÖZ dergisi, 334'üncü Ocak sayısını bu konuya ayırmış. “Merhamet ve Adalet Dengesinde Hukukun Değeari” kapak sözü ile çıkmış.
Dergi adına yazılan yazının özünü şu ifadeler oluşturuyor denebilir:
“Sadece yakanılarımız, sevdiklerimiz, bizden bildiklerimiz için değil, herkes için, icabında hiç hoşlanmadıklarımız, sevmediklerimiz için de tutarlılıkla adalet talep etmeliyiz. Allah'ın bütün kullarına adaletle davranmak şahitlik bilincinin yükseldiği bir sorumluluktur.”
Dergide daha geniş bir incelemeyi Bahadır Kurbanoğlu yapmış. Ona göre bu dönemde “Hukukun çiğnenen en temel kaideleri” şunlar:
-Adil yargılama
-Masumiyet karinesi
-Suçun şahsiliği
-Lekelenmeme hakkı
-Suçun öngörülebilirliği
Bu dönemde de “Siyaset – Medya – Yargı Üçlüsünün ideolojik davranma geleneğinin ihya edildiği” görüşünü savunan Kurbanoğlu, bu zeminin muhafazakar camialarda doğurduğu zihinsel yapının koordinatlarını şöyle sıralıyor:
-Onlar bizi ele geçirselerdi ne yapmazlardı ki.
-Eğer hak tespitini kılı kırk yararak yapmaya kalkışırsak, güvenlik ve bekamız tehdit altında olmaktan kurtulamaz.
-Geçmişe dönmek istemiyorsanız hali hazırdaki hukuksuzluklara tahammül etmelisiniz.
-Abartılı bir mağduriyet edebiyatı var.Olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Elbtette hatalar olacak.
-Bu tarz eleştirilerle FETÖ ile mücadeleyi sulandırmamalıyız.
-Reel politik böyle bir şeydir. Bilmediğiniz arka planlar var. Bilip bilmeden sesimizi yükseltip yanlış bir konumlanma içinde olmamalıyız.
-İtidalli olalım ve düşmanın eline koz vermeyelim.
-Daha yolun başındayız; katedilecek çok yol var.
-Yargıdaki hatalar meselesi sadece bugünün konusu değli ki her zaman mevcuttu.
-Bunlar bizi ele geçirselerdi kıtır kıtır keserlerdi.
Bu tavırları “Olay mahallini ıslık çalarak terk etme” diye niteleyen Bahadıroğlu, bunun bir düşünüş biçimi haline geldiğini ve oradan yola çıkınca da, her somut olaydaki hukuksuzluğa bir gerekçe üretildiğini ifade ediyor. Mesela, Büyükada olayı için “Ateş omayan yerden duman çıkmaz”, Kavala için “Sorosçuları savunmakbize mi düştü?”, Kultul için “Saçma sapan siyasi ... görüşleri var”, Hizbü'ttahrir için “Hilafeti savunmak suçsa bunda da çok ısrarcı olmamak lazım” gibi gerekçeler...
Ben bu kendi kendine bakış hamlesini çok önemli buldum. Sonuçta bizler kendi hasabımıza çda bir hayat – memat değerlendirmesi yapmak durumundayız. Emin olun ruz-i mahşerde herkes tek başına yargılanacak!