Partiler, ittifaklar seçim kampanyaları için dil arıyorlar.
Bir kere 31 Mart, hem iktidar hem muhalefet için yerel seçim olmanın çok ötesinde bir anlam kazandı bile.
Bu durum seçimi, kaçınılmaz olarak bir hesaplaşma niteliğine büründürüyor.
Hesaplaşma olduğunda da “keskinleşme” kaçınılmaz.
Bir de oy dağılımı, mutlak zafer-mutlak hezimet boyutunda olmadığı, yer yer alta düşme-üste çıkma ihtimali bulunduğu için taraflar “bir tık” üste çıkabiliriz umuduyla her alanda asılmaya çalışıyor.
Buna rağmen kamuoyu yoklamaları yüzde 30'lar civarında bir “kararsız oy” bulunduğunu ortaya koyuyor. “Kararsız oy”da ilginç olan, çoğunluğu, yine kamuoyu yoklamalarına göre daha önce Ak Parti'ye oy verenlerin oluşturuyor gözükmesi.
Bu durumda kararsız oyu etkilemek, partiler için önümüzdeki iki buçuk ayın en hayati meselesi haline geliyor.
Ak Parti için, daha önce oy aldığı insanların neden kararsız hale geldiğini çözmek, muhalefet için de kararsız oy alanındaki beklentileri okumak gibi bir iş var.
Aslında Ak Parti, kısa süre önce Ak Parti'li yerel yönetim kadrolarında önemli bir ameliyat yaptı. İstanbul ve Ankara gibi iki metropol dahil pek çok ilin yöneticilerini değiştirdi. Ki bugün de bu iki metropoldeki seçimlerin çok kritik olduğu biliniyor.
O zamanki operasyon kriteri “metal yorgunluğu” idi.
Aslında “metal yorgunluğu”nun içeriği de çok tartışılmadı.
İki metropolde 15-20 yıllık yöneticileri değiştirirken “metal yorgunluğu”nun neden tam da bunca süre sonra görüldüğü de netleşmedi.
Bu arada 100'ü aşkın HDP'li belediyeye kayyım atandı. Bu da, yerel yönetim konusunda yeni bir uygulama. Terör gerekçesi ile seçmen iradesinin yerine merkezi iradeyi koymanın -kayyımların belediye hizmetleri çok güzel olsa bile- nasıl algılandığı da bu seçimde test edilecek.
**
Başlığa 'Gönül ve siyaset' ifadesini koydum. Oradaki “Gönül” Ak Parti'nin 31 Mart'a giderken toplumun önüne koyduğu bir “belediyecilik modeli” vaadi.
Doğrusu 20 yıldır yerel yönetimlerde iktidar olan Ak Parti için yeni bir şey vadetmek zor.
“Gönül” de öyle bir şey ki, siyasette daha yola, milletin huzuruna çıkarken kuşanılacak bir özellik.
İçi doldurulsun doldurulmasın, gönül, bir insanlık kalitesi. Ve o olmadan, millete hizmet anlamında siyaset yoluna çıkılmaz.
20 yıl sonra “Gönül belediyeciliği” demek, bir iç özeleştiri niteliği taşıyor.
Bu söylemle birlikte yapılan iç değerlendirmelerde de, yerel yönetimde görev alacaklara, “Gönül” kavramıyla uyuşmayan davranışlardan kaçınılması tavsiye ediliyor.
“Kibir” vs. bu kapsamda hedefe konan kötü özelliklerden.
Yani Ak Parti diyor ki:
Geçmiş 20 yıl içinde iktidar olmanın getirdiği kimi nobranlıklar olmuş olabilir. Bundan böyle toplumla yeniden kalbi bağ kuran bir yerel yönetim dili oluşturacağız.
Aslında özeleştiri de onun içinden çıkan vaad de, bir siyasi ekol için iyi bir şey. Söylemin varıp Yunus'un “Gönül” diline dayanması da olumlu. Bu şekilde, bir ölçüde muhalefetin eleştirileri de göğüslenmiş olur. Ak Parti bunu, dikey mimari-yatay mimari alanında ortaya çıkan sakilliğe yönelik eleştirileri de, peşinen yaptığı eleştirilerle göğüsleme yöntemini uyguluyor.
Yeniden “Gönül belediyeciliği”ne dönersek ortada “Gönül”ün içini doldurmak gibi bir zorluk var.
Baştaki kazanma kaybetme psikolojisinin getirdiği keskinleşme, hesaplaşma dilinin bir toplum kesimini etkilediği muhakkak.
Kararsız toplum kesimleri de bu dil ile motive edilebilir mi? Yoksa “Gönül dili” denilen şey, daha kapsayıcı bir mahiyet mi taşıyor?
Fazıl Say meselesi, “Gönül dili” denilen şey ile mi alakalı? Ya da bu tarz bir ilişki, o ara toplum kesimleri için kuşatıcı bir yaklaşımı oluşturuyor mu?
Aslında benim kanaatimce iktidar, değiştirilme-hesaplaşma kompleksine girmeden, bütün zamanlarda “Gönül dili”ni karakter haline getirirse, kendisi de kazanır Türkiye de...
Bir de medya dili var iktidar ve muhalefetin. Orada gönül dili pek işliyor gözükmüyor. Hatta merkezlerin nispeten ılımlı dili bile medyayı kesmiyor ve orada haşin bir görüntü vermek işin raconu haline geliyor. Bakalım o alan nasıl nizama sokulacak?