Bir ara “Ahmet Taşgetiren'in itirafları” başlığı altında benim adım dolaştı sosyal medyada. Hem de bütün açıklamalarıma rağmen üç dalga halinde... Milli Gazete'den Abdülaziz Kıranşal'ın yazısı idi. İtiraf mitiraf yoktu aslında, metnin yazarı, muhafazakar camianın kişilik planında neleri kaybettiğini anlatıyor, hayıflanıyordu. Anlaşılan bizim camianın hassasiyet alanına dokunmuştu o yazı.
Geçenlerde Nihal Bengisu Karaca dile getirdi benzeri bir hayıflanmayı. Sonra Elif Çakır yazdı: “Onca kalabalığa rağmen bu nasıl yalnızlık!”
Aslında muhafazakar camiada “ne idik ne olduk?” türünde konuşmalar her ortamda gündeme geliyor. Konu siyasetle ilgi boyutunda “İktidar olduk ama kendimizi kaybediyoruz” yaklaşımına varıyor.
Ben de bir çok konuşmamda farkına varmadan dönüşmeyi anlatan “Haşlanmış kurbağa sendromu”na işaret ediyorum.
Acaba siyasetin gündeminde olan “Beka meselesi”ne bir de buradan baksak daha faydalı olmaz mı?
Hayat – Memat meselesi. Varlığınız tehlikede veya değil.
Ülke için önemli mi? Tabii ki önemli. Tehditleri önemsemelisiniz, karşı tedbirleri almalısınız. Dostun - düşmanın bilmesinde sakınca olacak kadar ortalıkta konuşmalısınız. Zaaf alanlarınızın ilanı gibi bir noktaya gelmemelisiniz. Beka meselesinin “siyaseten kullanıldığı” gibi bir intiba oluşmasına, dolayısıyla inandırıcılığının aşınmasına yol açmamalısınız vs.
Bir de sizin kimlik ölümünüz var. Bir davanız vardı, siz halen varsınız, iktidarınız var, paranız var, statünüz var, ama siz o siz değilsiniz, davanız bir yerlerde kalmış.
* * *
Bir süredir Abdurrahman Dilipak'ın yazılarına da bu mesele yansıyor. Yansıyabildiği kadar, ifadesini eklemeliyim. Dünkü yazısı, sanıyorum sosyal medyada epeyce dolaşacak olan yazılardan birisi.
Yazının başından sonundan iki cümle alayım, yazının gerisini siz düşünün:
“Artık CHP iktidarda değil..... CHP döneminde laikleştiremediler ama AK Parti döneminde AKP'liler üzerinden sekülerleştirildik. CHP döneminde laikleştiremediler ama AK Parti döneminde AKP'liler üzerinden sekülerleştirildik.”
En iyisi biraz daha alayım yazıdan:
“Sıra “Helal Disco”ya geldi. Ankara'da açılıyor. “Eğlenmek bizim de hakkımız”! değil mi! Tabii ki helal. Helal şarap, helal şampanya, helal bira, helal likör! ....Artık Kâbe'nin hemen karşısındaki AVM'de bile satılıyor bunlar. Yan taraftaki kuleye çıkıp, Kâbe'ye tepeden bakarak şampanyanızı yudumlayabilirsiniz. Ee artık bizim “Disk Jokey”lerimiz de olur
Ne var bunda. Kına gecesi yapmıyorlar mı? Onun VIP versiyonu. Daha profesyonelcesi. Hem zaten yöneticisi Kur'an Kursu mezunu, hafize. Tabii ki mahremiyet kurallarına uygun. Erkek giremez. Cep telefonu yasak. “Disko, dans müziğinin bir tarzıdır. Funk, soul, pop ve salsa ögeleri içerir”miş.
Hay Allah, bizim emekli birkaç eski kafalı hoca gitmişler, belediye başkanını ziyaret etmişler. Sabah namazında bizim camiye de buyurun, dua edelim de Allah bizi korktuğumuzdan emin eylesin demişler. “Eski kafa” adamlar. “Başkan adayı, programımızı tanıtım grubumuz hazırlıyor, onlar reklam ajansları ve halkla ilişkiler uzmanları, kamuoyu araştırma şirketleri ile çalışıyorlar” demiş. Kibarca yolcu etmişler. Sonra kendi aralarında konuşuyorlarmış, 3 nesil geçti onların zamanı ile bugün arasında, bunlar o günlerde kalmış. XYZ kuşağından haberleri yok amcaların” demişler.
Diskotek deyince mütedeyyin hanımlar için ayrı yer, aile için karma, erkekler için ayrı olmalı. Fonda enstrümantal “talaal bedrü”.
Bir arkadaş memlekette bir SPA'ya gitmiş. Tayland masajı da yapılıyor. Erkek masör de var, kadın da. Erkek masörler dolu. Aralarında bir de emekli müftü var. Grub bir işadamı grubu. Müftü fetvayı veriyor. Masörler gayrimüslüm, üstelik sağlık için yapılan bir iş sözkonusu. Caizdir. Helal!
Zaten artık memlekette herkes için her türlü fetva var. Hormonlu, geni ile oynanmış fetvalar herkese her konuda çözüm imkanı sunuyor..
.....Bu nasıl mı oldu. Artık aklımız ve imanımız servetimiz ve gücümüze yön vermiyor. Servetimiz ve gücümüz aklımız ve imanımıza hükmediyor.”
İşte bunlar da bir yürek yangısı.
Ne dersiniz, kendimize bakmalı mıyız, “Beka”mız yerinde mi?