Kur'an-ı Kerim'in Tekvir suresinin 8-9'uncu ayetleri şöyledir:
“Diri diri gömülen kızın hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman....”
İslam öncesi Arap toplumunda kız çocukları utanç sebebi sayılıyor ve doğumdan sonra diri diri toprağa gömülüyordu.
Savunma?
Savunma yoktu. Çünkü ağzı dili yoktu çocuğun.
Kur'an bunun kayda geçtiğini ve “defterlerin bir gün açılacağı”nı (Tekvir, 10), “o gün her insanın kendisi için ne hazırlamış olduğunu göreceği”ni (Tekvir, 14) bildirir. İşte orada diri diri toprağa gömülen savunmasız kız çocuğu için de adalet gerçekleşecektir.
Adalet konusunuda duyarlı olmak, Müslümanın olmazsa olmazıdır.
Bir Müslümana “Falancayı savunmak size mi düştü?” sorusunu sormak kadar abes bir yaklaşım olamaz.
“Allah adaleti emreder.”
Bir Müslüman bu Kur'an ayetini her Cuma namazında hutbedeki Hoca'nın ağzından duyar.
“Allah adaleti emreder.” Bu kadar açık, net.
“Adaleti ikame etmek-ayakta tutmak, yere düşmemesine, yerlerde sürünmemesine itina etmek”, Kur'an'la Müslümana verilen görevdir.
Hak hukuk ihlaline karşı titizlik!
Ebediyete, -hayvanlar dahil- bir başkasına, zulüm yüküyle gitmemek Müslümanın temel duyarlılıklarındandır.
İslam'ın “Hakk-ı ibad-Kul hakkı” diye nitelediği şey, belki en çok adalet alanındaki ıskalamalarla ihlal ediliyor.
Maide Suresi 8'inci ayet adalet alanındaki savrulmalar noktasında o kadar net uyarılar taşıyor ki, bu ayet cümle cümle incelendiğinde “Müslümanın sıkı adalet disiplini” hayat bulur. Gelin okuyalım:
“Ey iman edenler!
- Allah için hakkı ayakta tutan,
- Adaletle şahitlik eden kimseler olun.
- Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya sevketmesin.
- Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır.
- Allah'a isyandan sakının.
- Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.”
**
Acaba kendi içimize bakar mıyız biz, yargılayan konumunda olduğumuzda, bir kişiye, topluluğa karşı yüreğimizdeki kin kararlarımızı nasıl etkiliyor?
Peygamberimiz “Yiğit kişi güreşte rakibini yenen değildir, öfkelendiğinde öfkesini yenendir” buyuruyor. Öfke, kin, insanın kimyasını bozar, insanın kimyası bozulduğunda da adaleti ayakta tutmak kolay değildir. Çocuğunuz, eşiniz, çalışanınız, siyasette rakibiniz vs... Hadi “Öfkemi yuttum” deyin bakalım... O kadar kolay değil.
Hep söylüyorum, Türkiye'de bir yargı-adalet sancısı var.
Cumhuriyet'in başından beri var. Adaletsizliklerden en çok zarar görmüş bu iktidar döneminde de var. İktidar, döneminin başlangıcında kurulu düzenin adaletsizliğinden çekti, kapatılmaktan zor kurtuldu, sonra FETÖ güdümlü yargı döneminin çarpıklıkları geldi ve bugün de “Tehdit algıları”nın oluşturduğu iklimde “normalleştirilen” adaletsizlikler var.
En kötüsü de bu. Adaletsizliği normalleştiriyoruz, içimize sindiriyoruz, kabul edilebilir hale getiriyoruz, gerekçe üretiyoruz. Fark kalmıyor adaletsiz dönemlerle.
“Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek isteyerek yardım etmek” tarzında bir ceza yasası var.
Bakıyorsunuz mahkemeler çatır çatır bu gerekçe ile mahkumiyet kararları veriyor.
Ne ilginç değil mi, aynı maddeden bir kişinin “Hem PKK'yı hem DHKP-C'yi hem FETÖ'yü bilerek isteyerek destekliyor olmak”la suçlanıp mahkum edilebilmesi... Bu örgütlerin birbiriyle savaşıyor olmaları, ideolojik anlamda tam karşı kutuplarda bulunmaları yasa maddesinin aynı kişiye uygulanmasına mani olmuyor.
İslami alanda çalıştığınızı düşünüyorsunuz ama hakkınızda PKK'yı desteklemekten dava açılıyor, solcusunuz, FETÖ'nün can düşmanısınız FETÖ'yü desteklemekten mahkum oluyorsunuz, liberalsiniz, her şey oluyorsunuz...
Şunu yazıp bitireyim: Öncelikle adaletsizliklere gerekçe üretmekten vazgeçmeliyiz. Çünkü adalet mülkün temelidir.