Ne güzel... Söz söyleyebiliyor... Kendinde söz söyleme yetkisi görebiliyor. Üstelik bunun (yani söz söylemenin) “kazanılması gereken bir hak” olduğunu düşünmeden, “ceffelkalem” sallayabiliyor.
Kimden söz ettiğimi tahminde zorlanmayacaksınız.
Kim olabilir?
Sayın eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'den söz ediyorum.
Gül, seçimin iptal edilmesini 367 kararına benzetmiş. 367 kararında ne hissetmişse, Yüksek Seçim Kurulu'nun aldığı iptal kararından sonra da “aynı şeyleri” hissetmiş, “aynı olumsuz duyguları” yaşamış...
Bugün Sayın Gül'ü, kendisine o olumsuz duyguları yaşatanlarla kol kola görüyoruz.
Şaşırıyor muyuz?
Hayır.
Hatta, vaktiyle kendisine o olumsuz duyguları yaşatanların “çatı adayı” olarak, “kardeşi” Erdoğan'ı devirmeye soyunmuştu. Gerekli mutabakat sağlansaydı, kendisine o olumsuz duyguları yaşatanlara karşı göğsünü siper etmiş Erdoğan'a rakip olacaktı...
Utanmayacaktı...
Girişte, “söz söylemenin enikonu kazanılması gereken bir hak olduğunu” yazmıştım.
Sayın Gül bu hakkı kazanmış mı?
Bakalım:
İstanbul seçiminde şaibe olduğu bilgisi, artık Sağır Sultan'ın bile malumu... “Oy kaydırıldığı” iddiası, iptal edilen oylardaki olağandışı artış ve iptallerin özellikle bir adayın aleyhine sonuçlanması, sandık kurullarının oluşturulmasındaki usulsüzlükler, sondaj usulüyle 47 sandıkta yapılan sayımda bir aday aleyhine 300 oy farkının çıkması...
Bütün bu iddialar (şaibeli durumlar) karşısında Sayın Gül'ün hangi tavrı aldığını, “partim” dediği AK Parti'nin mağduriyetinin giderilmesi konusunda hangi sözlü çıkışları gerçekleştirdiğini bilmiyoruz.
Bilmiyoruz...
Çünkü sustu...
Konuşması gereken yerlerde “özenli” suskunluğunu korudu ve bunun siyasal bir tavır olduğunu anlamamızı sağlayacak çirkin paylaşımlarda bulundu...
CHP'li isimler defalarca YSK'yı tehdit etti...
Konuşması gereken Sayın Gül sustu.
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu, “Yüksek Seçim Kurulu, alacağı bir kararla ya Türkiye'yi aydınlığa çıkaracaktır veya Türkiye'yi kaosa sürükleyecektir” dedi... Bununla yetinmedi, YSK'yı “çete”ye benzetti. YSK üyelerinin isimlerini grup toplantısında okuyarak, terör örgütlerine hedef gösterdi.
Konuşması gereken Sayın Gül sustu.
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, rakiplerine ve YSK'ya Yüce Divan (darbe mahkemesi) göndermesi yaptı. (“Sonunuz, “Yassıada Mahkemesi'nde yargılananlar gibi olur” dedi.)
Konuşması gereken Sayın Gül sustu.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, YSK üyelerini, “Kızılay'da bile yürüyemezsiniz, yüzünüze tükürürler” diye tehdit etti.
Konuşması gereken Sayın Gül sustu.
Hayır, susmadı...
Sinik ve ikiyüzlü bir kendini gösterme çabasıyla, çıktı, vaktiyle kendisine o olumsuz duyguları yaşatanların siyasi sözcüsü olarak, partisi aleyhinde birtakım paylaşımlarda bulundu... “Hazır yeri gelmişken YSK'ya yönelik tehditler için de bir şey söyleyeyim, önce söz söyleme ehliyetimi elde edeyim” deme gereği duymadı... Yani, yine utanmadı.
Merakımı muciptir:
Susması ve konuşması gereken yerleri “mütemadiyen” karıştırıp duran Sayın Gül, acaba şu sorunun cevabını merak etmiş midir?
Kendisine “367 acısını” yaşatanlar, o günkü davranışlarından dolayı pişman mıdırlar?
Benim bir cevabım var:
Değiller...
Pişman değiller...
Bunu Sayın Gül de biliyor ama onlarla aynı fotoğraf karesinde sırıtıp durmakta bir beis görmüyor!