Samimiyetle söylüyorum, sözlerimde en ufak bir kinaye yoktur; geçmiş devlet yöneticilerimiz “bira”yı fazla kaçırmasalardı, bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu.
Böyle bir yazı yazsam, tepkiniz ne olurdu?
Lütfen açık söyleyin:
Tepkiniz ne olurdu ve nasıl bir karşılık verirdiniz?
Herhalde iyi şeyler söylemezdiniz.
En hafif ifadeniz, “Mal mısın sen birader?” olurdu...
Peki, tersini savunsaydım? “Tayyip Erdoğan bir tane bira içmiş olsaydı, bugün daha iyi bir Türkiye olurdu” deseydim tepkiniz değişir miydi?
Değişmezdi.
Mardin kökenli, İzmir'de doğma büyüme, “İzmir ideolojisini” temellük ettiği için ustalıkla “Beyaz Türk'müş gibi” yapan Yılmaz Özdil kardeşimiz bunu söylemiş: “Tayyip Erdoğan bir tane bira içmiş olsaydı, bugün daha iyi bir Türkiye olurdu...”
Olur muydu gerçekten?
Bazı bira içmişlerin yönetimini (ülkeyi 5 sente muhtaç hale getirmişlerdi) bildiğimiz için, bu soruya gülüp geçerdik, “Bu kardeş espri yapıyor herhalde” diye düşünürdük.
Hayır, espri yapmıyormuş...
Kendisi söylesin: “Samimiyetle söylüyorum, bu sözlerimde en ufak bir kinaye yoktur, Tayyip Erdoğan bir tane bira içmiş olsaydı bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu...”
Böyle dese de, ben yine de espri yaptığına inanmak istiyorum.
Çünkü karşımızda “Mizahını bilgiyle, zekâyla, yaratıcılıkla harmanlamış” bir yazar var.
İfade, dönemin Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'e ait... Özdil'i, Emin Çölaşan'dan boşalan “huysuz Kemalist” koltuğunu doldurmak üzere Hürriyet'e transfer ettiklerinde böyle demişti ve eklemişti: “Bilgiyle, zekâyla, yaratıcılıkla harmanlanmış mizah ne de hoş oluyor...”
Hoş oluyor, evet.
Harici kişilere “Mal mısın sen birader?” dedirten bu mizaha hepimiz bayılıyoruz. “Kıçına hortum bağlasınlar da, gör” dediğinde katıla katıla gülüyoruz. “Ampul kafalılar” dediğinde, kendimizden geçiyoruz. “Dangoz” dediğinde, yaratıcılıkta sınır tanımayan bu üstün mizah karşısında nereye kaçacağımızı bilemiyoruz. “Bidon kafa” dediğinde yerlerde tepiniyoruz...
Öyle yaratıcı ki...
Eskiden, himaye gördüğü medya grubundan (Cem Uzan'ın şefkatli kollarına uzanarak), rakip medya patronuna (sonradan “bizim patron” diyeceği Aydın Doğan'a) sallardı.
Çiftetelli oynayan ya da pijamalı Aydın Doğan görüntüsü hâlâ taptaze, hafızalardadır. Cem Uzan'ın televizyonu, evirip çevirip bu görüntüleri yayınlardı: Yılmaz Özdil de gazetesine manşet atardı...
Harici kişilere “Mal mısın sen birader?” dedirtecek bu kardeş, bilgiyle, zekâyla, yaratıcılıkla kalkıştığı yazılarında bol bol “ampul eleştirisi” yaptı ama İmar Bankası ve Rumeli Holding konularına hiç girmedi.
Her gün bayılarak Yılmaz Özdil okuduk ama Kepez'de ne olduğunu öğrenemedik.
Kimlerin kaç parası hortumlandı?
Kimlere şantaj yapıldı?
Hangi Rumeli Holding yöneticisinin kasasından, hangi ünlülere ait özel görüntüler çıktı? Sonradan “bizim patron” diyeceği Aydın Doğan'a ne tür “haksızlıklar” yapıldı.
Bilemedik.
Bilgiyle, zekâyla, yaratıcılıkla kalkıştığı yazılarında sol bol ırkçılık yaptı.
Kasıklarımızı tuta tuta güldük.
Kerkük'teki Kürtleri işaretle “Ker-Kürt” (eşek Kürt) diye bir manşet attı.
Bayıldık.
Kravat takmış Kürtleri “Krovat” diye aşağıladı, Ahmet Türk'e atılan yumruğu savunan rezil bir yazı yazdı.
Gülmekten öldük
İşkence görmüş Salih Mirzabeyoğlu'nun fotoğrafını gazetenin birinci sayfasında yayınlayıp, altına “Tıraş olurken yüzünü kesti, kafasını ranzaya çarptı” yazdı.
Krizlere girdik.
Hep bilgiyle, zekâyla, yaratıcılıkla yazılarına kalkıştı ama bir gün de çıkıp, “İnsanların acıları üzerine espri üretme onursuzluğunu gösteriyorum. Ben ne aşağılık, ne şerefsiz, ne sefil bir yaratıkmışım!” demedi.
Biz de bir şey demiyoruz.
Nasılsa “mal” ortada ve “eylemleriyle” kendini ele veriyor.