Biri, söylemesi ayıptır, bu satırların yazarı... İkincisi, Akşam gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz, üçüncüsü de “a haber” sunucusu Erkan Tan...
Yüzündeki “hoşgörü” maskesiyle ortalıkta dolaşan Ekrem İmamoğlu, bu üç gazeteciye, niyeyse, çok sinirlenmiş.
Susturulmalarını istiyor...
İki avukat görevlendirmiş...
Avukatlar oturmuş bir “eylem planı” hazırlamışlar.
Daha doğrusu, bir “suç duyurusu” hazırlayıp, Basın Konseyi'nin “değerlendirmesine” sunmuşlar.
Kendi kendine gelin güvey Basın Konseyi de, bu suç duyurularını ciddiye alıp, bu üç gazetecinin “yargılanmasına” karar vermiş, “savunma” istiyor.
Süreç şöyle işleyecek:
Bu üç gazeteciye “savunmanızı yapabilirsiniz” mealinde birer yazı yollanacak.
Ki, geçen hafta bu yazı adreslerimize ulaştı.
Dileyen gazeteci, Ekrem İmamoğlu'nun suçlama yönelttiği konularda “yazılı” savunmasını yapıp, Basın Konseyi'ne yollayacak. Dileyen, gidip “mevcutlu” olarak savunmasını verecek.
Basın Konseyi'nin “kendi kendine gelin güvey” hâkimleri de (!), suçlamalara ve savunmalara bakarak bir karar verecek.
Hemen söyleyeyim:
Basın Konseyi'nin verdiği kararlar, genellikle “sanık” aleyhine sonuçlanıyor. Bunları da, çoğunlukla “kınama” türünden cezalar oluşturuyor. (Sanığın “öteki mahalle”den olması şart tabii...)
Basın Konseyi'nin “savunma” çağrısını ciddiye almayabilirsiniz, yani savunmanızı yapmayabilirsiniz.
Sonuç değişmez.
Basın Konseyi oturur, yargılamasını yapar ve sizi “suçlu” çıkarır.
Başvuru sahibi de (buradaki başvuru sahibi “hoşgörülü” Ekrem İmamoğlu oluyor), Basın Konseyi'ndeki kararı alıp, mahkemeye koşar ve hakkınızda ceza ve tazminat davası açarak “ilelebet susturulmanızı” talep eder.
Hoşgörü maskesiyle dolaşan İmamoğlu'na diyeceklerimi daha sonra diyeceğim.
Önce Basın Konseyi...
Diğer iki arkadaşımız nasıl davranırlar bilmiyorum ama ben Basın Konseyi'nin yolladığı “varaka”yı afiyetle yırtıp çöp kutusuna attım.
Bu kuruluş, 12 Eylül'ün karanlığında kuruldu ve Milli Güvenlik Konseyi'ne nazire yapar gibi “konsey” ismini aldı.
İllegal bir kuruluştur.
Çünkü para harcama yetkisi dahi bulunmamaktadır. Bu hacetini, Basın Konseyi'yle Dayanışma Vakfı adı verilen uyduruk bir kuruluş üzerinden yürütmektedir.
Eskiden “meslek içi uyuşmazlıkları, yargıya intikal etmeden hallediyoruz” derlerdi, güya yargının yükünü azaltırlardı. Eğer bir konuda Basın Konseyi'ne başvuruyorsanız, yargıya gitme hakkınızdan feragat ediyordunuz.
Fetullahçılar kuruluşta hâkim olunca bu şart kaldırıldı. Hem Basın Konseyi'ne gidebiliyorsunuz, hem de yargıya başvurabiliyorsunuz. Hatta Basın Konseyi'nden aldığınız “kınama” cezası mahkemede “haklılığınızı teyidi” bile sayılıyor.
Ben bu kuruluşa üye değilim.
Daha doğrusu, böyle bir kuruluş tanımıyorum.
Bu kuruluşun verdiği kararları haksız, hukuksuz ve yanlı buluyorum.
Hatırlarsanız, Özdemir İnce, Hürriyet gazetesinde “Fransa'da mini etekli kızı diri diri yaktılar” diye bir haber yapmıştı. Haberin “yalan” olduğu ortaya çıktı. Konu Basın Konseyi'ne intikal etti.
Sonuç?
Şikâyete konu olan başka kalemlere (Engin Ardıç, Yıldırım Türker ve Ahmet Kekeç'e), sormadan, soruşturmadan bol keseden kınama cezaları kestiler... Yalan olduğu Sağır Sultan'ın bile malumu olmuş “Mini Etekli Kızı Diri Diri Yaktılar” haberinin müellifi Özdemir İnce'yi ise neredeyse ödüllendirdiler.
Hoşgörü maskeli İmamoğlu'nun başvurusu vesilesiyle, daha önce yaptığım çağrıyı tekrarlamak istiyorum:
Bana bakın muhteremler. Üyeniz değilim. Sizi tanımıyorum. Düşün paçamdan.
Bir daha adresime kâğıt gönderip “savunmamı” talep ederseniz, yargı kurumlarından rol çalan (yani kendini mahkeme yerine koyarak suç işleyen) illegal kuruluşunuz ve başkanlık görevini yürüten hanımefendi hakkında “ceza davası” açacağım, ona göre!