Hemen söyleyeyim: Benim Mehmet Bekaroğlu isimli rezil kepaze şahsiyetle bir alıp vermediğim olmadı... İsmini sıklıkla bu köşede okumanızın nedeni, yine kendisidir...
Kavgamızın üç nedeni var:
Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasını sağlayan kanun değiştirildiğinde (yani önemli bir sivilleşme adımı atıldığında), iki kişiden itiraz gelmişti. Birincisi, Fazilet Partisi'ni kapatan Başsavcı Sabih Kandoğlu, ikincisi “Milli Görüş”çü rolü yapan Mehmet Bekaroğlu...
Bu durumu “yorumsuz” aktardım.
Bekaroğlu aradı, “düzeltme” istedi.
Neyi düzeltecektim? Bu durumu eleştirmiş miydi, eleştirmemiş miydi?
Eleştirmişti ama yine de düzeltme istiyordu.
Bir kez daha, neyi düzeltmem gerektiğini sordum. Net bir şey söyleyemeyince, “O zaman bir açıklama gönder, yayınlayayım” dedim
Gönderdi. Ben de yayınladım. Ertesi gün telefon açtı. Teşekkür etti. Hatta hal hatır sordu. Karşılıklı gülüştük. Kapattık.
Sanki arayıp teşekkür eden ve hal hatır soran kendisi değilmiş gibi, ertesi gün internet sitelerinde küfür kıyamet... Bekaroğlu coşmuş... Daha doğrusu, Sabih Kanadoğlu'yla iş üstünde enselendiğini faş ettiğim için verip veriştiriyor.
Ses etmedim.
Demek ki bu karakterde bir adammış deyip geçiştirdim.
Üzerinden birkaç yıl geçti, bir kez daha kafa çıkardı. Önce, pornografi meraklısı “darbeci” Ömer Laçiner'in bana ettiği küfürleri sosyal medya hesabından paylaştı... Yine ses etmedim... Sonra tuttu, piyasadaki ruh hastalarından derlediği “dedikoduları” aktarmaya başladı. “Bu Ahmet Kekeç var ya...” filan diyerek.
Bir gazeteye (Yeni Şafak'a transferimde) bir şeyler olmuş...
Ne olmuş?
Kaç kez, “Ne olmuş, açıkla da bilelim Mehmet Bekaroğlu” diye çağrıda bulundum. Cevap yerine küfretti.
İnternetten, arama motorlarından birine isimlerimizi yazarsanız, aramızdaki kavganın ya da polemiğin mahiyetini, onun neler dediğini, benim ne cevaplar verdiğimi görürsünüz ve inanıyorum ki Mehmet Bekaroğlu adına utanırsınız.
Her defasında dünyanın dayağını yiyor, “iddialarıyla” rezil kepaze oluyor ama hâlâ Yeni Şafak gazetesine transferimde tespit ettiği şaibeyi açıklayamıyor.
Birkaç gün önce bir tweet atmıştı... “Müptezel” diyordu...
Durduk yerde üstelik...
Sonra korkup tweetini sildi. İz bırakmadığını sanıyor herhalde dangalak...
Sadece bana değil, Süleyman Özışık, Mahmut Övür, Mehmet Barlas, Sevilay Yılman, Engin Ardıç, Salih Tuna ve Halime Kökçe'ye de “müptezel” diyordu. (İsmi geçen arkadaşlar adına konuşmaya mezun değilim ama bir gün kapısında mahkeme celbiyle karşılaşırsa kabahati kendinde arasın.)
Erkek taifesini geçtik, küfrettikleri arasında iki de hanımefendi bulunuyordu...
Sordum: “Bir profesöre, bir milletvekiline, bir okur-yazara, bir aydınlanmacıya, bir entelektüele yakışıyor mu?” diye.
Bu “düşüklüğünü” yüzüne vurunca, bir tweet daha attı. Yine küfrediyordu.
Sonra, niyeyse, o tweetini de sildi.
Bu yiğit milletvekili neden korkuyor böyle? Kimden korkuyor? Haddi iddialarının arkasında duramıyor... Küfürlerinin arkasında neden duramıyor?
Bu ne tabansızlık...
Hatta bu ne şerefsizlik...
Utanmaz şey, “Ben ne rezil, ne pespaye bir adammışım böyle... Profesör olmuşum ama adam olamamışım... Bir Kemalist böyle davranmamalı... Özellikle hanımefendilerden özür diliyorum...” diyeceğine ve kendini affettirmeye çalışacağına, tükürüp kaçıyor.
HAMİŞ
Hürriyet'in taze Kemalist'i Ahmet Hakan Coşkun, Atatürk'e hakaret eden “başörtülü” Safiye İnce'ye saydırıyor: “Aşağılık, dangalak, ahlaksız, soytarı, şuursuz bünye...”
İyi ediyor da, “başörtüsüz” Mehmet Bekaroğlu da aynı Atatürk için “kefere” demişti.
Coşkun Kemalist'imiz aynı tarifeye uygulayacak mı?
Bu karakteri ve ağzı bozuk CHP'li için de “Aşağılık, dangalak, ahlaksız, soytarı, şuursuz bünye...” diyecek mi? Yoksa “dedikodu partnerine” kol kanat mı gerecek?
Hasretle bekliyoruz!