Prof. İlber Ortaylı'nın “Ben de oradaydım” diyerek yaptığı tanıklığa karşı, “Sen orada olsan ne olur? Adam Amerikancı, elinde Amerikan bayrağı var...” diyecek halimiz yok.
Çünkü elinde Türk bayrağı da var...
Buradan baktığınızda, Ortaylı haklı görünüyor.
Yabancı bir ülkenin bayrağını salladığınızda, o ülkenin adamı olmuyorsunuz.
İsmet Paşa da, elbette, “Amerikancı” filan değildi...
İlber Ortaylı'nın da belirttiği gibi, o an neci olmak gerekiyorsa, ocuydu.
Bir dönem Almancıydı...
Almanya'nın savaştan galip çıkacağı düşüncesiyle, iç siyaseti sağcı dünya görüşüne göre tanzim etmişti... Mesela millî eğitimi, düpedüz “faşist” bilinen ellere bırakmıştı.
Almanya'nın yenileceği anlaşılınca, tornistan etti. “İngilizci” bir siyaset izlemeye başladı.
Sovyetçi olduğu bir dönemi de vardı...
Sovyetler Birliği'nden mülhem “kolhoz” ve “sovhoz” uygulamalarıyla “kalkınabileceğimizi” kurduğu dönemdir bu... Peşinden “Köy Enstitüleri” gelecektir...
Anladığımız manada Amerikancı değildi ama “işbirliklerine” ve imzalanan anlaşmalara bakarak hüküm verecek olursak, merhum Menderes'e atfedilen “Amerikancı” suçlaması İsmet Paşa'yı daha çok tanımlıyordu.
Menderes, “Küçük Amerika olacağız” dediği için bu yaftayla yaşadı. Amerikancı bir darbeyle gönderildiği halde, bu yaftadan kurtulamadı.
Ama İsmet Paşa, “Ortanın solundayız” dedi diye, Türk sol entelektüeli tarafından yıllarca “solcu” ve “anti-emperyalist” muamelesi gördü.
Amerikancı bilinen Menderes, Amerika'nın ekonomik tahakkümüne ve “Türkiye tarım ülkesi olarak kalmalıdır” baskılarına rağmen sanayileşmeyi düşündü. Bu konuda “kayda değer” adımlar attı. Sovyetler Birliği'yle kredi anlaşmaları imzaladı. Enerji tesisleri açtı...
Bedelini de, 27 Mayıs darbesiyle, “asılarak” ödedi.
Solcu ve anti-emperyalist bilinen İsmet Paşa ise Amerika'nın çizdiği sınırların dışına çıkmadı.
Türk sol entelektüelinin “ilerici” ve “bağımsızlıkçı” ilan ettiği 27 Mayıs darbesinin bildirisi şu cümlelerle başlıyordu: “Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO'ya bağlıyız...”
Bildirideki “bütün ittifaklar ve taahhütler” ifadesi, İsmet Paşa'nın imzaladığı anlaşmalara atıf yapıyordu elbette.
İlk anlaşma 1 Nisan 1939 yılında, Atatürk'ün ölümünden hemen sonra imzalandı. “Her konuda müsaadeye mazhar” ülke olarak tanımlanan ABD'nin sanayi ürünleri için yüksek gümrük indirimi öngörülüyordu. Cumhuriyet döneminin ilk “kapitülasyon anlaşması”dır.
23 Şubat 1945'te imzalanan “karşılıklı yardım anlaşması”, Amerika'nın istediği bilgilerin “kolaylıkla” teminini sağlıyordu.
12 Temmuz 1947 anlaşması ise Amerikan askeri varlığının üslenmesine imkân tanıyordu. Bu dönemde Amerika, sadece askeri varlığıyla değil, “istihbarat” birimleriyle de “içimize” girdi.
Birileri, “Mecburduk... Yoksulduk... Müttefikimiz yoktu... Amerikan desteğiyle biraz kendimize gelebildik. Bu sayede çocuklarımız hiç değilse süt içebildi” diye yazıyor ama işler hiç de öyle değildi.
Mesela, İsmet Paşa, 27 Şubat 1946'da Amerika'yla bir “kredi anlaşması” imzaladı.
10 milyon dolar borç aldık.
Bu parayla savunma malzemesi satın alacaktık. Bunlar, “savaş artığı” malzemeler olacaktı ve mülkiyeti ABD'de kalacaktı. Şart buydu.
Öyle yaptık. Amerika'nın kırık dökük, işlemez savunma malzemelerini aldık ve mülkiyetini Amerika'ya bıraktık. Bir ton da faiz ödedik.
Bunları, Yılmaz Özdil'in yerli ve millî paşası İsmet Paşa yaptı.
Salladığı bayrağa bakarak “Amerikancıdır” yaftası yapıştırmamalıyız ama bütün bu netameli işlerin altında o paşanın imzası vardır maalesef!