Hiçbir gerçek, hayalin tetiklediği beklentileri karşılayamaz..
Rol modeliniz Peygamber, rol modeliniz Hz. Haacer, Hz., Meryem, Hz. Asiye, Hz. Fatıma, Hz. Aişe, rol modeliniz Hz. Ömer, Hz. Ali, Fatih, Akşemseddin, Edep-ali olunca siz de onları arıyorsunuz tabii ister istemez.
Aslında biz zihnimizde o kişileri olduğundan çok farklı bir şekilde yeniden yapılandırıyor ve konumlandırıyoruz, çevresiyle ilişkilendiriyoruz. Sonra da bugün Ankara sokaklarında onları arıyoruz. Zor. Yüzlerine, sözlerine, işlerine bakınca onları hatırlıyor musunuz desem! Onlar gibi mi yaşıyoruz.. Ama öyle konuşuyoruz. Böyle bir “hayal ülkesi”nden gerçek dünyaya döndüğümüzde, insanlar Erdoğan'ı seviyor. Çünkü o dindar bir profil çiziyor, risk alıyor ve uğruna mücahede ettiği bir davası, hayali var. Hayal gerçeğin anasıdır.
İşte tam burada ciddi bir sorun var. İnsanlar Erdoğan'ın etrafında yeni, bu role aday, onun sözlerinin ve iddialarının yansıması olan yeni “kahramanlar” görmek istiyor. İşte asıl sorun da burada..
Erdoğan'ın bu dikenli yollardan nasıl geçip geldiği belli. Bir hayat hikayesi var. Hayatının bir aroması var. Onun görüyor, hissediyorsunuz. O zaman halk soruyor, peki bunlar kim.
Din ve tarih nasıl zihnimizde çok üstün özellikleri ile yeniden yapılandı ise, halkın zihninde Erdoğan'ın da öyle bir yeri var. Bu “hayal” bize, sadece, dinden ve tarihten miras değil, Kemalizm de seküler kutsallar üretti ve eşsiz ve kurtarıcı “ulu önder”ler, “tek adam”lar koydu önümüze..
Halk üstün lider profilinden öyle büyük bir beklenti içindeki, onu olağanüstü bir güce dönüştürüyor. Hatta kendini basit, aciz görmeye başlıyor. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” anlayışı buradan geliyor. Birilerini çok yükseltirseniz, kendinizi aynı oranda alçaltmış olursunuz.
Lidere olan bağlılık yanında liderin çevresindekilerin acziyeti ve onu kendine benzeten halk gözünü lidere diker ve çevresindekiler ile sorun yaşar. Lider olduğundan büyük gözüküyorsa, çevresindekiler de bunun farkındaysalar, onu devirip ya da o gidince yerine geçmek için kendi içlerinde bile acımasızca bir rekabete girişirler.
Erdoğan son konuşmasında, din, tarih, geleceğin inşası konusunda çok yüksek bir seviyeye işaret etti. Çevreme baktım, sordum, halkın zihninde, bildik isimler arasında bu hedef ve vakıa arasında hemen “işte bu” diyecekleri bir ilişki kurulamadı. İsimlerin çoğu toplumda karşılığı olan kişiler değil. Belki bu vesile ile kendilerini isbat edecekler.
Milletvekili profilinde de beklenti çok yüksekti, bakanlar kurulunda da. Türkiye'yi 2023'e taşıyacak bir kadrodan söz ediyoruz. Başkan, göreve başlarken yaptığı konuşmada “ahlaki alai”den söz ediyor, “edeb-ali”den söz ediyor ama, devlet, belediye, STK'larda insanlar işittikleri ile gördükleri arasında bir fark olduğunu düşünüyorlar. En azından böyle bir algı var. Bu gerçek olmayan, bir algı yönetimi sonucu oluşan bir kanaat da olabilir, ama bunu düzeltmediğimiz sürece gelip buraya takılacağız.
“Çınar altında ot bitmez” diye bir söz vardır. Bu tür ortamlarda gözler lidere çevrilir, altakilerin esamesi okunmaz ve zamanla onlar birer “günah keçisi”ne dönüşürler. Halk her olumsuz işten onları sorumlu tutar. Siyasetnamelere baksalar, buna benzer yaşanmış birçok örnek var. Ama gider yine aynı yanlışı yaparız.
Bir de en büyük sorun, lider gittiğinde bu siyasetin hazzına varmış, her biri kendini lider yerine koymaya aday bir sürü iktidar aşığı çıkar ortaya ve kendi aralarındaki kavga bazan devlete de zarar verir. Onun için daha işin başında kifayetsiz muhterislerin bu işlerden uzak tutulması gerek.
Tabii daha kadro tamamlanmadı. Bakanlar, bakan yardımcıları ile desteklenecek. Bakanlar politika üretmeyecek, verilen talimata göre icracı olacak. O açıdan baktığınızda çok da önemli değil.
En azından bugünkü yapı, dünkünden daha kötü değil. Ben beklentinin yüksekliğinden söz ediyorum.
Bakan yardımcılarını da görmek gerek. Bakan, bir bakıma bakan yardımcılarının koordinasyonunu yapacak ve onların Beştepe ile arasında köprü olacak.
Şunu görelim, bu bakanlıklar, eski bakanlıklara benzemiyor. Bakanların değiştirilmesi de her zaman mümkün. Bakarsınız yerel yönetimlerden sonra yeniden köklü ve kapsamlı değişiklikler yapılmış. Performans öne çıkıyor bu yapıda.
Politika kurullarının nasıl örgütleneceğini de bir görmemiz gerek. Bu kurullarla bakanlık arasındaki ilişki ve uyum da ayrı bir konu. Çatışma halinde kim gider bakalım. Çatışma olmayacaksa bakan mı kurula, kurul mu bakana hakim olacak. Bunları kağıt üzerinde modellemek zor değil, ama uygulamada sorunlar kaçınılmaz. Özellikle de yüksek başarı, yüksek risk, yüksek kayıp/zarar durumunda taraflar birbirine giriyor, birbirini suçluyor. Ortaklıklar da böyle zamanlarda kriz yaşar, eğer o ahlaki alai'ye sahip değilse taraflar ve rızıklarına razı değillerse o kişiler.
Burada Cumhurbaşkanı orkestra şefi gibi olacak.. Tabii bu sistemin nasıl işleyeceğini bize zaman gösterecek. Bu sisteme ayak uyduramayanlar gidecek. Geçiş döneminde birtakım zorluklar da yaşanacak. Hani bizim geleneğimizde “sofradan doymadan kalkmak” diye bir şey var. Keşke politikacılar ve yerel yöneticiler, Oda, vakıf, dernek yöneticileri de “doymadan masadan kalkmayı” bilebilseler.. İhtirasla istediğimiz her şey bizim imtihanımız olur. O şey bizim için dua ile istenen belaya dönüşebilir..
Amaaan!. Sonuçta bütün bunlar birer imtihan. Her şey Allah'ın iradesi içinde. Biz işimize bakalım. İyi-kötü ne varsa geçicidir. “Bu da geçer ya hu”. Bütün bunlar olmayacaksa, birileri nasıl cennete ya da cehenneme gidecek!
Biz bütün bunlar olurken nerde duruyoruz, ne yapıyoruz? Ben hangi düşünce, plan ve hesapla bunları yazıyorum.. İşte asıl mesele bu.. Kim iktidar nimetlerini kasasına aktarmak için kapalı kapılar arasında pazarlık yapıyor, hangi vekil/bakan/Bürokrat, “ben kendi ailemin bile sorumluluğunu üslenmekte aciz kalırken, Allah bana bir ülke halkının sorumluluğunu verdi, şimdi O bana yardım etmezse ben ne yaparım” diye gözyaşı döküyor acep!
Benim kurtarıcı aradığım yok. Benim akıbetimi tayin edecek olan benim amellerimdir. Allah'ın kaderi gerçekleşecek. O dilerse bunu kafirler eli ile de yapar. Bir alimle değil, çobanla da yapar. Beni ilgilendiren bir bu anlamda Allah'ın bizden istediği sorumluluğunu gereğini yerine getiriyor muyuz? Yoksa ben “Kaderimi değiştirecek” (Haşa) bir “İlahçık” aramıyorum. Benim Rabbim Allah'tır! Ne din, ne devlet büyükleri benim İlahım ve Rabbim değildir, Kaderim, rızgım ve ecelim Kadir-i mutlak ve bir olan Allah'ın elindedir. Duam o ki, Allah bunu iktidar verdiği kardeşlerimizin eliyle, onları rızasına vesile kılarak yapsın da, onlar da nimet verdiklerinin yoluna dahil olsunlar. Değilse, gazaba uğrayacak ameller peşinde koşanların canı cehenneme.
Şunu diyebiliyor muyuz: “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim, bana seni gerek seni. Sen beni sabreden, şükreden ve direnenlerden bulacaksın. Kader, rızık ve ecel Senin elindedir. Sen bizi rızanın tecellisi kıl, bizim ellerimizle zalimleri cezalandır ve mazlumlara yardım et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bize hakkı hak, batılı batıl göster, Hak'da toplanmayı nasib et.
Yeni Bakanlar Kurulu inşallah hayra vesile olur. Cuma günü görev başı yapacak bakanlar, cumanın ruhaniyeti ile madden ve manen abdest alıp, arınır ve yeni bir başlangıç yaparlar inşallah. Selâm ve dua ile.