Dolar

32,2656

Euro

34,7181

Altın

2.408,65

Bist

10.267,09

PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler?

Aytekin Yılmaz anlatıyor: 17’sinde öldürülen Şimel, sevgilisiyle görüşteyken bıçaklanan Ramiz, dağda kurşuna dizilen Sorgul, 'Hakkımdaki ölüm kararını ben uygularım' diyen Devrim ve diğerleri...

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-08-14 01:53:36

PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler?

"PKK içinde, Mehmet Şener gibi yüzlerce infaz var. Oğulları, kızları devlet güçleri tarafından öldürülenler, köyleri yakılıp yıkılanlar, faili meçhullerle karşılaşanlar şu veya bu şekilde haklarını arayabiliyor, seslerini duyurabiliyorlar. Oğulları, kızları kendi arkadaşları tarafından, PKK tarafından infaz edilenler ise bir sessizliğe gömülmüş, hayattan tamamen kopmuşlardır. Bu aileler için başvurulacak bir makam yoktur… PKK, örgütlerinin isimlerinde, yazılarında, konuşmalarında, ‘demokratik’ sözcüğünü çok kullanıyor. Bu sözcüğü çok kullanarak demokrat olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor. Demokratik ulus, demokratik vatan, demokratik özerklik vs. sözcüklerini sık sık kullanarak demokrat olamazsınız. Demokrat olmanın tek ölçütü vardır. O da ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü yaşama geçmeden demokrat, demokratik olamazsınız. PKK’nin övgüye değil, eleştiriye ihtiyacı vardır. PKK’yi ilerletecek olan eleştiridir. Özeleştiri de şüphesiz önemlidir."

5 Ekim 2010’da rizgari.com’da yayımlanan bu satırlar, Kürt sorununa ilişkin çalışmaları ve görüşleri nedeniyle hayatının yaklaşık 18 yılını cezaevinde geçiren İsmail Beşikçi’ye ait.

“Devrimci şiddet”, “parti kararı”, “merkez komitesi tasarrufu” veya “ihanet”, adını ne koyarsanız koyun, eski, çok eski bir hikâye bu. Misal, dünyada sol, hâlâ Bolşevizm’in liderlerinden Nikolay Buharin’in 1938’de idam edilmesini tartışıyor. Yaklaşık 50 yıl sonra itibarı iade edilse de, gri alandaki soru aynı; "ihanet" mi etmişti, yoksa görüşleri mi tehlikeli bulunmuştu?

Sosyalizmin sembol ismi Rosa Luxemburg’un, 1919'da Almanya’da kendilerini "sol"da kabul eden “vatanseverler”in yönlendirmesiyle linç edilerek öldürülüp nehre atılmasını hatırlayın. Her şeye kadir ”merkez komite”lerinin sorgulanamayan kararlarına, “çürümüş bir ceset”e benzettiği “bürokratik parti” yapılarına isyan ederken “Tarihsel olarak, gerçekten devrimci bir hareket tarafından işlenen hatalar, en zeki merkez komitesinin yanılmazlığından son derece daha verimlidir” görüşüyle donmuş yapılara isyan eden… “Hareket etmeyenler zincirlerini fark etmezler. Özgürlüğün fikri, kendisinden daha değerlidir” diyen… Ve tarihin cilvesine bakın ki, Diyarbakır’daki bir afişten hareket eden acar savcılığın soruşturma evrakına “PKK terör örgütü üyesi” olarak kaydedilen Rosa Lüksemburg!

Kürt sorununa çözüm yolunda hayatı boyunca gözünü budaktan esirgemeyen Beşikçi, örgüt içi infazları mahkûm ederken kadim bir tecrübeden hareketle demokrat olmanın tek ölçüsünü “ ifade özgürlüğü”ne bağlıyor.

O tecrübenin sağ tarafını biliyoruz; “Davadan döneni vurun!”

Peki “sol” örgütlerde neler oldu, neler “ihanet” sayıldı, hangi gerekçelerle canlara kıyıldı, işkenceler yapıldı?

Bu cinayetleri diyelim ki “devrimci şiddet” gibi gerekçeler yaratarak işleyenler arınıp örgütlerini güçlendirdiler mi, yoksa “katil devlet”in tetikçilerine benzer işlere bulaşıp kirlettiler mi?

Sorgulanmayan kararlar örgütleri nereye götürür? Zamanla partilerin yerine merkez komiteleri, onların da yerine kararları/talimatları sorgulanmayan şahıslar geçmez mi? “Her şeyi bilen” merkezlerin altındaki insanlar konuşabilir mi? İnsanlar konuşamazsa hesap nasıl sorulur, kitle örgütü “demokratik” olma vasfını neye dayanarak iddia edebilir?

Bir örgüt içinde farklı görüşler olması zaaf mıdır? Ve “farklı düşünce” bir “parti suçu” olabilir mi?

Ve “işkencede çözülme” iddiasıyla cezalandırma ne kadar meşru olabilir? İnsanlardan nereye kadar “fevkalade” davranışlar bekleyebilirsiniz? “Çözülme”nin zarar vereceği örgütler “illegal” yapılanmalar olduğuna göre, çözülmeyle zarar gören bir örgüt, işkence gören mensubu “rızai bir tavır” sergilemiş gibi infaza mı yönelmelidir? Yoksa tek “çözülme”den bütün yapılanmaya gelen zararın, bir örgütlenme zaafı olduğunu mu sorgulamalıdır?

İnfaz ve işkencelerle örgütün alt düzeyine aynı zamanda güç gösterisi yapmanın bedelinin insan hayatı olması kabul edilebilir mi, “omertà yasası” işletilip cinayetler seyredilebilir mi?

Nihayet, cana kıymak, yargısız infaz sadece devlet yaptığı zaman mı bir “insanlık suçu”dur?

Soru çok, tecrübe derin, yüzleşme zor, hesaplaşma çetin. Türkiye’de sol, toplumsal muhalefet kanalını ifade ettiğini öne sürüyorsa, bu kanalın temizlenmesi gereği de ortada. Özgürlüğü savunmayı, farklı olana saygıyı başka zamanlara ve yerlere bir kez daha havale etmemek için konuşmak, hesaplaşmak lazım.

Unutmamalı; adlarının önünde ne olursa olsun, zorbaların en büyük zaferi, buyruğundakileri de kendi kılığına büründürmesidir!

İşte, kanla da kirlenen bir mazinin muhasebesi yolunda çok önemli bir kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı: “Yoldaşını öldürmek!”

Adı özet bu kitabın yazarı Aytekin Yılmaz.

1992’nin 24 Mart’ında Bayrampaşa Cezaevi’ne 25 yaşında bir PKK’lı olarak giren Yılmaz, 25 Temmuz 2001’de Gemlik Hapishanesi’nden çıktı. Bugün Mahsus Mahal Dergisi Yayın Yönetmenliği’nin yanı sıra kurucusu olduğu derneklerde çalışmalarına devam eden Yılmaz, cezaevinde geçen 9 yıl 4 ay 15 günde ve sonrasında tanıklıklarını önce 2003’te çıkan “Labirentin Sonu: İçimizdeki Hapishane” kitabında anlattı.

Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner’in editörlüğünde ve sonsözüyle yayımlanan “Yoldaşını Öldürmek” kitabında, Aytekin Yılmaz yazdıklarına bu kez, birlikte başka bir dünya savundukları örgütlerin yaşama hakkı tanımadığı kadın ve erkeklerin hikâyelerini ekledi.

DHKP-C tarafından 17 yaşında öldürülen Şimel Aydın, TİKKO’nun göğsünde kaşık sapından yapılmış kör bıçak bıraktığı Ramiz Şişman, PKK’nın kendisine reva gördüklerine katlanamadığı için başını duvarlara vuran Sorgul ve daha fazlasının yer aldığı bu kitaba bir giriş için buyrun.

‘1990 ve 2000 arası örgütler hapishanelerde iktidar oldu’

- 1990’ların Bayrampaşa Cezaevi’ni bilmeyen birine nasıl özetlersiniz?
Bayrampaşa Cezaevi, cumhuriyet tarihinde araştırılması, yüzleşilmesi gereken, Dersim ’38, 6-7 Eylül yağması, Maraş katliamı ve Diyarbakır hapishanesi gerçeği gibi olgulardan biridir. Bayrampaşa hapishanesini hem devletin 19 Aralık 2000’de yapmış olduğu “Hayata Dönüş operasyonu” bakımından, hem de örgüt içi infazlar bakımından araştırılması gerekmektedir. Sol demokrat çevreler devletin 19 Aralık operasyonlarını anarken, örgüt içi infazları anmamaktadırlar.

- Onca hapishane arasında Bayrampaşa Cezaevi’ni ayırt eden ne?
Cezaevlerini üç döneme ayırıyorum: 1923-1980, 1980-1990 ve 1990-2000 yılları arası. Üçüncü dönemin diğerlerinden farklı olarak özel bir yeri var, çünkü bu dönem, hapishane içinde hapishanelerin kurulduğu bir dönemdir.

- “Hapishane içinde hapishane” ne demek?
1990 ve 2000 yılları arasında hapishanelerde radikal sol örgütler iktidar oldu ve merkezi Bayrampaşa olmak üzere büyük birkaç hapishanede ‘hapishane içinde hapishane’ kurdular. Bu hapishanelerde örgüt içi infazlar yapıldı, “gereksiz şiddet” kullanıldı.

‘10 yılda 5 bin siyasi mahpus örgütlerinin işkencesine maruz kaldı’

- Sizce şiddetin gereklisi var mı?
Nazi toplama kamplarını yazan Primo Levi “Boğulanlar ve Kurtulanlar!” kitabında bu deyimi kullanmıştı. Ben de ilk okuduğumda böyle bir tepki vermiştim. “Gereksiz şiddet” ihtiyaç fazlası uygulanan bir şiddettir. Diyelim ki kurbanı eninde sonunda öldüreceksiniz, “gereksiz şiddet” öldürmeden önce kurbana yapılan işkencenin zamana yayılmasıdır. Nazi kamplarında tek amaç vardı: Kamplardaki Yahudilerin tamamının öldürülmesi. Bazı kamplarda bu işlem hemen yerine getirilirken, bazı kamplarda zamana yayıldı. Bayrampaşa’da da radikal sol örgütlerin kurduğu hapishane içindeki hapishanelerde böyle bir yönteme başvuruldu. Ölüme mahkûm edilmiş olanlara sürece yayılmış işkenceler yapıldı. ’90 ve 2000 yılları arasında 5 bin civarında siyasi mahpusun, örgütlerin bu uygulamalarına maruz kaldığını söyleyebilirim. Bayrampaşa tutukevi olduğu için sürekli bir sirkülasyon vardı.

- Bayrampaşa’da kaç örgüt, kaç koğuş, kaç kişi vardı?
Bayrampaşa Sağmalcılar’da C blok, siyasilerin kaldığı bloktu, 12 koğuş vardı. Örgütler ayrı ayrı koğuşlarda kalıyordu. Bir koğuşta 70 kişi kalan da vardı, 10 kişi kalan da. Bir dönem nüfusu yaklaşık 800'dü. PKK, Rizgari dâhil iki üç Kürt örgütü, gerisi Türk solundan olmak üzere 10 civarında örgüt vardı. Hapishane içinde hapishaneyi kuranlar, başta PKK, DHKP-C ve TİKKO olmak üzere devrimci şiddeti mücadele biçimi olarak benimseyen radikal sol örgütlerdi.

- Cezaevinde baskın örgüt hangisiydi?
Kürtlerde PKK, Türk solunda DHKP-C.

‘Örgütler yoldaşlarını en çok çözüldükleri için öldürdü’

- Bu iki örgüt arasında üst alt ilişkisi var mıydı?
Örgütler arası konsey olur, herkes bağımsızdır. Birilerinin “içişleri”ne karışmazlar, bu infazlar için de geçerlidir. 1992’de Bayrampaşa Cezaevi’ne girdiğimde bazı infazlara tanık oldum. Saydığım örgütler “hain”, “ajan”, “işbirlikçi” diyerek yoldaşlarını öldürdüler, onları en çok da poliste çözüldükleri için öldürdüler.

- PKK’nın yaptırdığı bir araştırmaya referansla kitabınıza şu notu düşüyorsunuz: “Sorgulananların yüzde 98’i poliste çözüldü.” Bu doğruysa sadece bir grubun ölüm cezası almasına sebep olan ne?
Polise verdiğiniz bilginin ehemmiyeti. Mesela verdiğiniz bilgiyle bir yoldaşın ölümüne sebep vermek gibi kritik bir çözülme yaptıysanız örgüt hakkınızda karar alabilir, yine örgütten insanların yakalanmalarına sebep olmuşsanız bu kararı alabilirler. Ama yoldaş ölümüne sebep olmamasına rağmen öldürülenler de oldu.


DHKP-C 17 yaşındaki Şimel’i nasıl öldürdü?

- “Yoldaş ölümüne sebebiyet verme” iddiası nasıl ispatlanıyor? Ya da ispatlanabiliyor mu?
Polis sorgusundan geldikten sonra örgütün yaptığı ikinci bir sorguyla karşılaşıyorsunuz. Sorulduğunda zaten söylüyorsunuz sorguda olup bitenleri. Ayrıca polis ifade tutanaklarını alıp okuyorlar! Örneğin, Şimel için örgüt, iddiayı “yoldaşların ölümüne sebebiyet vermek” olarak açıklıyor.

- Anlatır mısınız, Şimel’in başına ne geldi?
Şimel Aydın, 17 yaşında İstanbul’da DHKP-C’ye yönelik bir operasyonda yakalanıyor. Sorguda birçok şey anlatıyor. Tutuklandıktan sonra örgüt süreci rapor etmesini istiyor. Yaklaşık 20 gün sonra koğuşundaki örgüt sorumluları ajan olduğunu iddia ederek Şimel’i gözaltına alıyor.

‘İki yıla varan ranza hapislerinde konuşmak yasaktı’

- Hapishanede gözaltı nasıl oluyor?
“Uygulama” denilen ranza hapsiyle. Sizi ranzaya koyuyorlar ve sadece tuvalet ihtiyacınızı gidermek için o ranzadan kalkabiliyorsunuz. Bu uygulama cezası durumunuza göre değişebilir, bazen günlerce, bazen aylarca sürebilir bu hapislik. DHKP-C’nin bazı kişilere iki yıl süre ranza hapsi verdiğini duydum. Bittiğinde konuşmakta zorlananlar olmuş. Bir arkadaşım PKK koğuşunda 9 ay kaldı, uygulama bittiğinde ağzından ses çıkaramıyordu! Çünkü uygulamada kaldığınız sürede herhangi bir kişiyle konuşmanız yasaktır.

Şimel bu ranza hapsinin ne anlama geldiğini bilmediği için başta ses çıkarmıyor. Bir süre sonra koğuş sorumluları geceleri Şimel’i yemekhaneye indirerek sabaha kadar sorgulamaya başlıyor. İddiaları reddediyor, yalvarıyor ama nafile. Sonunda intihar girişiminde bulunuyor ve iki kol bileğini kesiyor.

Örgütün ajan dediği kıza babasından ‘örgüte yardımcı ol’ telkini!

- Bunun üzerine DHKP-C geri adım atıyor mu?
Aksine, daha da zor günler yaşatıyorlar Şimel’e. Örgüte sempati duyan babası ve annesi ziyaretine geldiğinde “örgüt ablası” da yanında bekliyor. Babası örgüte yardımcı olmasını istiyor. Kitapta doğrulatamadığım için yazamamıştım ama sonra doğrulattım, babası örgüte yardımcı olmasını isteyince Şimel, “Öyle diyorsun ama bana ajan diyorlar” diyor.

- Ailesi kime inanıyor?
Şimel’in ailesine maalesef ulaşamadım. Belki bu kitap vesile olur. Anladığım kadarıyla, babası kızının devrimci olmasıyla gurur duyan bir baba, örgütün ona zarar vereceğini düşünmüyor. Sonra günlerden bir gün gidip cenazesini alıyorlar.

- Nasıl öldürüyorlar Şimel’i?
Tutukluluğu sürerken koğuşta serbest bırakma kararı alıyorlar. Hatta Şimel çıkınca bir yoldaşına “Arkadaşlar doğru olanı yaptılar, ben gereksiz heyecanlandım” diyor. Ama yaklaşık bir hafta içinde sorgulamalar yeniden başlıyor.

Gece yarısı kadınlar koğuşunu inleten ‘Anneee’ çığlıkları

- Sorgulamalar yemekhanede yapılıyorsa gardiyanlar veya koğuştaki diğer kadınlar bu olanları duymuyorlar mı?
Koğuşta bulunan bir kadınla konuştuğumda ikinci gözaltı sürecinde bir sabah çocuk çığlığı ile uyandığını söyledi. Koğuşun hepsi de onun gibi uyanıkmış.

- Ve kimse bir şey demiyor mu?
Hayır, yataklarından çıkmadan bekliyorlar. 30’a yakın örgütten kadın var o koğuşta ve bir kız çocuğunun “Anneee” diyen çığlıklarını dinliyorlar. Görüştüğüm tanık "yavaş yavaş artan ve sonunda çığlığa dönüşen bir bağırma" diye tarif etti duyduklarını.

‘Farelerde denedikleri elektrik işkencesini Şimel’e uyguladılar, sonra boğarak öldürdüler'

- Ateş mi?
Hayır, elektrik. Manyeto bu etkiyi yapar, yaşadığımdan biliyorum. O dönem de erkekler koğuşunda güvercinlere ve lağım farelerine elektrik akımı vererek tatbikat yapıyorlarmış. Bildiğiniz büyük radyo pilleri, manyeto pilleriyle yapıyorlar bunu. Başka yerlerden de doğrulattım bu bilgiyi.

- Örgüt üyeleri 12 Eylül darbesiyle devletten gördüğü işkenceyi yoldaşlarına mı uyguluyordu?
Aynen öyle. Şimel bunlara rağmen çözüldüğünü kabul etse de ajan olduğunu iddiasını reddediyor. Ama örgüt ölüm cezası veriyor. Ve 21 Ağustos 1994 gecesi uykusunda bir grup kadın yoldaşı onu boğarak öldürüyorlar.

‘Nöbet tutturarak suça ortak ettiler, 30 kadın ‘Şimel’i biz öldürdük’ dedi’

- Koğuştaki onca kadın 17 yaşında bir kıza elektrik verilmesine, öldürülmesine seyirci mi kalıyor?
Bir şey diyememişler. Yıllar sonra öğrendim, Şimel öldürüldüğünde Rizgari davasından Recep Maraşlı ve arkadaşları DHKP-C’ye tavır alıyorlar, onlarla diyaloglarını kesiyorlar. Ama koğuşta, nöbetçileri değiştirerek insanları suça ortak ediyorlar. Hatta daha sonra hapishane idaresi “Şimel'i kim öldürdü” diye sorduğunda, 30 kişi “Biz öldürdük” diyor.

‘İnfaz sonrası halay çekilir, koğuşlara tatlı dağıtılırdı!’

- İnfaz ertesinde cezaevinde neler oluyor?
Ben iki olayda halay çekildiğini gördüm. Biri 1990'lı yıllarda gerillalar karakol basıp 20-30 askeri öldürdüğündeydi. Bana korkunç gelirdi. İkinci halay da yoldaşlarını öldürdükten sonra çekilen halaydı. Bir de üstüne koğuşlara tatlı dağıtırlardı. Öldürdükleri insan dün arkadaşlarıyken bunu yaptılar! İnanabiliyor musun bunlara? Hatta 1996 yılında Buca'da DHKP-C birini öldürtüyor, bu sırada başka bir cezaevinde olan kardeşine tatlı ikram ediyorlar. Yemeyince de sorun yaşanıyor diye duymuştum.

- Cezaevinde bedenlere ne yapılıyor?
1996 yılında Hasan Hüseyin Er'i öldürüp kapının önüne koyan TİKKO idareye haber veriyor, gönderdiği haberde şöyle diyor: "Gelin çöpünüzü alın.”

- Saydığınız örneklere dair akla takılan bir soru; örgütünün infazına itiraz edenin başına ne gelirdi?
Hakkında “Acaba onu niçin savunuyor” diye düşünülüp işbirlikçilikle suçlanırdı. 1996’da Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde böyle bir şey olmuş. Bana anlatılanlara göre, DHKP-C kadınlar koğuşunda bir kadını öldürüyor, başka bir kadın “Niye yapıyorsunuz, ben onu tanıyorum, öyle biri değil” diyerek itiraz ediyor ve ona ölümden beter etme cezası veriyorlar.

T24'TEN HAZAL ÖZVARIŞ'IN RÖPORTAJININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!

Haber Ara