Dolar

32,3374

Euro

34,8108

Altın

2.390,60

Bist

10.276,88

Erken seçimi kim istedi?

9 Yıl Önce Güncellendi

2015-08-26 12:36:55

Erken seçimi kim istedi?

Gerçekleştirilen koalisyon görüşmelerinden bir sonuç alınamadı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 45 günün bitiminde seçim hükümeti kurmak için sayın Davutoğlu'nu görevlendirdi.

YSK da 25 Ağustos'ta, 1 Kasım 2015 tarihinde erken seçime gidilmesinin kararlaştırıldığını resmen duyurdu.

Fakat 25 Ağustos'ta sayın Bahçeli'nin danışmanlarının yönlendirmesiyle gerçekleştirdiği basın açıklaması da kafaları olabildiğince karıştırdı.

Çünkü o açıklamadan anladık ki, Bahçeli'nin danışmanlarına göre erken seçimi isteyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ta kendisiydi.

25 Ağustos'taki konuşmasında da sürekli Cumhurbaşkanı'nı eleştiren Bahçeli'nin, Erdoğan'ı Türkiye'deki bütün olumsuzlukların fâili gibi göstermesi bizi fazla şaşırtmadı.

Bahçeli'nin danışmanlarına göre “erken seçimin suçlusu” da Erdoğan'dan başkası değildi. Bu arada açıkça belirteyim ki, “seçim ve suç” kavramlarının yan yana zikredilmesi bana oldukça itici geldi.

Sadece şu kadarını söylemekle yetineceğim. Bu ülkede herkesin suçu olabilir elbette. Çünkü beşeriz; o halde şaşabiliriz.

Ancak demokratik bir ülkede suç olarak adlandırılamayacak tek bir eylem var ki; o da “seçim”dir.

Dikta ile yönetilen ya da krallık sisteminin hakim olduğu ülkelerde elbette seçim büyük bir suçtur. Halkın takdirinin önemsenmediği böyle ülkelerde seçim kararı alanlar “suçlu” olarak adlandırılabilir.

Ancak demokratik ülkelerde seçim kararı almak bir suç ya da kötülük değil, demokratik duyarlılığı gösteren önemli bir erdemdir.

Cumhurbaşkanının niyeti şu ya da bu olabilir. Bunu sorgulamak siyasilerin işi olamaz. Çünkü siyaset, belgelerle konuşma sanatıdır.

İnsanların içlerinde sakladıkları niyetler hakkında fikir beyan etmek ise siyasetin değil, “algı yönetimi” uzmanlarının işidir.

Batı'nın algı yönetimi uzmanları bu taktikleri çok iyi bilirler. Siyahı beyaz, beyazı siyah göstermek bu uzmanların en iyi bildiği iştir.

Devlet Bahçeli sağduyulu pek çok duruşuyla en sıkıntılı zamanlarda milletin yüreğini serinletmesini bilmiş, tecrübeli bir siyaset adamıdır.

Milletin birliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu, terörün alıp başını yürüdüğü, bir koalisyon hükümetinin kurulamadığı, ekonomik krizlerin kapıda olduğu bu sıkıntılı süreçte milletimizin yapıcı icraatlara ihtiyacı var.

Bahçeli'nin siyasi danışmanları tabandaki oyları muhafaza etmek için böyle bir siyasi üslubu daha uygun bulmuş olabilirler.

Fakat MHP tabanı, o danışmanlardan çok farklı düşünüyor bence. Tabanın büyük bir çoğunluğu en azından seçime kadar kurulacak bir koalisyonu özlemle gözledi ama bu olmadı.

Siyasi hesaplar, kırmızı çizgiler, değişmez ve müzakere edilemez şartlar milletin özlemle beklediği böyle bir buluşmayı engelledi maalesef.

Sonrasında ortaya çıkan “erken seçimi kimin istediği” ile ilgili polemik de milletimizin ilgisini çekmedi.

Atalarımız “yiğidi öldür ama hakkını ver”, sözünü boşuna söylemediler. Sayın Erdoğan'ın elbette her insan gibi kusurları ve zaafları olabilir. Ancak onun her insan gibi iyi ve güzel yönleri de vardır. Yani o da bizim gibi bir insan evladıdır.

Bütün suçları sürekli Erdoğan'ın üzerine atmak, terörden Suriye'ye, Libya'dan Mısır'a bütün olumsuzlukların suçunu Erdoğan'a yüklemek makul bir siyasi strateji olabilir mi?

Mesela bu ülkede “erken seçimi” öncelikle sayın Erdoğan'ın istediği iddiasına MHP'nin tabanı dahil hiç kimse inanmaz. İnanırsa da bu doğruya inanmak olmaz.

Çünkü sayın Devlet Bahçeli seçimlerin hemen ardından, daha koalisyon çalışmaları dillendirilmeden “erken seçimi” dillendiren ve hatta isteyen tek siyasi liderdir.

Bu apaçık gerçeği inkar etmek, sayın Bahçeli'ye haksızlık yapmaktır. Bu gibi inkarlar sadece muhalif siyasetçilerin elini güçlendirir ve tabanda güvensizlik duygusu oluşturur.

Eğer Bahçeli erken seçimi istemeseydi ve bir koalisyonu daha başlangıçta can-ı gönülden isteseydi; 8 Haziran 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde “Bahçeli koalisyon kapılarını kapattı ‘erken seçim' dedi” şeklinde bir haber yapılır mıydı?

Bu haber Bahçeli'nin hangi açıklamasına dayanıyordu, gelin hatırlayalım. Bahçeli seçimin hemen ardından 8 Haziran'da gerçekleştirdiği açıklamasında öncelikle bütün koalisyon seçeneklerine kapısını kapatmıştı hatırlarsanız.

Ardından da şöyle bir açıklamada bulunmuştu,“en erken seçim ne zaman olacaksa o zaman da seçim olur."

Bahçeli erken seçim istememiş olsaydı, 16 Haziran'daki toplantısıyla ilgili olarak Milliyet Gazetesinde yayımlanan şu habere şahit olabilir miydik?

Koalisyon görüşmelerinden bir sonuç alınamaması halinde erken seçimin kaçınılmaz hale geleceğini ve erken seçimden korkulmaması gerektiğini belirten Bahçeli, “15 Kasım ve sonrasında seçimi bekleyebiliriz. Bunun için de hazırlıklı olmamız gerekir” değerlendirmesinde bulundu.”

Bahçeli eğer erken seçim istememiş olsaydı, 22 Temmuz'daki Kırıkkale konuşmasında “Erken seçimden korkmuyoruz. Her an seçim olacakmış gibi Kırıkkale'den bugün startı veriyoruz.” açıklamasını yapar mıydı?

Eğer Bahçeli erken seçim istememiş olsaydı 3 Ağustos 2015 tarihli Sözcü gazetesinde aşağıdaki şu haber yayınlanabilir miydi?

Bahçeli'nin Sivas, Tokat ve Yozgat'ın ardından Ankara'da katıldığı İl Divan toplantısında İl ve ilçe başkanlarına, “Hazırlanın erken seçime gireceğiz. MHP olarak hiçbir hükümette yer almayacağız” demesi “Ufukta seçim var” yorumlarına neden oldu.”

Evet, Bahçeli kendi özgür iradesiyle erken seçimi herkesten önce ve ısrarla pek çok beyanatıyla kendisi dile getirmiştir. Bunu saklamaya, bunun sorumluluğunu başkalarına atmaya hiç gerek yok.

Bütün konuşmalarında söylediği çok açıktır. Ya CHP+AKP+HDP koalisyonu (MHP'siz bütün türevler olabilir) ya da erken seçim! MHP'nin tabanı da bu gerçeği çok iyi biliyor.

Acaba Bahçeli'nin danışmanları böyle bir suçlama siyasetiyle, 1 Kasım'da Ak Parti'ye oy vermeyi yeniden düşünen tepkili tabanı yeniden kendi partilerine çekmeyi mi hedefliyor?

Ancak o danışmanların unuttukları bir şey var. Ak Parti'den MHP'ye gelen tepki oyları Türkiye siyasetinin geleceğini bilinçli bir hamleyle yeniden düzenlemeyi hedefleyen oylardı.

Mesela bu taban, Ak Parti'nin başta olduğu bir Ak Parti-MHP koalisyonunun gerçekleşmesini gönülden istiyordu. Yine bu taban, hükümette gördüğü kimi siyasi çelişkilerden şikayetçi olduğu için MHP'ye yönelmişti.

Ancak bu süreçte başta “koalisyon” ve “erken seçim” tartışmaları olmak üzere, yöneldikleri siyasi cephenin pek çok çelişkili açıklamasına şahit oldular.

Mesela “erken seçimi biz istemedik, Erdoğan istedi” temelli suçlayıcı açıklamalar, Ak Parti'den MHP'ye yönelen bilinçli seçmenin kafasındaki son soru işaretini de ortadan kaldırmış oldu.

Yani çelişkilerden ve belirsizlikten ağzı yanan Ak Parti kökenli seçmen, daha istikrarlı bir gelecek arzuladığı için eski partisine geri dönecek artık, bundan kaçış yok.

Bence MHP'li danışmanların asıl düşündüğü ve engellemek istediği Ak Parti'den gelen tepki oylarının gidişi değil, 1 Kasım'da MHP'den Ak Parti'ye kaçacak tepki oylarıdır.

Bunu önlemek için, eskiden olduğu gibi şimdi de Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir siyaset geliştirmeyi tercih ediyorlar sanırım.

Bu arada Ak Parti de hem HDP'ye, hem de MHP'ye kaçmış oylarını yeniden kazanmaya çalışacak gibi görünüyor.

Eğer bütün taraflar tabanın sesini dinlerse, Saadet Partisi, LDP, Büyük Birlik Partisi, Hüda Par, Diriliş Hareketi ve Ak Parti bir seçim ittifakı bile gerçekleştirebilir.

CHP ise Syriza'nın sol ittifakı benzeri bir ittifakı hedefliyor olabilir. HDP'ye verdiği emanet oyları da geri alacak gibi gözüküyor.

Belki de bütün bu siyasi stratejiler bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimi için hayata sokuluyordur, kim bilir?

Bu siyasi partilerin gerçekleştirecekleri siyasi manevraların başarılı sonuçlar doğurup doğurmayacağını en erken 1 Kasım'da göreceğiz.

Millet, Türkiye'yi erken seçime götüren süreci çok iyi tahlil etti ve halen ediyor. Bu noktada erken seçimi hangi siyasinin isteyip istemediği üzerinde yoğunlaşan tartışma da anlamsızlaşıyor.

Çünkü demokrasilerde siyasilerin ya da devletin değil milletin dediği olur.

Ve millet de artık belirsizlik değil “erken seçim” diyor.

Haber Ara