Seçim sonuçlarına sadece siyaset açısından hatta yalnızca partiler nokta-i nazarından bakılırsa, bu seçimlerin bizi nereye götürdüğü görülemez.
Seçim sonuçlarına sosyolojik ve felsefî açıdan, dolayısıyla daha derinlemesine ve uzun soluklu perspektiflerle bakabildiğimiz zaman, toplumun nereye gittiğini ya da sürüklendiğini daha iyi ve sarahatle görebilmek kolaylaşabilir.
BÜYÜK ŞEHİRLERİN CHP'YE GİTMESİNE NEDEN ŞAŞIRDI İNSANLAR?
Türkiye'de belli başlı büyük şehirler CHP'ye gitti.
Buna çok şaşırdı insanlar; özellikle de AK Partililer. CHP'liler bile inanamadılar buna!
Oysa şaşırılacak, inanılmayacak bir şey yoktu; beklenen buydu.
Neden beklenen buydu peki?
Daha önce de defaatle yazdığım gibi Türkiye'nin sosyolojisi değişiyor hızla...
Bunun nedeni, kentleşme, dolayısıyla da sekülerleşmedir: Bir şekilde modernleşen bir toplum kentleştikçe, sekülerleşme trendi hızlanır; sekülerleştikçe, kentleşme eğilimi artar.
Türkiye'de de olan bu.
Tek fark şu: Özal'lı yıllardan itibaren katı laikleşme sürecinden yumuşak sekülerleşme sürecine geçilmiş olması. Bunun ilk denemesi, Menderes'le yapıldı, 2000'li yıllarda kıvamını buldu bu.
Yumuşak sekülerleşme süreci, laik sisteme ve kurumlarına entegre olma; muhalif duruşu, İslâmî ilkelerden taviz vermeme duruşunu terketme; İslâmî duyarlıkları adım adım aşındırma ve zamanla büsbütün yitirme, sonuçta seküler sisteme dışarıdan eklemlenme (asla gerçek anlamda şoför mahalline oturtulmama, muavin konumuna razı olma) davranışı geliştirme ve bunu zafer olarak görme hâlleri üretti...
Özetle, Türkiye'nin sosyolojisi metamorfoz geçiriyor (başkalaşıyor), ruh köklerine yabancılaşıyor...
Böyle giderse, bu gidiş tersine çevrilemezse, yönünü yitiren, yörüngesini kaybeden toplum, ruhunu da yitirmekten kurtulamaz.
HAKİKAT YİTİRİLİRSE, OMURGA ÇÖKER...
Toplum sekülerleştikçe, gerek münferit düzlemde gerekse müşterek ölçeklerde hakikat buharlaşmaya, toplumun omurgası çatırdamaya başlar.
Sekülerleşme, kişinin hakikatin dünyasına duyarsızlaşması ve yabancılaşması, dünyanın geçici ayartılarının kulu kölesi olması serüvenidir.
Sekülerleşme, nefsinin, kişiyi, esir almasına ve dünyevî, geçici hazların, ayartıcı çıkarların kölesi yapmasına yol açar.
Nefsinin esiri, dünyanın kölesi olan insan, omurgasını yitirir zamanla; dünyayı teslim alacağına teslim olur dünyaya.
Türkiye'ye, ülkenin sorunlarına siyasî parti duyarlıkları, çıkarları, bakış açıları açısından bakarsanız, ülkeyi de, ülkenin sorunlarını da tanıyamaz, hakkıyla anlayamazsınız.
Siyasî parti, hem belli bir kesimi temsil etmesi hem de dünyevîleşme biçimlerini pekiştirmesi nedeniyle bir Müslümanın hakikat eksenli ve bütüncül bakış açısını ve duyarlıklarını parçalar, buharlaştırır ve hakikatli duruşunu kuşatamaz.
Söylemek bile gereksiz: Hiçbir zaman hiçbir köklü soruna siyasî parti perspektifiyle bakmadım; aksine, siyasî partilere de, ülkenin sorunlarına da hakikatin ölçüleriyle baktım.
Ölçü hakikat değil de siyaset olursa, hem hakikat yitirilir hem de omurga çöker.
Siyaset amaç değil araçtır.
Hakikat amaçtır.
Hakikati ıskalayan siyaset, hem toplumun omurgasının çökmesine hem de hakikatin kaybedilmesine yol açar.
Omurgası çöken bir toplum ayakta duramaz; hakikati koruyamaz.
Ayakta dimdik duramayan bir toplum ülkeyi ayakta tutan temellerin çatırdamasını önleyemez, hakikati koruyamayan bir toplumsa ruhunu yitirmekten kurtulamaz.
Temelleri sarsılan, ruhunu yitiren bir toplumun bırakınız tarih yapmasını, varlığını koruyabilmesi bile son derece zordur.
İNSANLIĞIN YURDU, UMUDU VE UFKU OLMAK YENİDEN...
İnsan sekülerleştikçe, dünyayı dâr (yurt) edinir ve dünyayı başkalarına dar eder.
İnsan, insanın kurdu olup çıkar böyle bir dünyada.
İnsan, İslâm'ın ilkelerini, hakikati, her şeyin ölçütü katına yükselttikçe, mümin olduğu bilinciyle hareket eder; yeryüzünde mümin olduğu bilinciyle yaşayan kişi, emaneti üstlenen, yeryüzünde emniyeti teminat altına alma yükümlülüğüyle bütün insanlığın yükünü omuzlarında taşıyan kişidir.
Hakikatin / amaçların siyaset vesaire gibi araçlar tarafından yutulamadığı müslüman dünyasında, müslüman yurdunda, insan insanın kurdu değil, insan insanın yurdu, umudu ve ufku olur.
Dün böyleydik biz. Bugün hakikati yitirdikçe, omurgamız çöküyor; dünyaya nizam vermemize imkân tanıyan, insanlığın ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği cihanşümûl kâmil insan hasletlerimizi yitiriyoruz...
Pes etmezsek; yani bundan böyle hakikati siyasete kurban etmezsek, aksine, siyaseti de, hayatın her bir bölmesini de hakikatin ölçülerine göre şekillendirme kaygısı ile nefes alıp verebilirsek, omurganızı da, ruhumuzu da yitirmeyiz; dün olduğu gibi yarın da yeniden insanlığın yurdu, umudu ve ufku olabiliriz...