DR.BEKİR TANK | TİMETÜRK
Cumhuriyet gazetesi, 15 ve 16 Mart 2015 tarihlerinde Ahmet Şık’ın Cemil Bayık ile yaptığı söyleşiyi yayınladı. Eminiz, söyleşiyi görenler ve okuyanlar da bizim gibi, “nereden nereye” demekten kendilerini alamamışlardır. Hakikaten alınan mesafe az değil!
Cumhuriyet Gazetesi kim veya ne? Dünkü Türkiye’nin inkâr, imha ve asimilasyon politikaları ile malum bütün kıyımların ve katliamların savunucusu, devletin Kürt köylerini bombalama haberlerini ‘teröristlerin bombalanması’ diye haber yapan, PKK’ye başından beri terörist ve Öcalan’a terörist başı diyen bir gazete. Sayın Cemil Bayık kim? PKK’lı ve halen KCK Yürütme Kurulu Eşbakanı. Ve ikisini bir arada görüyoruz.
Dikkat edilirse, Barış Süreci rayına oturdukça, soluk soluğa Kandil’e tırmananların sayısı da her geçen gün artıyor. Ve ne gariptir ki, gidenlerin hemen hemen hepsi de ağız birliği etmiş gibi haber yapıyorlar. Keşke haber yapmakla kalsalar… O dağların havasından mı, nedense, gidenler PKK’ya, “neden silah bırakıyorsunuz?” diye adeta hesap sorup çıkışıyorlar. Ve “ölmeye hazır bu kadar gençleriniz varken, sakın Erdoğan’ın oyununa gelmeyin!” türünden tavsiyelerde bulunmayı da ihmal etmiyorlar. Araştırın, göreceksiniz, gidenlerin kendileri veya adına gittikleri basın yayın organları düne kadar Kandil’e yapılan hava saldırılarını intikam manşetleriyle veriyorlardı. En hafif başlıkları; “Jetlerimiz teröristleri ininde vurdu” türünden idi…
Hakikaten gözlerimizle gördüklerimize şaşırmamak ve “nereden nereye” dememek elden değil!
Belki istisnaları da var, ama Kandil’i suyolu yapan gazetecilerin ortak özellikleri, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a nefret ve hatta düşmanlık noktasında zımni bir ittifak sağlamış olmalarıdır. Görünen o ki, bu ittifaka KCK’yi de dâhil etmek çabasındalar. Peki, ya KCK kurmaylarının barıştan çok savaş ve şantaj kokan demeçlerine ne demeli? Barışa ramak kalmışken, silahlar susmuş ve ölümler son bulmuşken ve düne kadar yakılan dağlarımız ve ovalarımız yeniden hayatın renklerine bürünürken savaş ve şiddet kokan her türlü söylem ve eylemden uzak durmak gerekmez mi?
Eğer gazetenin manşetine taşıdığı gibi, Bayık, “AKP ve Erdoğan Çiller’den tehlikeli” ifadesini kullandıysa, en hafif deyimiyle Kürtlerin hafızasıyla alay etmektedir. Dersim Katliamından 50 küsur yıl sonra devlet ikinci kez Kürtlere karşı savaş uçakları kullandı ve bunun da altında Çiller’in imzası var! Binlerce köyün askerlerce yakılıp yıkılması ve on binlerce kişinin yerinden yurdundan edilmesi de Çiller’in eseridir. Dahası da var, “PKK’ya maddi kaynak sağladıkları” iddiasıyla nice Kürt işadamının ortadan kaldırılmasında da Çiller’in doğrudan sorumlu olduğunu yine PKK söylüyor. Dolayısıyla Bayık kendi örgütünü de yalancı duruma düşürüyor. Bir taraftan ‘Kürtlerin kanında eli var’ dediğiniz kişileri aklarcasına demeçler vereceksiniz, diğer taraftan Kürtlük meselesinde Türkiye’de ve insanının zihninde bir devrim gerçekleştiren Erdoğan’ı diktatörlükle itham edeceksiniz.
Gerillacılık bu mu? Bildiğimiz kadarıyla gerillacılık, harbi olmaktır. Ve yeri geldiğinde ise hasbi olmaktır. İster hasmımız olsun, ister rakibimiz veya kardeşimiz, eğer onunla aramızdaki sorunları gidermek için baş başa oturmuşsak, hasımlığı dışarıda bırakıp hasbi oluruz, olmalıyız. Kürt Meselesinde harbi olmak, Sayın Erdoğan’ın ölümü dahi göze alarak rejimin inkâr, imha ve asimilasyon politikalarını ortadan kaldırmasını takdir edebilmektir! Erdoğan’ın gerçekleştirdiği devrimi görmezden gelenler toplumdaki meşruiyetlerini de yitirirler. Bu, elbette ki Sayın Erdoğan’ın hatalarını görmezden gelmeyi gerektirmediği gibi, eleştirilmemesi anlamına da gelmez. Zaten siyasi rekabet meşru sınırlarda olduğu sürece mutlaka olması gerekendir. Bayık’lar da mutlaka bilirler ki, Kürtlerin büyük çoğunluğu PKK ile aynı inanç ve düşüncede değil, ama gasp edilen hakları geri alma mücadelesini desteklemiştir. İşte sözünü ettiğimiz erdem budur. Hz. Ali’nin dediği gibi, “kimin söylediğine değil, ne söylediğine ve kimin yaptığına değil, ne yaptığına bakmak” gerekir.
Şık’ın yönelttiği bir soru üzerine Bayık, “cemaat gazetecilerinin de kendisi ile söyleşi yapma talebinde bulunduklarını, hatta bunun bir söyleşiden daha öte bir şey olduğunu söylediklerini, ama bu talebi reddettiğini” cevaben dile getiriyor.
Bizce Şık başta olmak üzere takip ettiğimiz kadarıyla diğer gazetecilerin büyük çoğunluğu cemaatin altına imza atabileceği söyleşiler yapıyorlar. Hatta Bayık ve diğer KCK yetkililerinin kullandıkları dil de bazen “cemaat” denilen güruhun dilini aratmıyor. Bayık’ın söyleşisini okuduğunuzda da, sanki Sayın Erdoğan ile yıllardan beridir gizli-açık görüşen ve birlikte belli bir aşamaya gelen bir KCK eşbaşkanı değil de, bir İP, MHP ve CHP genel başkanıdır.
Zaten bir ‘cemaat’ muhabiri olsa idi, ancak Ahmet Şık kadar çanak sorular sorabilirdi. Örneğin, silah bırakıp bırakmama konusunu yüzeysel geçmiştir. Oysa Türkiye kamuoyu KCK yetkililerinden net ve dahi silahı artık bıraktıklarına dair sözler bekliyor. Biz de aynı düşüncedeyiz. Türkiye’de inkâr dönemi sona erdirilmiş ve bütün bireylerin eşit haklara sahip olmaları gerektiği anlayışı üzerinde yeni bir Türkiye inşa edilmektedir. Bu inşada –hangi din, milliyet ve ideolojiden olursa olsun- herkesin söz hakkı var ve katkı sunma sorumluluğu-yükümlülüğü var.
Kandil’e tırmanan gazetecilerin KCK yetkililerine şu soruları da sormaları gerekmez mi? Artık bağımsız bir Kürt Devleti de dâhil her şeyin konuşulup tartışılabildiği bir Türkiye’de ve sizlerin de ulus devlet düşüncesinden vaz geçtiğinizi resmen ilan ettiğiniz halde, neden hala silahta ısrar ediyorsunuz? Yıllardan beridir demokrasi, hak ve adalet savaşı veren bir örgüt olduğunuz halde, bölge Kürtlerinin demokratik iradelerini tehdit altında tutuyor ve neden “vergi” adı altında halktan haraç topluyorsunuz?
Erdoğan’ı takdir etmek, sahiplenmek ve onunla aynı yolda yürümek bir tercih olduğu gibi, onun karşıtı olmak da bir tercihtir. Ancak karşıtlık meşru sınırlarını aştığı andan itibaren karşısında Türkiye’yi bulur. Çünkü kabul edilsin veya edilmesin, görülsün veya görülmesin, Erdoğan Türkiye’nin ortak vicdanıdır. Buna karar veren şu veya bu parti, şu veya bu cemaat, şu veya bu örgüt değil, doğrudan halktır!
Sayın Bayık’ın ses tonuna bakılırsa, FG Gribine yakalanmış gibidir. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu grip Türkiye’den giden gazetecilerle Kandil’dekilere bulaştırılmıştır. Bu gribin belli başlı belirtileri; kişide rastlanan kin, nefret, şiddet, halüsinasyon ve hafıza kaybıdır. Aşağı komşudan mı, okyanus ötesinden mi geldiği pek önemli değil. Bu gribe yakalananlar ilaç diye rüyalara ve beddualara kadar işi vardırdılar, ama hastalıkları devam ediyor. Umarız Kandil’in solumaya doyulmayan temiz havasını bu tür bulaşıcı hastalıklara karşı koruyorsunuzdur.
Kim ne derse desin, PKK bugüne kadar davası uğrunda, hak ve adalet talepleri yolunda büyük bedeller ödedi. Örgütün ideolojik ve şiddet yanları hariç, hak ve adalet yolundaki mücadelesini takdir edenlerdeniz. Bazen, “bir musibet bin nasihatten iyidir” misali, Türkiye’nin bu düzeye gelmesinde PKK’nın da katkısı olmuştur, bunu yadsımak haksızlık olur. KCK bu kazanımları kirli emelleri için kullanmak isteyenlere fırsat vermemeli ve bu kazanımları barış ile taçlandırmalıdır.
Biz de bu vesile ile herkesin nevruzunu kutlarken, yazımıza Kürt’ten Kürtlere dostça bir hatırlatma ile son verelim: Bugün artık her şeyi konuşup tartışabildiğimiz bir Türkiye dururken, hayat ve umut veren söylem ve eylemler yerine şiddette ve savaşta ısrar etmek, kamuoyunun vicdanında gerillacılıktan eşkıyalığa tenzil-i rütbe olur.
Şahsi görüşümüz, Sayın Öcalan’ın derhal barışın bir gereği olarak derhal serbest bırakılmasıdır. Bizce kamuoyu da, kamu vicdanı da bu olgunluğa ulaşmıştır. Bunu çabuklaştırmak da geciktirmek de bizce KCK-HDP’nin elinde ve onların söylem ve eylemlerine bağlıdır.
Lütfen kazanımlarımızı berhava etmeyelim, artık barış yoluna girelim…
Yorum Yap