Dolar

34,8896

Euro

36,6457

Altın

3.046,15

Bist

10.058,47

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı: Gülen, Erdoğan ve Gül'e adam gönderdi

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil, Fethullah Gülen'in el altından Gül ve Erdoğan'a adam göndererek dershanelerde hizmetteki kişilerin bulunması problemse bunları geri çekip dershaneleri hükümete 'tevdi' etme teklifinde bulunduğunu söyledi.

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-02-08 01:04:31

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı: Gülen, Erdoğan ve Gül'e adam gönderdi

Yeşil, 'Gülen cemaatinin Atatürk veya cumhuriyetle bir sorunu olup olmadığı sorusunu da “Atatürk de olsa bizim değerimizdir' dedi.

Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil, dershaneleri kapatılmasının gündeme geldiği dönemde Gülen’in CumhurbaşkanıAbdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a “insan gönderdiğini” açıkladı. Yeşil, bu kişilerin “Bunları kapatmaya karalıysanız, bunları kapatmayın, bunların yönetiminde bizim arkadaşlarımızın olması problemse, onlar geri çekilirler, biz bu kurumları size tevdi edelim ama bunlar bu millete hizmet etmeye devam etsinler” dediklerini aktardı.

Yeşil, Analiz Türkiye’de yayımlanan söyleşisinde “Hizmet Hareketi’nin AKP’yi tahrip edecek söylemlerde bulunmadığını” ileri sürdü ve hükümete yakın medyada yer alan haberlere yanıt verdiklerinde bu yayın organlarının “tamamen zıvanadan çıktıklarını” söyledi.

“Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dar bir oligarşik kadro tarafından hapsedildiğini” savunan Yeşil, bu kadronun “Başbakan’a cemaatin fevkalade tehlikeli olduğunu ve defterleri dürülmediği takdirde, bu ülkede onun siyaset yapma imkânının olmayacağına dair bir yanlış inanca sahip kıldıklarını” ileri sürdü.

Yaşananları “Mabeyn kardeşi boğdurtur” sözüyle niteleyen Yeşil, geleceğe ilişkin olarak “Erdoğan’ın Erdoğan’la çatıştığı bir dönem başlıyor. Bir sonraki Erdoğan, bir önceki Erdoğan’ı tüketiyor” dedi.

Yeşil, Gülen cemaatinin Fethullah Gülen’den sonra nasıl bir yol izleyeceğine ilişkin yöneltilen soru üzerine şirket örneği vererek yanıtladı. Yeşil, “Bir şirketin patronu, 10 yıl şirkete uğramadığı halde şirket sürekli büyüyor, sürekli gelişiyorsa bu neyi gösterir, patronun o yapıyı kurumsallaştırıp ilkeler ve prensipleri belirlemiş olduğunu gösterir” dedi.

Yeşil, Gülen cemaatinin Atatürk veya cumhuriyetle bir sorunu olup olmadığı sorusunu da “Atatürk de olsa bizim değerimizdir, bu ülkenin değeridir, hani netice itibariyle bu toprakların bütün değerlerine düşmanca yaklaşmanın bize kazandıracağı hiç bir şey yoktur” diyerek yanıtladı.

Mustafa Yeşil’in Analiz Türkiye’ye verdiği kapsamlı söyleşinin öne çıkan bölümleri şöyle:


Hizmet, AK Parti’yi uzun süredir açıkça destekliyor, öyle değil mi? Hatta iktidar ortağı gibi tarif ediliyor. Bu bağlamda Başbakan’ın ‘paralel yapı’ iddialarını ya da ‘parti kursunlar’ serzenişlerini de konuşacağız ama destek veya eleştiriler daha çok devleti ele geçirme amaçlı mı yapılıyor sorusu gündeme geliyor?

Hizmet’in asla böyle bir hedefi olmadı. AK Parti’yi kendi doğru bulduğu alanlarda desteklemiştir. Hizmet’in hiçbir zaman bir parti kurup da iktidarı ele geçirme gibi bir derdi, bir hedefi de olamaz. Aslında bir sivil yapı arzu ederse meşru olarak siyasileşip parti kurup devleti bütünüyle yönetme gibi bir imkâna sahip iken, Hareket kendini bağlarcasına; ‘’asla parti kurmamıştır, kurmayacaktır veya bir partinin de hiç bir zaman arkasında angaje olarak yürümeyecektir’’ açıklamasını kamuoyu ile paylaşmıştır.

O zaman tamamen apolitik değil; belirli, saf bir siyaset görüşü vardır, ama parti siyaseti yoktur denebilir. Siyasete etki etmek istiyor pek çok sivil yapı gibi. Dilerseniz prensiplere devam edelim?

Evet, ikincisi Hizmet bütün işlerini ortak görüşlerle ve ortak akılla yürütür. Dolayısıyla Hizmet’te hiç bir zaman tek adamcılık diye bir mesele olmaz. Bir okulsa bu, okulun yönetim kurulu vardır. Bir dershaneyse, dershanenin yönetim kurulu vardır, bir vakıfsa vakfın yönetim kurulu vardır. Bir hastaneyse hastanenin yönetim kurulu vardır. Buradaki insanlar bu ‘Hizmet’ ilkelerini bilen insanlardır ve oralarda nihai genel müdür, nihai başhekim, nihai yayın yönetmeni de olsa, o yönetimin ortak aklı o kurumun yürüyüşünü belirler, ortak akıl en temel meseledir. Üçüncüsü, Hizmet ilkeler bazında çoğulcudur. Belki Türkiye’de homojen bir yapı içerisinde bunu hemen gözlemlemek zordur ama Türkiye’nin renkliliği içerisinde mesela bu içinde bulunduğumuz Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Platformlarında hem Aleviler hem Agnostikler hem İlahiyatçılar hem Museviler hem de Ermeniler vardır.

Toplumda farklı kesimleri oluşturan her grup burada temsil ediliyor, öyle mi?

Evet, her grubun burada temsili vardır ve her grubun bu temsili içerisinde burada düşünce ve projelerini bizlerle paylaşabilir veya bizim projelerimize katılır, orada kendi aksiyonunu ortaya koyar. Uluslararası arenaya çıkıldığında da zaten orada da onu görürsünüz, Hizmet’in adeta o çoğulculuğunu her ülkede olmak, her ülke insanıyla birlikte yaşayabilmek her ülke insanıyla bir şekilde iletişim kurmak projeleri üzerinden de okumanız mümkündür. Bir diğer nokta, hareketin en temel ilkesi hiç bir zaman yıkıcı, bozucu, darbeleyici bir özellikle öne çıkmaz. Müspet harekettir. Yani bu şudur: Muhalefeti yaparken bile demokratik alanda kalmaya özen gösterir. Hiç bir zaman yıkarak, tehdit ederek veya ötekileştirerek meselesini anlatmayı tercih etmemiştir. Sadece ve sadece müspet ile izah edilebilecek, olumlu söylem, olumlu tenkit, olumlu yaklaşım ve bu manada da kendini ifade ederken de olumsuzlukları cevaplama tarzında tehdide, şantaja veya şiddete asla bulaşmamıştır.

Bu noktada pek çok karşı iddia ortaya atılıyor?

Sizi temin ederim, Hizmet’in 50 yıllık hayatı içerisinde şantajla ilgili çamur atmaya kalkanlar olmuştur ama bir tek delil ve örnek ortaya konmamıştır. Bir tek insan şiddetten dolayı Hizmet’ten mağdur olmamıştır veya bir tek insan ben tehdit edildim dememiştir, diyememiştir.

‘Dokunan yanar’ diyen pek çok insan oldu. Tutuklanan, hapislere atılan pek çok insan özellikle Gülen cemaatini işaret eden açıklamalar yaptı?

Bunlar hep Hizmet hareketini kötülemek, insanlardan gördüğü teveccühü yıkmak isteyenlerce, ona leke sürmeye çalışanlar tarafından uydurulmuştur. Bazıları da bilerek ya da bilmeyerek, bazen de yanlış yönlendirilerek buna alet olmuştur.

(…)

Gönüllülük meselesinde yine çok tartışılan bir konu var. İnsanların Gülen Hareketi’ne girdikten sonra çıkamadığı ya da çıkarsa bir daha yüzüne bakılmadığı iddia ediliyor?

Kesinlikle doğru değildir, bizim bütün yapımız gönüllülüğe dayanır. Bir insan arzu ederse yanınıza gelir, sizin projelerinize katılır, istemezse çok rahatlıkla gider, hiç bir kelime, hatta ona kırıcı bir kelime bile söylemeden gider. Hizmet, bir insan gitmeyi arzu ettiğinde belki ona sadece şunu der: ‘Unutma ki burada senin koltuğun, gelip oturacağın ana kadar boş seni bekleyecek. Döndüğün anda tekrar burada senin için hazırdır, bunu bilesin.’ Bu anlayışıyla yaklaşır. Bir diğer nokta bu hareketin en önemli özelliklerinden birisi bağımsızlığıdır. Hizmet hiç bir zaman ne bir devlet kuruluşuna ne bir başka zihniyet ve anlayışa, ne bir başka ülkenin entelijansiyasına, en ufak bir bağlantısı ve irtibatı olamaz ve bağımsızlığı bu hareketin en önemli özelliğidir.

(…)

Bağımsızlık iddiası oldukça ilginç aslında ve çok önemli bir nokta. Gülen Hareketi bazı ülkelerde yasaklanıyor, kurumları kapatılıyor. Özellikle devletlerin içine sızma iddiaları bu yasaklamalarda etkili oluyor. Aslında Hizmet ile ilgili pek çok korku, eleştiri de buradan kaynaklanıyor. Gülen Hareketi aynı zamanda devasa bir ekonomik güç deniyor ve ‘Paranın kaynağı nereden geliyor’ sorusu da bunu takip ediyor. Ne diyorsunuz?

Bu sızma iddiaları özellikle ülkemizde yıllardır seslendirenler vardır ve bunu ısrarla Hizmet’e mal etmeye çalışıyorlar. Ama bunları söyleyenler sadece çamur atmadan öteye geçememişlerdir. Bu sebepledir ki, onu suçlamaya kalkanların, devlet içine sızıyorlar ya da değişik yerlerden parasal yardım alıyorlar iddialarında bulundukları dönemlerde bile, bununla ilgili en ufacık belge ve bilgi ortaya koyamadıkları aşikârdır. Hizmet bütün projelerinin finansal kaynaklarını onlara gönül veren insanların destekleriyle sağlar. Dolayısıyla, ya zamanını verir ya tecrübesini verir ya imkânını ve finansal sahip olduğu değerleri verir, bir şekilde hizmetlerin yürümesi de sadece finansal yapıyla değil. Birikimle, tecrübeyle, bu noktadaki zamanını harcamakla gibi fedakârca omuz veren insanların gayretleriyle şekillenir ve bu noktalara gelir.

(…)

Çok teşekkür ederim, soyut düzeyde aslında pek çok soruya da cevap verdiniz. Öyle güzel şekilde tarif ediyorsunuz, her şeyi öyle güzel anlatıyorsunuz ki herkes eline alıp duvarına asabilir. Hizmet hareketi yanında, biraz daha, doğrudan dokunulmaz denen Sayın Fethullah Gülen’e odaklanmak istiyorum. Paralel yapı veya devlet iddialarını reddettiniz. Bu iddialara karşı Sayın Gülen de ‘kamuda bazı insanlar bana, benim öğretime sempati duyuyorsa, ben onlara artık duymayın diyemem, bu benim onlara emir verdiğim ya da şunu şöyle yapın dediğim anlamına gelmez’ demişti. Bir yandan da 1990’larda ortaya çıkan bazı kasetlerdeki sohbetlerinde ‘devlet içinde zamanı gelmeden kafanızı çıkarmayın, kendinizi belli etmeyin’ gibi telkinleri olduğu, bunun devlet içindeki örgütlenmenin deşifresi olduğu iddia edilmişti. Diğer yandan hiçbir şey yoksa asıl mesleği imamlık olan, küçümsemek için söylemiyorum, imamlık çok saygın bir meslektir, iddia bu, bir kişi nasıl bu kadar geniş ve büyük bir hareketi, ekonomik gücü yarattı deniyor, altında pek çok başka sebepler aranıyor. Buradan hareketle Hizmet’in çıkış noktasından başlamak istiyorum. Nedir Hocaefendi’yi karakterize eden şeyler, nedir onu farklı kılan ve bugünlere getiren?

Öncelikle şunu söylemek lazımdır. O sözler hep saptırılmaya çalışılmıştır ama Hocaefendi o tip iddialardan beraat etmiştir. Doğrudan Hocaefendi’nin rolüne odaklanırsak, burada Hocaefendi’nin şahsi yapısı, duruşu çok önemli. Hocaefendi sadece söylem üreten bir insan değil. İnandıklarını söyleyen, söylediklerini de icra eden bir insan. En önemli özelliği, farkı budur. Şimdi bu topraklarda üç temel problem hep var olmuş. Birincisi cehalet, ikincisi ayrılık ve iftirak, üçüncüsü de fakirlik. Hocaefendi bu üç temel problemin üzerinde hep projelerini geliştirmiş. Cehalete karşı eğitim demiş. İftirak’a karşı diyalog ve uzlaşı demiş. Fakirliğe karşı yardımlaşma demiş. Hepsindeki mücadele de, güç de onun çağrısına uyan, destek olan gönüllülerce olmuş, oluşturulmuştur. Eğitimi anlattık, işte mesela ekonomik güç diyorsunuz, mesela işte ‘Kimse Yok Mu?’ gibi fakirlerin elinden tutan kurum var bir yanda, diğer yanda da TUSKON gibi iş adamlarını bir araya getirerek onların zenginleşmelerine gidecek ulusal ve uluslararası alanlarda iş yapma imkânlarını teşvik eden bir proje ortaya koymuş. Şimdi takdir edersiniz ki mükemmel toplumlar ancak mükemmel fertlerle oluşur. Huzurlu bir toplum istiyorsanız huzuru bilen bir ferdin olması lazım. Bir ferdin huzuru yakalaması için iyi eğitilmiş olması lazım, çünkü başkalarının güdümünde olan insanlar hep başkalarının oyuncağı olurken, ne kendileri bir katkıları olur ne de kendileri olarak yaşarlar. Ancak eğitilmiş insan kendi olur ve başkalarının güdümünde olmadan kendi aklıyla, melekeleriyle, birikimleriyle hayatı yönlendirir. Hocaefendi bu milletin kendi olmasını istemiştir, başkalarının güdümünde bir millet değil. Başkalarının kontrol ettiği bir millet değil. Başkalarının dümen suyuna rahatlıkla girebilen bir millet değil. Kendi ilkeleri, kendi değerleri, kendi kültürel hayatıyla ayakta kalan ve dünyaya mesajı olabilen bir millet. Bunun yolu eğitimdi, bunu söyledi. Tabi bu kolay olmadı, bakınız 1968’de İzmir’e geldi, 1980’e kadar bu telkin devam etti. En az 17-18 yıl. İlk okulun açıldığı dönem 1982-83’tür, hiç öyle sanıldığı gibi kolay olmadı. Ama bir örneğini bizim milletimizin önüne koyduktan sonra bakın, 1983’te Türkiye’de ilk okul açılıyor, 1990’da okul açma uluslararasına çıkıyor.

(…)

Peki, o zaman bir ‘iyilik hareketi’, siz belki bunu kullanmıyorsunuz, eleştiren kişilerce kullanıyor, bir ‘iyilik hareketi’ neden belli meslek gruplarında örgütleniyor deniyor? Yani özellikle savcılık, hâkimlik, polislik ve askeriye anahtar meslekler olarak Gülen Hareketi’nin örgütlendiği yerler iddiası var. Hatta bu nedenle Hareketi İlluminati’ye ya da benzeri örgütlere benzetenler bile var?

Peki, ben de özellikle şunu sorayım: Şimdi ‘Hizmet’, hayatın her kademesinden insanlar geliyorlar, Hizmet’in kurumlarından olan insanlara siz, mesela tersine bir soruyla soralım, şöyle bir telkinde bulunabilir misiniz? Siz polis olmayacaksınız, yargıç olmayacaksınız, askeriyede olmayacaksınız. Bunu deme imkânınız olmadığı gibi, illaki polis olacaksınız dediğinizde de bunu kaç kişi kabul eder? ‘Hizmet’ bir taraftan gönüllülük diyeceksiniz, bir yandan insanları cebren ve zorla bir yere yönlendireceksiniz. Patlar zaten bir yerde, yani birileri der ki ‘yeter be kardeşim, mecbur muyum, ben istemiyorum böyle bir mesleği, ben mecbur muyum böyle bir işi istemiyorum’ diyebilir. O nedenle bunlar tamamen iftiradır. Bu tamamen tabii seyri içerisinde olur. Bakarsınız iş adamı olan da olur, öğretmen olan da olur. Hem Hizmet teşvik edecekse, asıl teşvik edeceği temel meslek öğretmenliktir çünkü yüzlerce, binlerce okul açılıyor, Hizmet’in en temel ihtiyacı öğretmenliktir. Eğer Hizmet, bir mesleğe teşvik ediyorsa, bu noktada ihtiyacı olan şey öğretmendir.

(…)

Gülen hareketini Atatürk’le veya Cumhuriyet rejimiyle bir sorunu var mı?

Asla, niye sorunu olsun ki, Atatürk de olsa bizim değerimizdir, bu ülkenin değeridir, hani netice itibariyle bu toprakların bütün değerlerine düşmanca yaklaşmanın bize kazandıracağı hiç bir şey yoktur. Ve düşmanca yaklaşımı siz diğer ülkelerin dinlerine, kültürlerine yapmıyorsunuz, kendi topraklarınızdan bitmiş değerlere karşı düşmanlık size ne kazandırır ki? Ne kazandırır? Onun için hareketin bu noktadaki duruşu; her şey de bizimdir, Atatürk de bizimdir, Pir Sultan Abdal da bizimdir, Yunus da bizimdir, Mevlana da bizimdir, her birinin tadı, kokusu rengi farklı, bu ülkenin topraklarının bitmiş çiçekleridir. Bu şekil bakmak ve onları o değerleriyle korumak, kollamak durumundayız.

(…)

Hizmet hareketinin çıkışı ve bugününü konuştuk, geleceğini de konuşalım. Kişi odaklı olmadığını söylediniz, ancak Sayın Fethullah Gülen’den sonra Hizmet Hareketi dağılır mı? Böyle iddialar da var. Aynı şekilde devam etmesini sağlayacak kurumsal bir yapısı ya da Sayın Gülen’in bu konuda açıklanan bir vasiyeti veya varisleri var mı?

Şunu söyleyeyim, ‘Hizmet’ ilkelerin üzerinde, prensiplerin üzerinde yürür. Sayın Gülen bakın tipik bir örnektir, eğer Sayın Gülen yönetimde aktif rol alan, yöneten insan olsaydı, belki bu iddialar düşündürücü olabilirdi. Fakat, siz bana söyler misiniz, bir şirketin patronu, 10 yıl şirkete uğramadığı halde şirket sürekli büyüyor, sürekli gelişiyorsa bu neyi gösterir, patronun o yapıyı kurumsallaştırıp ilkeler ve prensipleri belirlemiş olduğunu gösterir. O şirket o ilkeler ve prensipler üzerinde yürüdüğü sürece şirket varlığını devam ettirir. Hocaefendi buradan 10 yıldır uzak. Hocaefendi sadece Türkiye’den uzak değil ki, Afrika’dan da uzak. Uzakdoğu’dan da uzak, orta Asya’dan da uzak ama kendisi duygu ve düşüncelerini ifade ediyor. Hizmet ise ilkeler, değerler üzerinden yürüyor. Allah uzun versin, yârin Hak vaki olduğunda, Hakk’a yürüdüğünde ‘Hizmet’ bu ilkeleri ve prensipleri koruduğu sürece kesinlikle varlığını devam ettirir.

(…)

Gülen Hareketi’ni, Hizmet’i ve bizatihi Sayın Fethullah Gülen’i sorarken aralara girerek bazı siyasi ve güncel konuları da dile getirmiş ve sormuştum. Daha yoğunluklu olarak siyasi ve güncel konularla devam edelim. Anlattıklarınız içinde örneğin ‘asla yıkıcı olmaz’ dediniz. Ama bugün kindarlık, intikam çok konuşuluyor. ‘Gülen hareketi 28 Şubat’ın intikamını alıyor’ deniyor. Aynı şey zaman zaman AK Parti için de söyleniyor. Kafalar da karışık, hem onun ürünü olduğu hem de onun intikamını almak için toplumu kutuplaştırdığı da birlikte iddia edilebiliyor. Bugün de AK Parti tepe yöneticileri sizi yıkıcılıkla suçluyor, devleti yıkmaya çalışmakla, hükümeti yıkmaya çalışmakla vs., pek çok itham da bulunuyor. Hizmet, kendine yapıldığını düşündüğü şeylerin de hesabını sormaz mı? Örneğin, söylemde çok kullanılır, Hizmet’in ‘Benimle ilgili bir durum devleti, milleti çok zor duruma düşürüyorsa, gerekirse geri çekileyim, ben kötü olayım’ gibi bir anlayışı var mıdır? Yoksa; ‘Hayır, ben beni tehdit eden şu yapıyı değiştirmeliyim’ diyerek müdahale eder, mücadele eder, gerekirse hesap sorar mı?

Hizmet, bugüne kadar umumun menfaatini esas alarak kendi özelindeki meseleleri ikinci, üçüncü plana atma fedakârlığını her zaman göstermiştir. Mesela bakın, dershaneler mevzuunu 28 Şubat döneminde kapatmaya kalktıklarında; Hocaefendi, 28 Şubat döneminin müstebit insanlarına çok rahatlıkla şu teklifi yapmıştır, insanlarını göndererek, ‘Bu kurumlar, milletin kurumlarıdır, bu kurumlar bizim insanımızın emeğiyle yapılmış kurumlardır. Bunları kapatmayın, lütfen bunları alın siz işletin.’ ‘Maksadına dönük hizmet etsin ama kapatmayın bunları’ demiştir. Ak Parti iktidarı döneminde; dershaneleri kapatmayı ilan ettiği zaman da aslında onları kamuoyunda zora düşürmek için değil, öncelikle el altında Hocaefendi insan göndermiştir. Cumhurbaşkanına da, Başbakana da, ‘Bunları kapatmaya karalıysanız, bunları kapatmayın, bunların yönetiminde bizim arkadaşlarımızın olması problemse, onlar geri çekilirler, biz bu kurumları size tevdi edelim ama bunlar bu millete hizmet etmeye devam etsinler’ demişlerdir. Şimdi bakınız bundan daha yapıcı nasıl bir başka yaklaşım gösterebilirsiniz siz, bu şöyle değil, tehdit etme değil, paramızı verin alın kurumları değil, alın ama maksada yönelik hizmet etmeye devam etsinler.

Anlıyorum, aslında bu savaşı siz başlatmadınız, kamuoyu önünde tartışılır hale getirmek istemediniz, tam tersi öncelikle el altından hükümete ve Cumhurbaşkanı’na uzlaşı çağrısı yaptınız. Ama Gülen Hareketi’nin orduyu bitirme, Ergenekon da dâhil şimdi de hükümetle alakalı pek çok konuda baş suçlu ilan edilmesi tesadüf mü?

Biz de bunları anlamaya çalışıyoruz. Biz şunu gördük biz hiç bir zaman ne Ak Parti hakkında ne de bugün yargıya intikal etmiş insanların hakkında aleyhinde suçluluk ilanında bulunamadık. Bu olayların içinde olmak ya da gösterilmek istemedik.

Peki, 17 Aralık operasyonları sonrası hedef alınınca önce Başbakan ve bazı AK Partili yöneticilere karşı önce çok sert açıklamalar yaptınız, sonra Başbakan ve çevresindekiler bazı tehditler savurdular. Örneğin ‘bizim de elimizde bilgileri belgeler var, açıklarız’ gibi. Aslında şeffaf ve katılımcı denen bir demokraside, kamuoyun önünde bu tip gizemli, tehditkâr açıklamalar yapılması çok yakışıksızdı. Toplum bilgilenmekten çok aptal yerine konduğunu düşünmeye başlıyor aslında çünkü çok bir şey de açıklanmıyor. Pazarlıklar mı yapılıyor? Yoksa Gülen Hareketi’ne yakın medya olmasa da sözcülerinin biraz susması korktular mı, geri mi çekiliyorlar şüphesine de yol açtı. Korktunuz mu, korkacağınız şeyler var mı, bir geri çekilme var mı gerçekten, ne diyorsunuz?

Asla, burada amaçlar saptırılıyor. Biz Ak Parti’yi tahrip edecek söylemlerde bulunmadık, yalnız Ak Parti’ye yakın iktidarın medyasından inanılmaz iftiralara ve yalanlara maruz kaldığımızda Hizmet’e gönül veren insanların ‘biz suçlu muyuz, neden cevap vermiyoruz?’ gibi bir talepleri ve hatta onların ‘neden susuyoruz, suçlu muyuz?’ kaygısına düşmemeleri adına medya üzerinden bunların cevapları verildi. Fakat biz bu cevapları verdiğimiz zaman karşı tarafın daha hareketlendiğini, daha hararetlendiğini ve artık tamamen zıvanadan çıktığını gördük. Hatta yani tamamen zapt edilmez bir şaşkınlığa düştüklerini görünce baktık ki verilen cevaplar tabanımızla alakalı ‘evet, bir müspet, makul faydası var’ ama karşı tarafın ciddi tahrik ettiğini gördük. Ondan sonra bu ülkede huzurun, sulhun, sükûnun, barışın bütün zarar görmemesi adına geriye çekilerek sükûtu tercih ettik. Bu asla haksız olduğumuz noktasında değil, söyleyecek sözlerimiz bittiği için değil, hala devam eden iftiralara cevap vermekten aciz olduğumuz için değil, tamamen bu ülkenin sulhu, sükûnu ve barışı artık dokusal olarak bütün bütün, zayi olup zarar görmesin diye.

Ancak, örneğin Sayın Gülen’in Cumhurbaşkanı’na yazdığı bir mektup var. Bu mektupta hiç yolsuzluklardan, tüm olayları körükleyen son dönemdeki yolsuzluk operasyonlarından bahsetmemesi bazı çevrelerde pazarlık etmeye çalışıyor, sulh edelim diye geri çekiliyor diye yorumlanıyor? Aracılar gidip geliyor deniyor?

Biz şöyle bekledik işin doğrusu, mesela biz yolsuzluk olayları patladığında, bazı zihniyet dershane meselesinde ‘biz verdik, almadılar, hala kapatacağız’ deyince, çok tabi olarak biz de bu kurumların kapatılmaması adına demokratik bir müdafaada bulunduk. Medya üzerinden ve sosyal medya üzerinden düşüncelerimiz ifade ettik, parlamenterlerle görüştü dershane sahipleri. Kaldı ki bir de Türkiye’de var olan dershanelerin dörtte biri Hizmet’le alakalı, geri kalan dörtte üçlük başka insanlar var ve bu sektörde yüz bin insan var ve işsiz kalacak bu insanlar. Dolayısıyla hep beraber onların o müdafaasına biz de destek verdik. Arkasından yolsuzluk patladığında, işin doğrusu düz mantıkla, ‘bak gördünüz, dershanelere karşı bizi tehdit etmek için yolsuzluğu patlattınız’ gibi bir şey ifade ettiler. Hocaefendi’nin elini açıp da ‘Eğer biz bunu yaptıysak veya bizim arkadaşlarımız bu ülkeyi zora sokmak için, kaos çıkarmak için yaptılarsa, Allah bizim ocaklarımıza ateş düşürsün’ sözü aslında bununla alakalı.

Orada Sayın Gülen’in aslında beddua ettiği söylendi ve bunun üzerine AK Parti’ye yakın medya ve kişilerce bu ciddi şekilde eleştiri konusu oldu. ‘İslam’da yeri yoktur’ vs. dendi ve bunun üzerinden Fethulla Gülen yıpratılmaya çalışıldı? Başbakan ‘cesareti varsa o bedduayı kime ettiyse açıklasın’ gibi bir şey de söyledi?

Orada açıkça söylüyor zaten kime dediğini. Öncelikle kendisinden olanlara sesleniyor, eğer böyle bir yanlış iş içinde olan varsa diyerek eleştiriyor, sonra ‘ama başkaları asıl yanlış bir iş içinde ise’ diyerek sonra da onları tenkit ediyor. Aslında orada ‘bize iddia ve ithamda bulunanlara biz meydan okuyoruz’ diyor; ‘bak, biz bunu söylüyoruz, siz bunun bizim yaptığımıza dair kesin inanıyorsanız, siz aynı cümleyi söyleyebilecek misiniz’ deyip karşılıklı bir ahitleşmedir aslında bu. Şimdi bütün bunlardan sonra beklerdik ki hukukun önü açılır, bu meseleler araştırılır. Türkiye’de yolsuzluk ilk defa Ak Parti döneminde çıkmadı ki, geçmiş dönemlerde de yolsuzluklar oldu. Süleyman Demirel’in yeğenleri, kardeşleri yolsuzlukla devreye girildiğinde, biz o gün devlet refleksinin ne olduğunu bilen insanlarız. Devlet refleksi veya devleti yönetenler yolsuzluk karşısında nasıl davranacak bellidir. Kim olduğu önemli değil, bakın; prensler, bakanlar, başbakanlar yolsuzluğa bulaşmış veya böyle bir ithamla karşı karşıya kalmışsa, hukuk karşısında herkes eşittir. Fakat gel gör ki Ak Parti döneminde biz Cumhuriyet tarihinde görmediğimiz bir tepkiyle karşılaştık, bir anda sorgulayan polislerin yerleri değişti, soruşturmanın gizliliğiyle alakalı kanunlar çıktı, savcılar devreye kondu, yetmedi 2000 insana yakın insanların yerleri değiştirildi ve savcının uygulamaları devreye girmedi. Yani hukuki yaptırımlar devre dışı kaldı, yani hukuk askıya alındı o da yetmedi, HSYK’nın Adalet Bakanlığı’na bağlanması gibi yani yargının yürütmenin emrine girmesi gibi bir facia teklif geliştirildi ve hayata geçirildi. Şimdi bütün bunlardan sonra bu şaşkınlıkla ilgili yapacağımız bir tek cümle var, neler oluyor böyle?

Aslında tarafsız bazı insanlar da özellikle yolsuzluk krizi ile ilgili benzer şeyler söylüyor. Yani, önceki siyasi partilerle ilgili de yolsuzluk iddiaları, operasyonları çok oldu. Üste düzeydeki insanların çocukları bu iddiaların hedefi oldu. Hiç böyle tepkiler, bu denli panik havası ya da kaos ortamı olmadı. Neden böyle oldu sizce?

Evet, örneğin Mesut Yılmaz Yüce Divan’a bile gitti. Bakın şimdi Başbakan çıkıp diyor ki ‘İşte ben hedeflendim, bu dış ayakla ilgili, içeride de oyuncakları var, onlar Ak Parti iktidarını hedeflediler’ falan, o zaman sizin bunu ortaya koyabilmeniz için öncelikle hukukun işlemesi lazım, öyle değil mi? Ama siz hukuku yok ediyorsunuz. ‘Paralel devlet’ iddia ediyorsunuz, ‘çeteler var’ diyorsunuz, ‘örgütler var’ diyorsunuz, fakat sizin dediğinizle bu var olmaz ki. Siz iddia ettiğinizde bu gerçekleşmez ki. Bunun ispatı gerekir, bunun ispatı hukukladır. Siz hukuku askıya alıyorsunuz, bunu nasıl ispat edeceksiniz?

Sizce neden böyle bir tepki verildi AK Parti’den? Neden böyle ‘dış güçler’, ‘paralel devlet’, ‘derin çeteler’ iddiaları bir anda gündeme düştü. Açıkça sormak istiyorum, bu hükümet on yıldır pek çok alanda, her anlamda Gülen Hareketi ile birlikte çalıştı, her zaman övgüler düzdü. Karşılıklı birbirilerini desteklediler, hatta AK Parti iktidarı aslında bir koalisyondu diye çok konuşuluyor şimdi. Gezi olaylarında birden ‘faiz lobisi’ vs. iddiaları gelmişti. Yine 1990’ların söylemlerine döndük, herkes ‘iç ve dış düşmanlardan’ bahsediyor, hiç kimse hiçbir şeyden mesul değil, hep dışarıda birileri suçlu. Toplumda afalladıkça afallıyor. AK Parti neden bu iddialara yöneldi, nedir sizce asıl sebepler?

Yani meseleyi ben şöyle düşüyorum. Ak Parti’yi veya özellikle Sayın Başbakanın etrafında hareketin mevcudiyeti noktasında, bir Naim Şahin’in sözüyle söyleyeyim, dar bir oligarşik kadronun onun etrafında, onu hapsettiğini düşünüyorum. Başbakana cemaatin veya Hizmet’in fevkalade tehlikeli olduğunu ve defterleri dürülmediği takdirde, bu ülkede onun siyaset yapma imkânının olmayacağına dair bir yanlış inanca ve kanaate onu sahip kılıyorlar maalesef. Hizmet’in 50 yıllık hayatında bu ülkeyle alakalı bir tek menfi şey söyleyemezsiniz. İddia edilmiştir, hatta ve hatta Başbakan’ın dilinde söylenen; ‘çetedir örgüttür, paralel yapılanmadır, Emniyet’e sızmadır’ iddiaları 28 Şubat döneminde de söylendi. 1999’da açılan bir mahkemeyle Hocaefendi ve Hizmet hareketi, Nuh Mete Yüksel’in savcılığı altında, 9 yıl sorgulanmış ve o 9 yıllık sorgulanma esnasında hem de vesayet döneminde bakınız, bir tek belge çıksaydı, o yargıçlar bunu affeder miydi? Paralel yapılanmayla alakalı bir tek tespitleri olsaydı, acaba görmemezlikten gelirler miydi? Bu mümkün müydü? İşte o süreç içerisinde bu hareket, paralel devletten de, örgütten de, çeteden de, sızmaktan da, dini yapı oluşturmaktan da, bu noktada beraat etmiş bir harekettir. Bırakın onu siz Ak Parti hükümeti olarak 2013’e kadar bu hizmetlerin ne kadar önemli olduğunu daha düne kadar söylediniz. Yurt dışındaki okulların ve açılmış kurumların bu ülkenin vizyonu olduğunu seslendirdiniz, gündeme getirdiniz. 11 yıllık iktidarınız süresince bir tek şikâyetiniz olmadı da yolsuzluklardan sonra bir anda bunlar şeytanlaştı mı? Bu yapı bir anda zehire mi döndü? Zehire döndüyse bunu ortaya koyman gerekmez mi? Zehirse hep beraber elbirliğiyle gelip onu yok edelim. Gelin birlikte yok edelim ama yapı mı, Hizmet mi zehir oldu yoksa senin zihnin mi zehirlendi, işte bunun tefrik edilmesi lazım.

Şimdi aslında ortada bir devlet krizi, bir hükümet krizi olduğu konuşuluyor. Örneğin, bu ülkede savcı polise, kolluk kuvvetlerine emir veriyor, ama kolluk o emri yerine getirmiyor. Siz de bunu dile getirdiniz. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yani ben şahsen, şu andaki mevcut iktidar, gücünü, yetkisini var olan anayasal haklardan alır. Var olan hukuk üzerinden alır. Yani bugün ben sizi dinliyorsam Başbakan olarak, bir hukuk üzerinde var olduğunuz için dinliyorum. Fakat siz bugün yetkinizi aldığınız hukuku askıya almış durumdasınız. Aslında bu bir iktidarın kendi meşruiyet alanını yok etmesi demektir. Yani yarın ben sizin hukuktan aldığınızı iddia ettiğiniz otoritenizi tanımasam veya birileri tanımasa onlar da sizler gibi suç işler fakat bu sizin suçluluğunuzu da kaldırmış olmaz. Bugün ülkede maalesef demokratik zeminden güç alan, hakkaniyetini ve gücünü oradan alan bir yapı bugün yolsuzluklar karşısında hukuku askıya alma veya o mekanizmayı işletmede ciddi zorlukla çıkarma gibi bir pozisyon almış durumdadır. Ve bu bence bir devlet krizi, bunun bir sivil yapıyla falan alakası yok. Savcı talimat veriyor, polis kolluk görevini yerine getirmiyor. HSYK savcılar üzerinden yetkileri alanında iş yapmak istiyor, HSYK’ya müdahale ediliyor, bitiriliyor. Yani bunun inanın izahı çok zor, tarifi çok zor bir manzara, ümit ediyorum bu yakın zamanda aşılır.

Türkiye’de TBMM içinde bulunan muhalefet partileri de özellikle yolsuzluk operasyonları ve iddialarını gündemden düşürmemeye, bu konuların üstüne gidilmesine çalışıyorlar. Yalnız bu noktada ilginç bir şekilde BDP AK Parti’ye yolsuzluklar konusunda diğer muhalefet partileri gibi yüklenmiyor, hatta neredeyse AK Parti gibi bu işin barış sürecini baltalama amaçlı bir operasyon olduğunu ima ediyor ve bu anlamda AK Parti’nin yanında duruyor gibi görünüyor. Ama cemaati, yani Gülen Hareketi’ni eleştiriyorlar. KCK operasyonları için de sizi suçlayan açıklamalar yapılmıştı. Gezi olaylarında da aslında başlangıçta destek vermemiş ve eleştirmişti BDP’li yöneticiler, üç ay sonra o şüpheci ve mesafeli duruşlarından dolayı pişman olduklarını açıkladılar. BDP’nin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğu’da BDP ve Gülen Hareketi arasında kıyasıya bir rekabet olduğu da iddia ediliyor?

Benim gördüğüm kadarıyla BDP, Hizmet’in Doğu’daki kurumsal yapısının farkında, orada ciddi manada eğitimle alakalı çalışmalar yapıldığının farkında ve bundan rahatsız oluyor. Hâlbuki Hizmet’in hiç bir zaman asimile etme gibi bir hedef ve niyeti olmamıştır. Demin ifade ettiğim gibi yerel kültürün korunmasını özellikle esas alır, kaldı ki bir de oradaki okullarımızın ekseriyeti, yine oradan yetişmiş insanlardır, yani oradaki müdürlerdir, oradaki öğretmenlerdir. Çalışanları ekseriyeti itibariyle oralıdır. Bence asıl kaygıları eğitilmiş insanlar yönlendirilemez ve kullanılamaz. PKK arzu ettiğini dağa, arzu ettiğini bayıra, arzu ettiğini ine götürme noktasında halkın yetişmiş insanlarını yönlendirememe kaygısı ve endişesi yaşamaktadır. Dolayısıyla eğer buradaki kurumlar sökülüp atılırsa, meydanın kendine kalacağını düşünmekte ve zannetmektedir. Ama şu bilinmeli ki ‘Hizmet’ ve hareket oradaki halk tarafından sahiplenilmediği sürece, oradaki halkın desteğini almadığı sürece zaten yaşaması söz konusu olamazdı ve 20-30 yıldan beri ‘Hizmet’ orada varlığını devam ettiriyor, yüzlerce kurumla beraber varlığını devam ettiriyor. Kürtlerin bugün Kürdistan dediği, Kuzey Irak’ta Hizmet’in 30 tane okulu var, üniversitesi var ve oradaki Kürtler o okulları o kadar ciddi destekliyorlar ki, ben o kadar ciddi desteği başka ülkelerde bile görmedim. Niye? Çünkü gelecek adına kendilerine neler kattığının ve kazandırdığının farkındalar. Yalnız bu zatlar dağda olduğu için, şu anda eğitimin farkına varmamışlar, dağdan indiklerinde fark edeceklerdir, o zaman gelsinler onlar da okul açsınlar biz de onlara destek verelim.

Gülen Hareketi ile ana muhalefet partisi CHP arasında bir yakınlaşma söz konusu mu?

Hayır, ilkeler bazında açıklamalar ve ortaklıklar olabilir. Fakat, siyasi partilerle angaje olmak Hizmet’in asla istemeyeceği bir şeydir.

İstanbul’da CHP adayı Mustafa Sarıgül’e destek verdiğiniz iddiaları var. Doğru mudur?

Kesinlikle hayır, Hizmet kurumsal olarak bir kişiye ya da partiye destek kararı almaz. Tamamen partiler üstü kalmayı tercih eder. Kendi insanlarına, sempatizanlarına da şu partiye veya kişiye oy verin diye telkinde bulunmaz. Yalnızca politika bazında kendi ilkelerine uygun olarak zaman zaman bazı konularda destek ya da tenkidini açıklayabilir.

Gülen Hareketi’nin bugünkü çatışma içerisinde şöyle bir pozisyonda da kaldığı ya da bırakılacağı da çok konuşuluyor. AK Parti belki devletin meşruiyetini ayaklar altına alacak adımlar atıyor ama bu süreçte aslında ‘11 yıllık iktidarımda beğendiğiniz, övdüğünüz, yapılan iyi şeylerin hepsini ben yaptım, beğenmediğiniz, kötü gördüğünüz her şeyi ise “cemaat” yaptı’ diyerek kendini yeniden meşrulaştırmaya gitmeye çalışacak ve buna toplumu ikna etmek için daha fazla karşı hamleler yapacak, karşı operasyonlar düzenleyecek. Başbakan da sürekli ‘elimizde çok şey var’ diyor, ‘inlerine gireceğiz’ diyor, Başbakanın Başdanışmanı ‘orduya da bunlar kumpas kurdu’ diyor, bazı hükümet yetkilileri ‘bunların yargıda imamı var’ diyor vs. vs. Ne diyorsunuz? Böyle bir durumla karşılaşmaktan korkuyor musunuz, böyle bir gidişat var mı size göre de, nasıl yorumluyorsunuz bu iddiaları?

Evet, inlere girilecek deniyor. Yani sunu söyleyeyim, 10 yıl iktidarda kalan insanlarda bir müddet sonra iktidarlarını koruma güdüsünün daha fazla arttığına dair bir yerde bir yazı okumuştum. Yani artık 10 yıldır iktidarda kalmış insanın kaybetmekten korktuğu çok şeyi vardır. Ve dolayısıyla Başbakanı etkisine alan o danışmanlar, o etrafındaki oligarşi, maalesef sürekli olarak, o iktidarı kaybetmek korkusu üzerinden, o korku damarı üzerinden oynayarak Başbakana yeni düşmanlar üretmeye muvaffak oldular. Eskilerin bir sözü var “Mabeyn kardeşi boğdurtur” diye. Mabeyn dediğimiz padişahin etrafındaki insanlar, mabeyn isterse kardeşini padişaha boğdurtur. Bugün karşılaştığımız manzara bu, bu ülkenin hayrından başka hiç bir projesi hedefi gayreti olmayan bu insanların, düşman statüsünde algılanmasının ardındaki gerekçe nedir biz de merak ediyoruz. Nedir gerekçe yani nasıl bir kötülüğü oldu bu millete? Açıkçası öyle saldırılar yapılıyor ki bu iddiaların doğru olmadığını düşünmeyi zorlaştırıyor. Biz bunun izahını bulamadık.

Ne olacak sizce bundan sonra? Nereye varacak bu işin sonu?

Bu durum bizde de fevkalade şaşkınlık oluşturuyor. Tabi bu Ak Parti’nin, ben zannediyorum, Erdoğan’ın Erdoğanla çatıştığı bir dönem başlıyor. Bir sonraki Erdoğan, bir önceki Erdoğan’ı tüketiyor. Neler yaparak? Fevkalade en yakınlarını, tabiri caizse, kendini desteklemiş ve kendine zaman zaman yardım etmiş insanları düşmanlaştırarak. Devreye koyarak. Bunun şu anda bir izahı yok, sadece iktidarı koruma korkusu üzerinden böyle bir damar işleniyor şu anda.

KAYNAK: ANALİZ TÜRKİYE

SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara