TTIMETURK / CESİM İLHAN
İslam İnkılabı zafere ulaştığı ilk yıllardan beri İran'da yaşayan ve İran’daki siyasal gruplaşmaları, partileri ve gelişmeleri yakında takip eden Gazeteci-Yazar ve Avukat Ziya Türkyılmaz, Türkiye’de yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile ilgili önemli analizlerde bulunarak, İran’ın yaklaşımını Gazeteci Cesim İlhan’a değerlendirdi.
S-Türkiye’de bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yapıldı. Türkiye’deki haberlerde bu operasyonun İsrail ve ABD’nin eliyle Gülen cemaatine yaptırdığı haberleri ve yorumları yapıldı. Siz bunun hakkında neler düşünüyorsunuz?
C- Türkiye ve İran medyasında daha önce yapılan söyleşilerde de açıkca ifade ettiğim üzere bu operasyon koalisyon ortakları arasında uzun süredir devam eden iktidar mücadelesinin bir yansımasıdır. AK Parti ve Cemaat denilen Fethullah Gülen önderliğindeki Nurculuk akımının belli bir proje çerçevesinde iktidar ve muktedir olduklarını kimse inkar edemez. Ülkede eğer yolsuzluk varsa –ki olduğuna inanıyorum- bu koalisyon ortaklarının ikisini de bağlar.
Bir ülkedeki temel güç odakları ordu, yargı, medya, ekonomi, siyasi mekanizma (yürütme ve yasama organları) ve üniversiteler başta olmak üzere eğitim öğretim merkezlerinden oluşur. Bunlardan orduyu istisna tutarsak öteki beş merkezi kontrollerine almak, ayrı bir ifadeyle Devleti ele geçirmek için koalisyon ortaklarının yıllardır birlikte hareket ettikleri ve zaman zaman bir biriyle yarıştıkları bilinen bir gerçektir. Farklı geçmişleri ve söylemlerine rağmen bir yıl öncesine kadar birlikte yürüyen ortaklar bazı iç ve dış siyasetlerde görüş ayrılığına düşünce her iki ortak da bir diğerini devre dışı bırakma planları yapmaya başladı. AK Parti halkın oylarıyla işbaşına gelmesine rağmen devleti ele geçirmek için gerekli kadrodan yoksunken Nurculuk siyasi bir parti olmamasına rağmen 50 yıldan beri devleti ele geçirmek için kadrolaşan bir akımdır. Öteden beri ABD ile yakın ilişkileri olan Nurcuların Fethullah Gülen kanadı bu ilişkileri İslam İnkılabının İran’da zafere ulaşmasından sonra sıkı bir işbirliğine dönüştürdü. İnkılapçı İslam’a karşı Ilımlı İslam bir Amerikan projesi olup bunun tezahürlerini Sovyet Rusya’nın dağılması sonrasında Orta Asya ve Kafkasya ülkelerinde açıkca gördük. Bu bölgelerde ve dünyanın başka bölgelerinde ABD’nin desteği ile palazlanan Nurculuk akımı Türkiye’de AK Parti’nin iktidara gelmesiyle tarihi bir fırsat yakalamış oldu. İktidara gelmesine rağmen bir türlü muktedir olamayan AK Parti, Nurcuların hazır yetişmiş ve teşkilatlı kadrolarından yararlanmak doğrultusunda devletin bütün imkanlarını bunlara cömertce sundu. Nurcular kısa sürede iktidarın nimetlerinden de yararlanarak yargı, emniyet medya, üniversiteler ve mali-ticari merkezler başta olmak üzere çeşitli devlet organları ve sivil sahalara yerleştiler. Anayasa üstü derin güçleri etkisizleştirmek ve rakiplerini Cemaatin içteki kadroları ve dış bağlantılarının işbirliği ile devre dışı bırakan AK Parti, aynı akımın günün birinde kendisini de devre dışı bırakmaya kalkışacağını hesaba katmamıştı veya farketmişti ama bu ortaktan kurtulmak için uygun bir fırsat kolluyordu, ama ortağın da aynı cesareti göstereceğini ve daha erken davranabileceğini kestirememişti.
Başta Suriye konusu olmak üzere bazı konularda bekleneni yapamayan veya çizmeyi aşan AK Partinin miadını doldurduğu sonucuna varan efendilerin, yani küresel sulta sisteminin işe bir yerden başlamasi gerekiyordu ve bunun için en güçlü maşa koalisyon ortağı Nurcular akımıydı. Ve işte Türkiyede 17 Aralık operasyonuyla başlatılan süreci bu açıdan değerlendirmek gerektiği düşüncesindeyim.
S- Türkiye’de yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda İran’ın adı da geçti. İran devleti, İran Halkı buna nasıl baktı ve İran medyası, yazarları, gazetecileri, siyasetçileri, sanatçıları, akademisyenleri bunu nasıl değerlendirdiler?
C- İran’da bu konuda birbirinden farklı görüşler ileri sürüldü. Herkes konuya kendi görüş açısından yaklaştı. Bu görüşlerin hiç biri İran'ın resmi görüşünü yansıtmasa da devlet içinde etkili kanatların görüşlerini yansıtması açısından üzerinde durulabilir önemdedir.
İran’da işbaşına gelen hükümetler geleneksel olarak Türkiye ile ilişkilerde ihtiyatlı davranır ve Türkiyedeki gelişmelere komşu ülkenin iç işlerine karışmak olarak telakki edileceği düşüncesiyle açıkca görüş belirtmezler. Hasan Ruhani hükümeti de bu kaideye bağlı kaldığı için bu konuda şimdiye kadar resmi bir açıklama veya yorumda bulunmuş değil.
Ancak Hasan Ruhani hükümetini temsil etmeseler de hükümetin iç ve dış siyasetlerini hararetle destekleyen ve hükümeti yönlendirmeye kararlı gazete ve internet sitelerinde yapılan yorumları farklı tonlarda olmakla birlikte şöylece özetlemek mümkündür: Hükümete yakın Şark Gazetesi gibi reformist/laik eğilimli gazeteler şu sıralar bütün umutlarını Batı ile özellikle de ABD ile uzlaşma sürecine bağladıkları için 17 Aralık operasyonunu yolsuzluğa karşı bir teşebbüs olarak değerlendirdiler. AK Parti hükümeti ve hükümete yakın medyanın olayı dış mihrakların bir komplosu olarak tanımlaması ve Cemaat’ı bu komploya araç olarak tanıtması konusunu inandırıcı bulmadıkları yönünde görüşler ileri sürdüler. İran’a karşı uygulanan yaptırımları İslam Cumhuriyeti’nin uzlaşmasız ve Batı aleyhtarı radikal siyasetlerine bağlayan Reformist/Laik medya kuruluşları 17 Aralık Operasyonunu da İran’ın üzerine yıkarcasına yaptırımların Türkiye gibi komşu ülkeleri de yolsuzluğa sevkettiği yönünde yorumlar yaptılar.
Hatırlatmak gerekir ki, Hasan Ruhani Hükümetine yakın medya kuruluşları, reformist ve ılımlı İslam yanlısı yazar ve gazeteciler muhalefette iken Türkiyede iktidarda bulunan AK Parti hükümetini Batı ile uzlaşmacı ilişkileri ve işbirliği dolayısıyla övmekte ve model olarak tanıtmaktaydılar. Aynı çevreler Hasan Ruhani’yi iş başına gelir gelmez Batı ile uzlaşmaya teşvik ederek İran’ın nükleer programını kökten durdurma pahasına yaptırımlara son vermeyi temel hedef olarak gösterdiler. ABD ile uzlaşma, sulta sistemine katılma düşüncesini açıkca savunan ve ekonomik kalkınmaya öncelik verilmesi taraftarı bu kesimler Türkiye hükümetinin kendisine yönelik 17 Aralık Operasyonunu ABD ve içteki uzantılarının komplosu olarak nitelemesini doğal olarak hoş karşılamadılar. Çünkü bu duruşun İran’daki ABD ve Batı karşıtlarının işine geleceğini, nükleer program konusundaki görüşmelerde İran içindeki muhalefeti cesaretlendirebileceğinden kaygılanmaktadırlar.
Geniş bir siyasi yelpazeyi temsil eden İlkeciler veya İnkılap yanlılarının Türkiyedeki son gelişmelere bakışını tek bir görüş altında değerlendirmek mümkün değil. Çünkü ilkeci partiler, gazeteler, internet siteleri ve yazarlar genel olarak 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonunu ABD’nin bir müdahalesi olarak görmekle birlikte bu konuda farklı görüşler ileri sürmektedirler. Bazı ilkeci çevreler AK Parti hükümetinin kuruluşundan beri ABD başta olmak üzere Batı ve İsrail ile ilişkileri ve işbirliğinin kabul edilemez olduğunu, yapılan temel hataların bu son müdahalelerle sonuçlanmasının da normal olduğu görüşündeler. Bu kesime göre; ABD ve uluslararası siyonizm işbirliği yaptıkları parti ve kesimlerden en zayıf bir görüş ayrılığı ve başkaldırıya bile tahammül etmez ve eninde sonunda kendilerine itaatte kusur eden dostlarını gözden çıkarır ve cezalandırırlar.
İlkecilerden bazı kesimler daha da ileri giderek İran hükümetinin nükleer görüşmelerde ABD’ye beklemediği kadar taviz vermesini sadece İran için değil bölge ülkeleri için de bir yenilgi olarak değerlendirmekte ve bu geri adim atmanın ABD’yi cesaretlendirdiği görüşünü ileri sürmekteler. Hatta bazı köşe yazarları bu operasyonun asıl amacının İran’ı nükleer görüşmelerde köşeye sıkıştırmak olduğu ve İran’ın yaptırımları etkisizleştirme yollarını kapatmayı amaçladığı görüşünden hareketle İran’daki bazı uzlaşmacı çevrelerin de bu operasyona katkıda bulunabileceğini ileri sürmekteler. Türkiye’de Halk Bankası başkanı ve Rıza Zerrab’a yönelik operasyon ardından İran’da Babek Zencani’nin tutuklanması ve Halk Bankası’nın İranlı partneri Parsiyan Bankası başkanının görevden alınması iki ülkedeki uzlaşmacıların ortak projesi olarak bile değerlendirilmektedir.
İlkecilerden bir grup ise AK Parti hükümetinin son yıllarda yaptığı hataların, bu cümleden olarak Suriye’ye müdahalede Batı emperyalizmi ile işbirliği yapması, terorist grupları eğiterek Suriye iç savaşına müdahil olması, Yeni Osmanlı ülküsüyle bölge ülkelerini ürkütmesi ve Siyonist Rejimi koruma amaçlı olarak ülkenin güney bölgelerine radar sistemleri yerleştirmesi gibi siyasetlerinin unutulamaz büyük hatalar olduğunu ileri sürmekle birlikte AK Parti hükümetinin özellikle de Başbakan Erdoğan’ın karşı karşıya kaldığı Amerikan komplosu karşısında yalnız bırakılmaması görüşündeler.
Reformist/laik/Batıcı kesimlerin pragmatist, değişken Türkiye siyaseti karşısında ilkecilerin daha dikkatli, müslüman halkların genel maslahatlarını gözetici ve İslam düşmanlarına sözde de olsa karşı duranları destekleyici bir tavır takındıkları söylenebilir. Reformistler, laik/ılımlı İslam projesinin yenilgiye uğramasından rahatsızken ilkeciler zayıf, geçici ve hatta maslahat icabı da olsa ABD karşıtı tavırları gelecek için umut verici olarak değerlendirmekteler.
Özetlersek ABD ve siyonizmin kontrolündeki küresel sulta sistemiyle uzlaşmayı çare olarak gören reformist/laik çevrelerin aksine ABD'yi asıl düşman olarak gören ilkeciler Türkiye hükümetinin hatalarını görerek kendini ıslah etmesi ve bölgesel işbirliğine katılmasını ummakta ve Türkiyedeki gelişmelere de bu açıdan bakmaktalar.
S- Türkiye’de Yapılan operasyonun aslında Halk Bankası arcılığıyla İran'ın üzerindeki ambargoları kaldırmak istemekmiş. Fakat İsrail ile ABD bundan rahatsız oldu. Bundan dolayı operasyon yapıldı yorumları ve haberleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bilindiği üzere İslam İnkılabının zaferiyle birlikte İran ile Batı arasında ciddi bir söylem ve paradigma farklılığı ortaya çıkmış olup sulta sistemin başını çeken ABD, Batı uygarlığına alternatif bir söyleme tahammül edilemiyeceğinden hareketle İran’ı sulta sistemine entegre etmek, olmazsa cezalandırmak için etnik ve mezhep ayrılıklarına dayalı iç savaş, komşularıyla savaş da dahil her yolu denemiş bulunuyor. Ve işte bu baskı yöntemlerinden biri İran’a karşı 35 yıldır kademe kademe artırılarak uygulanan yaptırımlardır. İnsan hakları, terörizme destek, barışçıl nükleer programdan sapma vb bahanelerle sürdürülen yaptırımların asıl hedefi İran’ı teslim almaktır.
İran’a sulta sistemi tarafından uygulanan yaptırımların tümü kanunsuz, uluslararası ilkelere aykırı olmakla birlikte bunları iki bölüme ayrımak gerekir. Bir kısmı BM Güvenlik Konseyi’nin nükleer faaliyetlerinin askeri olduğu tahminlerinden- ispatlanmış kesin bir delil yok- dolayı İran’a uygulanan yaptırımlardır. Güvenlik Konseyinde alınan bu yaptırım kararına ilaveten bir de ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar vardır. Ama Uluslararası Siyonizm ve ABD’nin baskı ve tehditleriyle dünyanın sözde bağımsız ülkeleri bu ikisi arasında ayırım yapacak cesareti gösterememeketedir. Çünkü dünya banka sistemini, Dolar ve Euro akışını gözetleyen ve kontrolü altında tutan ABD ve AB, dünyadaki bütün mali, ticari şirket ve bankaları İran’la işbirliği yapmamaları için uyarmakta, uyarıya uymayan şirket, banka ve ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak cezalandırmakla tehdit etmektedir. Türkiye BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarına tıpı tıpına uymakla birlikte ulusal çıkarları gerekçesiyle İran’la ticari ilişkilerini tamamen kesemeyecğini ileri sürerek ABD’nin tek taraflı uyguladığı yaptırımlara kısmen de olsa uyamıyacağını bildirmiş ve bu gerekçesi ABD tarafından kabul edilmiştir. Halk Bankasının İran’la ikili ticari ilişkiler ve üçüncü ülkelerin İran’la ticari ilişkilerinde, özellikle de altın ticaretinde aracı banka olarak faaliyet gösterdiği bilinen bir şeydir. Ancak son sıralarda İran’ı daha fazla baskı altında tutmaya karar vermiş ABD, Halk Bankasının sınırlı faaliyetlerini de durdurmasını isteyip durmaktaydı. İran’la ilgili muamelelerden ve üçüncü ülkelerin de Halk bankası aracılığıyla İran’la ilişkilerinden büyük kazanç sağlayan Türkiye bu baskılara boyun eğmediği için ABD’nin içteki uzantılarının bu operasyonuyla karşılaşmıştır. ABD bu operasyonla bir taşla iki kuş vurmak niyetindedir. Bir yandan AK Parti hükümetini içeride rakipleri karşısında zor durumda bırakırken öte yandan asıl düşmanı İran’ı daha çok sıkıştırmak ve görüşmelerde daha fazla taviz koparmak istemektedir.
S- Türkiye’deki medyalarında özellikle dizilerde İran ile ilgili yapılan filimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve İranlılar buna nasıl bakıyor?
C- Iran hükümeti ve halkı dünya üzerindeki gelişmelere İnkılabın hedefleri penceresinden baktıkları ve küresel sulta sistemine odaklandıkları için çoğu defa Nurculuk gibi tehlikeli akımlar konusunda gaflete düşmektedirler. Fethullah Gülen'i tanımadıkları için değil müslüman halklara ve gruplara müsamahalı yaklaştıkları için Cemaat'ın bölgede ve dünyada üstlendiği misyonu, El-Kaide gibi selefi akımların fiili tahrip ve cinayetleriyle kıyaslandığında daha az veya ikinci dereceden tehlikeli görmekteler. Bunun en açık örneği Cemaat'ın medya organlarında İran ve Şiilik aleyhinde açıkca düşmanlık yapılmasına rağmen İran televizyon kanallarında Cemaat tarafından yapılan filim ve dizilerin gösterilmesidir. Şimdiye kadar Fethullah Gülen ve Nurculuk akımı aleyhinde tek bir siyasal veya belgesel yayınlanmış değildir. Bu duruş ve tavır sadece Cemaat'le ilgili olmayıp terör eylemlerine , mezhep fitneciliğine doğrudan katılmayan Sünni dünyadaki bütün İslami akım, parti ve gruplar için de geçerlidir. Yani İran'ı ve Şiiliği eleştirdiği için İslami kişi ve grupları dışlamak, cezalandırmak yerine cezbetme temel ve değişmez ilkesine bağlı kalmaktadırlar. Bunun en bariz tanığı ve örneği İran'da yaşarken İnkılap liderinin içteki düşmanlarıyle ilişkilerini sürdürmekten çekinmeyen ve hatta Şiilik aleyhtarlığı yapan Türkiyeli bazı tanınmış yazar çizerlerdir. Bunların davranışları bilinmediği için değil İnkılapçıların muhaliflere, eleştirenlere gösterdikleri tolerans ve müsamahadan ileri gelmekteydi ve aynı durum hala da devam etmektedir. İran'da da bazı Sünni bölgelerinde başta Suudi Rejimi'nin mali ve ideolojik destekleriyle küresel sulta sistemiyle işbirliği içinde olan ve kişi ve gruplara eyleme geçmedikleri sürece aynı müsamaha gösterilmektedir.
S- Operasyonun İsrail ve ABD eliyle hükumeti devirmek için yapıldığı yorumları hakkında neler düşünüyorsunuz?
C- Sanırım birinci sorunuzun cevabında bu konu üzerinde yeterince durduk. ABD ve İsrail'in Türkiye'nin iç işlerine müdahaleleri yeni bir konu değildir. İsrail ile ABD'yi bir birinden ayrı tutmak da bizi doğru sonuçlara götürmez. Görünürde bazı görüş ayrılıkları dillendirilse de İsrail ve ABD'yi ve hatta AB ülkelerini yöneten ve yönlendirenler aynı sermaye ve güç odaklarıdır. Bunlardan herhangi biriyle işbirliği küresel sulta sistemini perde arkasından yöneten uluslararası siyonizmle işbirliği anlamına gelir. Bunlardan biriyle işbirliği yapıp ötekisinin siyasetlerine karşı durmak kendini ve halkı aldatmak demektir. Mesela NATO üyesi olarak kalıp İsrail'in cinayetlerini eleştirmek ne kadar komikse, AB'ye katılmak isteyip İsrail'in bölgesel sultasını kabul etmemek de o kadar gülünçtür. Bu konuda Cemaat'in çizgisi kendi içinde daha tutarlıdır. ABD'yi ehven-i şerr görüp ABD eksenli bir dünya sistemine inanan Cemaat liderleri çok doğal olarak İsrail'i izin alınması gereken bir otorite olarak tanımlayacak ve İran'ı baş düşman olarak görecektir. Cemaat'in küresel sulta sistemini daha iyi tanıdığı ve planlarını buna entegre çizgisinde belirlediğini görmekteyiz. Asıl çelişkiler içinde bocalayıp duran AK Parti ve Başbakan Erdoğan'dır. NATO üyesi, ABD'nin stratejik müttefiği, AB'ye katılma taliplisi bir ülkenin başbakanı olarak küresel sulta sisteminin çizgisine aykırı tek bir duruş ve eleştirinin bile affedilemiyeceğini bilmesi gerekir.
Sözün kısası, Hükümet halkın eğilimlerini dikkate alarak Türkiye'nin dış ilişkilerini, bulunması gereken konumu, dostunu ve düşmanını yeniden belirlemek zorundadır. Ya küresel sulta sisteminin bir parçası olduğu gerçeğini kabullenerek kendisi için belirlenmiş rotada yoluna devam edecek ve küresel köyün efendileriyle onların koyduğu kurallar ve sınırlar içinde uzlaşı yolunu seçecektir ya da halkı ve devletiyle ülkenin, bölge halklarının ve üyesi olduğu İslam ümmetinin istiklali, özgürlüğü ve huzuru yönünde bir çizgi belirlemelidir. İkisini birlikte yürütmenin mümkün olmadığı, sulta sisteminin buna izin vermeyeceği son yıllarda bir kere daha açıklığa kavuştu. İzzet ve bağımsızlıkla sonuçlanacak ikinci yolu seçmek tek kurtuluş yoludur, ancak oldukça zor, çetin bir mücadeleyi gerektirir. Bunun açık örneği İran'dır. İran'ın başına sarılan belaların hepsi bağımsız davrandığı ve bunu başka milletlere örnek olarak sunduğu içindir. Gelinen noktada Türkiye ve İran'ın bunu birlikte başarabileceklerini ve sadece İslam dünyası değil bütün bir dünyaya mevcut sulta sistemine alternatif bir sistem sunabileceklerine inanıyorum. Yeter ki buna karar verilsin. Allah'ın nusret ve yardımları vahdet, dayanışma ve sabırlılık gösterenlere mutlaka ulaşacaktır.