Dolar

34,9457

Euro

36,7055

Altın

2.982,43

Bist

10.125,46

Salih Tuna canlı yayında stüdyoyu neden terk etti?

Canlı yayında Neval Sevindi ile yaşadığı polemik sonucu programı terk eden Salih Tuna perde arkasında yaşananları anlattı...

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-12-30 10:17:29

Salih Tuna canlı yayında stüdyoyu neden terk etti?

Habertürk ekranlarında Neval Sevindi ile girdiği polemik sonucunda canlı oturumu terk eden Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna bugünkü köşesinde programda olan biteni anlattı, yayını neden terk ettiğini izah etti.

Salih Tuna'nın Yeni Şafak gazetesindeki "Canlı yayını niçin terk ettim?" başlıklı (30 Aralık 2013) yazısı şöyle:

Canlı yayını niçin terk ettim?

Tahammülfersa insanlarla programa çıktım, program yaptım. Hiçbir zaman da sözümü sakınmadım.

Gezi muhabbetinin ardından Taksim'in işgal edildiği ilk günlerde, Taksim'deki merkez stüdyolarında yayın yapamayacak hale gelen bir televizyon kanalının şehrin banliyölerindeki stüdyosunda Can Ataklı'yla kıyasıya kapıştım.

İzleyenler hatırlayacaklardır, söz konusu canlı yayında, Taksim kalkışmasını 'devrim' falan diyerek arkalayan Can Ataklı'ya, 'Daha dün Tan gazetesini çıkartıp pornoculuk yapıyordun, şimdi devrimci mi kesildin başımıza...' diye haykırdım.

Lakin...

Programdan sonra da medeni iki insan gibi el sıkıştık, birbirimize 'iyi geceler' dileyip ayrıldık.

Çünkü...

Can Ataklı birileri tarafından gönderilen, yani, vekaleten tartışan biri değildi.

Yine...

Gezi olaylarının sürdüğü sırada, fikrine zikrine, attığı malum 'twitin' masuniyetine inanmadığım halde (şayet iddia edildiği gibi tehdit ediliyorsa) 'Hepimiz Mehmet Alabora'yız' dedim, Enver Aysever'in CNN Türk'teki programında.

Birkaç hafta evvel Gürkan Hacır telefonla arayıp, 'Abi' dedi, 'Ulusal Kanal'a çıkacakmışsın, o zaman Halk TV'deki benim programına da konuk olur musun?'

Hayhay dedim, elbette.

Ben de kimi televizyonlarda program yaptığım dönemde, dünya görüşlerimiz taban tabana zıt Gürkan (Hacır) gibi birçoğunu davet ettim; geldiler, düşüncelerini özgürce dile getirdiler.

Bunlardan biri de Ümit Zileli'ydi. Aradı; çağırdığın her programa geldim dedi, şimdi de ben çağırıyorum seni, Ulusal Kanal'a gelir misin?

Birkaç hafta evveldi, gittim.

'Gülen - Gül - Erdoğan halka teslim olun' manşetleri atan Aydınlık gazetesiyle aynı paralelde yayın yapan Ulusal Kanal'a konuk oldum.

Programın moderatörü Gülgün Feyman'dı. Ümit Zileli'nin yanı sıra Aydınlık gazetesi köşe yazarı Mehmet Ali Güller de vardı.

Birkaç saat süren mezkur program boyunca kimse kimseye en ufak saygısızlık yapmadı. Programın bir yerinde Ümit Zileli, 'Fethullah Gülen neden Türkiye'ye gelmiyor?' sorusu üzerinden tahmin edebileceğiniz bir tartışmayı açmaya çalışınca, 'Bak Ümit' dedim, 'Beni bu kanalda Hocaefendi'nin aleyhine tek kelime ettiremezsin, boşuna çeneni yorma...'

Şu sıralar bir hayli coşup, 'Erdoğan gitsin de ister emperyalistler, ister uzaylılar eliyle gitsin, yeter ki gitsin, ondan sonrası kolay' yollu yazılar yazan Mehmet Ali Güller'i de ilk kez bu vesileyle gördüm, tanıdım.

Yazılarının aksine son derece sevimli, sempatik bir insan. Bir de üç büyükler yerine, memleketinin takımını, Adana Demirspor'u tutuyor ki, bayıldım.

Her şey (ufak da olsa) bir güzellikle başlar, ben hep buna inandım.

Yeryüzünde insanın serüveni nihayetinde, 'beşer' olmaktan 'insan' olmaya geçişin serüvenidir.

İnsan olmak başlı başına güzelliktir. (Ahsen-i takvim ifadesini hatırla ey güzel okur.)

Bunun için de herkesin çirkinlikleri gördüğü yerde güzellikler ararım, yani insana dair şeyler.

Mesela, yıllar önce, 2007'de, birçok yazar çizer nerdeyse kişilik katli boyutlarında Ahmet Necdet Sezer'e yüklendikleri bir dönemde, 'Dindar cumhurbaşkanı Sezer' başlıklı bir yazı yazdım.

O yazıdan şu kadarını paylaşmama lütfen izin verin: ' Sezer'in o ucube kamusal alan tanımını, tarafgirliğini, halktan uzak tutumunu, resepsiyonlardaki eşli davetiye muhabbetini, lüzumsuz tıkaç fonksiyonu icra eden hallerini ve asık suratını herkes kadar ben de biliyorum. / Lakin, bunları bilmek şatafattan, gösterişten uzak durma hassasiyetini, kendisine verilen bütün hediyeleri bırakıp gitmesini, ödenekten tahsis edilen meblağa el sürmemesini, eşini hastaneye sivil araçla götürmesini, oğlunun düğününde harcanan elektriğin parasını kendi cebinden ödemesini görmemize engel değil. / Bütün bunlar İslamî haslet değil mi?..' (28. 08. 2007, Yeni Şafak)

Geçen sene de Fazıl Say için aynı yaklaşımı sürdürdüm.

Dedim ki: 'Fazıl Say'ın (...)'Bana iftira atıldı. Ben İslam'a hakaret etmedim..' açıklamasına rağmen 'İslam'a hakaret' davasını sürdürmenin hiçbir manası yok. / Bu vesileyle sormak isterim: 'İslam'a hakaret etti' diye dava açan var da, 'İstanbul Senfoni'siyle 'İslam'a yaptığı hizmeti' ödüllendiren niye yok?..' (16. 06. 2012, Yeni Şafak)

Gelgelelim...

Habertürk televizyonunda, geçtiğimiz cumartesi günü, daimi katılımcılarından olduğum bir programı canlı yayında terk ettim.

Söz konusu programın moderatörü Diden Yılmaz'dı; fakirin dışındaki daimi katılımcıları da şunlardı: Şükran Soner (Cumhuriyet gazetesi yazarı) Nazif Okumuş (MHP eski milletvekili ama hemen her programda CHP'yi savunuyordu ) ve bizim gazeteden Hilal Kaplan.

Mezkur programa format gereği konuk alınmıyordu. Ne ki programın başlamasına bir-iki dakika kala bir 'konuk' olduğunu gördüm.

Daha evvel bana haber verilmemişti. Hilal Hanım'a sordum, ona da haber verilmemişti.

Neler oluyor, bundan neden bizim haberimiz yok demeye kalmadı, canlı yayın başladı.

Mahut kadını yıllar öncesinden (bir programdan) tanıyordum. Canlı yayında fikirlerine tahammül edemediği birine, 'Köpek.. köpek.. köpek...' diye hakaret edecek kadar kendini bilmez, her programda car car bağıran tuhaf bir şeydi.

İnşallah kendini biraz toparlamıştır ümidiyle canlı yayına başladık.

Nerdeee?

Toparlamak şöyle dursun, 'eleman' daha da kötüye gitmiş.

'HSYK üyelerini Başbakan atıyor' şeklindeki maddi hatasını düzeltmek sadedinde, 'Başbakan atamıyor, seçimle geliyorlar' denilince, hatasını düzeltip teşekkür edeceğine, 'Gargara yapmayın' demez mi?

Daha dakka bir demeden 'eleman' kendini şappadak ortaya koymuştu.

Didem Yılmaz, Hilal Kaplan'dan sonra sözü 'elemana' vermek isteyince de, beni işaret ederek, 'Yeni Şafaklar konuşsun bitsin, sonra ben' diye zıpçıktılık yaptı.

Karşımızda insanlarla konuşmaya değil gazeteyle savaşmaya memur kılınmış bir Don Kişot vardı.

Dudağını büzüşünden Ömer diyeceği belliydi. Yıllar yılı oyun yazdım, oyunlar yönettim, bir oyuncunun sahne alışından İtalyan provasına kadar az çok tahmin yürütebilirim.

Demem o ki, 'elemanın' yönetenlerini (programa gönderenlerini mi deseydim?) gördüm.

Yine de bir güzellik aradım.

En ufak bir güzellik görebilseydim, 'Bak hanımefendi sana bir beddua ederim, bıyıkların çıkar, Nazif Okumaş'a dönersin' diye belki espri bile yapardım.

Yapmadım, 'eleman'ın koşulduğu şova alet olmamak için çıktım. Benden sonra da Hilal Kaplan (mahut elemanın ağzının payını bir güzel verip) programı terk etti.

İmdi, kendini Cemaate nispet eden kimi şaşkalozlar bu elemanı nerdeyse Cemaatin sözcüsüymüş gibi arkalayıp bize akılları sıra şavulluyorlar.

Yahu kurban, siz o kadına kadar düştükten sonra kimseciklerin size düşmanlık yapmasına gerek yok.

Ne diyeyim, Allah müstehakınızı versin.

Haber Ara