Kapıları ezanla açılıp ezanla kapanan şehir
Tanzimat’a kadar sur kapıları akşam ezanı ile kapanıp sabah ezanı ile açılan İstanbul, bu yollar üzerinden büyüyüp gelişmiştir.'
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-03 02:23:38
Tanzimat’a kadar sur kapıları akşam ezanı ile kapanıp sabah ezanı ile açılan İstanbul, bu yollar üzerinden büyüyüp gelişmiştir.
10 Kasım 1931 tarihli gazetede bir haber… Haberin içeriği, Londra ile İstanbul’u birbirine bağlayacak 2 bin kilometrelik yol için sekiz hükümetin müzakere hâlinde olduğuyla ilgili. Haberde, devamla şöyle deniyor: “… Duvr-Kele feribotu yolu ile Brüksel-Kolonya (Köln)-Viyana-Budapeşte-Belgrad ve Sofya’dan geçerek yol İstanbul’a varacaktır.”
Bahse konu yol bugün İstanbullular için Eski Londra Asfaltı olarak anılan yol; ama aynısı değil. O zaman yapımına başlanan yol Topkapı-Küçükçekmece arasında, Florina yani Florya’ya yakın bir yerden geçer ve asfalt olarak inşa edilir. Asfalttan anlaşılması gereken, ‘yola dökülen mıcırın silindir makinesi ile sıkıştırılmış hâli.’ Bugünkü manada bildiğimiz Londra Asfaltı ise 1951’de düşünce olarak ortaya atılsa da yapımına ancak 15 Temmuz 1954’te başlanabilmiş. 1957’de, Fatih Bulvarı adı verilmesine rağmen, uluslararası yolun başlangıç kısmı da olduğu için Belediye Meclisi kararıyla Londra Asfaltı olarak anılagelmiş. Bu yol 29 Ekim 1956’da hizmete açılarak bir nevi Suriçi’ne sıkışmış İstanbul’u bugünkü anlamda uzak diyarlara, Londra’ya kadar bağlamış diyebiliriz.
“Bugün İstanbul’da yaşayanlar için gündelik hayatta karşısına çıkan sokak ve yer isimlerinin hiçbir anlamı yok.” demek haksızlık olur mu bilmiyoruz. Hâlbuki o isimler ne anılar, hikâyeler ve tarih barındırıyor. Niçin Seyyit Nizam, Merkez Efendi denmiş, Belgradkapı ismi neden tercih edilmiş, Kazlıçeşme adı nereden geliyor? Hele hele günümüzde bir anlam derinliği olmayan yer isimleri tercih edildiği düşünüldüğünde eski İstanbul’da bolca mevcut bu isimler daha bir önem kazanıyor.
Baştan belirtelim ki bu bir yol ve genel İstanbul haberi değil; belki Yedikule sahilinden Ayvansaray’a kadar sur dibi ve çevresinde ‘yollar ve kapılar’ üzerine bir gezinti… Belki de İstanbul’un ‘kara kapılarının’ açıldığı yollar üzerindeki mahallelerde kısa bir tur… Kılavuzumuz, tarihçi Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun Zeytinburnu Belediyesi için yeni hazırlamış olduğu “Yollar ve Kapılar” kitabı.
Londra Asfaltı, Vatan Caddesi ve Edirnekapı yolları, zamanla ya mevcut kapıların dar olup yetersiz kalması veya tarihî surlarda yol için yeni gedikler açılması ile oluşturulmuş. Menderes’ten önce yollar çamur içerisinde doğal olarak. Londra Asfaltı ile birlikte Ekim 1956’dan itibaren, o ana kadar her türlü yük ve eşya taşınmasında önemli yer tutan fayton ve atlı arabalar, tekerlekleri yollara zarar veriyor diye bu yollarda yasaklanıyor.
İstanbul’un tarihe iz bırakmış ve bütün yolların ulaştığı kapıları olarak Yedikule, Belgrad, Silivri, Kalagros, Mevlevihane ve Topkapı diye bildiğimiz kara kapıları var. Deniz kısmına açılan kapılar şimdilik konumuz değil. Denebilir ki İstanbul’un fethiyle şehir, surların içerisinde hapsolmaktan kurtulmuş. Kara surlarının dışa açıldığı kapılar da Osmanlı sosyal, siyasi, iktisadi ve tasavvuf hayatında önem taşıyan sembol kapılar olmuş.
Kapıların açıldığı yollar tarih içinde pek çok ilklerin güzergâhı hâline gelmiş. Ağırlıklı ticaret yolu deniz olmakla birlikte İstanbul’un fethinden sonra karayolu ticareti de canlanmış. Edirnekapı ve Topkapı, Trakya’dan gelen her türlü emtianın şehre giriş noktası olmuş. Kara gümrüğünün Edirnekapı’da oluşturulması bunun üzerinedir. Yedikule Kapısı, Zeytinburnu bölgesine açılan ilk sur kapısı. İmrahor diye de bilinen bölgede adını buradaki yedi kuleli hisardan alan Yedikule’nin zindan olarak kullanılma geleneği Bizans’tan kalma. İftar ve imsak zamanı birer pare top atılması geleneği Rumeli Hisarı Muvakkithanesi’nden sonra Yedikule’de de uygulanmış zamanla.
1872’de tren yolunun geçmesi ile tahrip edilmiş olan tarihî surlar, 1957’den sonra sahil yolunun inşaatı sebebiyle de zarar görmüş. İstanbul’un imar planına göre en uzun yolu olan, sonradan Kennedy Caddesi olarak adlandırılacak Sirkeci-Florya sahil yolu da yer yer deniz doldurularak inşa edilmiş. Yolun, Sarayburnu-Kazlıçeşme arası yine bir 29 Ekim günü (1959) hizmete girmiş.
Kapılar ve göç...
Bugün Pekin ile Londra’yı Marmaray sayesinde birbirine bağlayacak güzergâhın Avrupa yakasındaki başlangıcı olan Kazlıçeşme, Osmanlı’nın son zamanlarında sanayileşmenin başladığı yer olarak da karşımıza çıkıyor. Yedikule Gazhanesi 1890’da hizmet vermeye başlamış İstanbulluya. Zeytinburnu Silah, TSK Mühimmat, Yedikule Şimendifer, Zeytinburnu Mavzer ve Fişek, Asit ve Eter Fabrikaları, Kimyahane ve Çelik Fabrikaları, metal ev eşyası ile deri işleme atölye ve fabrikaları bu bölgede yoğunlaşmış. Ayrıca uzun yıllar dünya deri sektöründe söz sahibi olmuş buradaki tabakhaneler. Böyle olunca bölgenin Osmanlı gündelik ve siyasi hayatında da yer etmemesi mümkün değildi tabii. Öyle ki kimyanın bu kadar gelişmediği dönemde taze köpek dışkısı, derinin kimyasal olarak işlenmesi safhasında ihtiyaç duyulan enzimleri barındırıyordu. Faruk Göncüoğlu, bunun için tabakhanelerde binlerce köpeğin beslendiğini aktararak “Tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalar, köpek dışkısı toplarlar, sama işlemi ancak dumanı tüten taze dışkı ile yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirilirdi.” diyor. Dolayısıyla ‘aceleciliği’ anlatan meşhur tabir buradan kalmaydı.
Fabrikaların çoğaldığı yerde işçi de var demekti. Hatta, 1919 seçimlerinde Osmanlı Meclisi’ne giren ilk işçi milletvekili Numan Usta da bu bölgeden çıkmıştı. Orduya bağlı Zeytinburnu Fabrikası’nda fişekçi ustabaşısı olarak görev yapan Numan Usta, hiçbir partiye bağlı olmadan ve propaganda yapmadan seçimi kazanmıştı. Sosyalizme ilgisi vardı ama kendisini millî sosyalist olarak tanımlıyordu. Osmanlı Mesai Fırkası ve bugünkü Ankaragücü’nün temelini oluşturan iki kulüpten biri, Turan Sanatkarangücü Spor Kulübü’nün de kurucularındandı. Numan Usta, Malta’ya sürgüne de gönderilip dönüşte Birinci Meclis’te 1. Grup’ta yer almıştı. Milletvekilliği sonrasında Barut İnhisarı Av Fişekleri Fabrikası’nda şef olarak tezgâhının başına geçmişti.
Fabrikalaşma önce göçü doğurmuştu. Ardından o da hızlı gecekondulaşmayı getirdi. 1947 öncesi başlayan iskân ve gecekondu oluşumları, bu tarihten sonra hızla arttı. Sur dışındaki alanlarda 1927’de 690 bin olan nüfus, 1945’te 900 bine çıkmıştı. Gazetelerde “Zeytinburnu gecekondularının piri Hasan Baba, ‘Buranın temelini ben attım’ diyor.” haberleri bile yer alıyordu. 1958 tarihli, Cevizlibağ’dan Topkapı’ya doğru giderken çekilmiş bir fotoğraftaki tabelada İstanbul’un kent nüfusu 1 milyon 364 bin olarak yazıyordu.
Yedikule, Mevlevihane (bugünkü adıyla Mevlanakapı), Topkapı ve Edirnekapı, sadece asker ve padişah için kullanılmıştı. Silivrikapı ise sivillerin kullandığı bir güzergâhtı. Bundan dolayıdır ki bu bölgede dinî ve sosyal doku oldukça gelişmişti. Silivri bölgesinde yetiştirilen ürünler deniz yolu ile Yedikule’ye, oradan da Silivrikapı üzerinden şehre ulaştırılmıştı yıllarca. Şehrin ihtiyacının yüzde 50’si de sur boyu uzanan bostan, bağ ve bahçelerden karşılanırdı. Yedikule, sur dışı İstanbul’un ilk mesireliği olarak da biliniyordu.
Her bir kapı, dışa açılan yolun başlangıcı olduğu gibi şehre gelenlerin de son noktasıydı. Bunun için kapı civarında karakolhaneler dışında kahvehanelere rastlamak da mümkündü. Karakolhaneler vasıtasıyla şehrin giriş ve çıkışları gece gündüz denetlenirdi. Hatta Tanzimat dönemine kadar İstanbul sur kapıları, kale dizdarı tarafından akşam ezanı ardından kapatılır, sabah ezanı ile açılırdı. Kale dizdarları, beylerbeyi, sancakbeyi ve kadının denetimi altında şehrin iç kalesinin müdafaa ve inzibatından sorumluydu.
Her bir kapı civarı Osmanlı iskân politikası gereği ayrı millet veya topluluktan getirilen insanların yerleştirildikleri yerlerdi, aynı zamanda. Kazlıçeşme civarlarına Kudüs Papazları diye adlandırılan bir Hıristiyan topluluk yerleştirilmişti. Sur içindeki Hıristiyan nüfusa göre daha dindar oldukları ve onların, Hıristiyan inançlarını çiğnemelerine tahammül edemeyip o çağlarda bomboş olan bu topraklara yerleştikleri bilgisi veriliyordu. Yedikule bölgesine Anadolu’dan yerleştirilen bir başka topluluk Karaman’dan getirilen Rumlardı.
Yedikule Kapısı’ndan başlayıp 11 burcun sonunda yer alan ve Bizans döneminde kapatılıp fetihten sonra yeniden açılan Belgradkapı civarı da aynı tarz yerleştirmeye tabi tutulmuştu. Burada, Osmanlı dönemindeki ilk yerleşim 16. yüzyılda Belgrad’dan gelen Hıristiyan Sırp halkın ikameti ile olmuştu. Kapı bundan dolayı bu isimle anılıyordu. Bu iskân meselesi bütün kapıların civarında uygulanmıştı neredeyse. Silivrikapı civarlarına ise Arnavutlar yerleştirilmişti. Bu, bölgenin salt bu milletlerden oluştuğunu göstermiyordu tabii. 25. kapı olan Silivrikapı’da, Anadolu’nun değişik bölgelerinden gelip buraya yerleşmiş boyacı aileleri de mevcuttu. Topkapı sur kapısı çevresinde ise Fatih Sultan Mehmet’in emriyle Ermeni aileler yerleştirilmişti. Surların dışında, Zeytinburnu sınırları içerisinde kalan pek çok Rum ve Ermeni kurumu bugün de varlığını sürdürüyor. Her sur kapısı fiziki ve sosyal yönden ayrı bir özelliğe sahipti. Barış zamanı açık olan bazı kapıların savaş zamanı tekrar örüldüğü de olurdu.
Kapıların açıldığı sur dışı, pek çok ünlüyü barındıran mezarlıkları, tekke, dergâh, Mevlevihane ve külliyeleri, türbeleri ve mesirelikleri ile entelektüel hayatın da canlı yaşandığı yerlerdi. Hatta devlet erkânı vezirlerin, Osmanlı ricalinin ve hanım sultanların teşekkülü külliyeler de oldukça fazlaydı bu civarlarda. Günümüzde kapılar ve çevresinin önemini yitirmesine pek çok sebep sayılabilir. Civar yerlerin mezarlıklar bölgesi olması da bazı önemli yapıtaşlarını örtmüş diyebiliriz.
Cumhuriyet devrinde, bilhassa Menderes döneminde İstanbul, tarihî Suriçi’nden sur dışına açılan yeni imar yolları ile daha da genişlemiş; Göncüoğlu’nun tespitine göre, bölge en büyük değişimi de 1951-58 yılları arasındaki yıkım sürecinde yaşamış. Büyük depremlerin ve kıymet bilmez idarecilerin gerek yıkması gerek ehemmiyet vermemesiyle pek çok tarihî yapı günümüze miras olarak kalamamış!
* Haber Aksiyon Dergisi'nden alınmıştır...
Haber Ara