Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kamalak: Atatürk, en büyük Milli Görüşçüdür

Saadet Partisi Lideri Mustafa Kamalak'tan Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan'ın kemiklerini sızlatacak ifadeler.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-11-25 11:26:03

Kamalak: Atatürk, en büyük Milli Görüşçüdür

İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar:

“EN ZOR BÖLÜMLERİ ÜLKEYE HİZMET İÇİN OKUDUM”

1948 Kahramanmaraş doğumlusunuz. Kendi hak ve hukukunuzu korumaya çalışırken mi mesleğinizi buldunuz, hukukçu kimliğiniz liderliğiniz konusunda size ne kadar yardımcı oldu?

Ben, iyi bir maliyeci, iyi bir iktisatçı olmak istiyordum, bu maksatla da Türkiye’nin en gözde fakültesi olan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine girdim. En zor bölüm olan İktisat ve Maliye bölümünü bitirdim. Bu fakülteye giriş amacımız da yine bu ülkeye hizmet içindi, düşüncemizde Kaymakam, idareci olmak vardı. Ama siyasal bilgiler fakültesine girdikten sonra dedik ki: “Bu ülkenin Kaymakam’dan, Vali’den çok daha fazla İktisatçıya, Maliyeciye ihtiyacı vardır” İktisatı bilmeden Maliyeci olunmaz diye düşünüyordum, onun için o alanın da en zor bölümünü seçtim. Bu arada Türkiye’nin borçları var diye Maliye içinde de borç alanına yöneldim. Doktora tezimi de kamu borçlanması üzerine verdim.

“ANARŞİ DÖNEMİNDE TEK BAŞIMA BOYKOT KIRDIM”

“BOŞ VAKİTLERİMDE AĞIR CEZA DURUŞMALARINI İZLERDİM”

2,5 Prof’luğunuz var, o çok dikkat çekici.


Düz gidebilmek amacıyla sağı solla ayırıyorsun, o çalışmanın ürünüdür bu. Ancak önümüze 12 Eylül rejimi çıktı, baktık 12 Eylül rejimi bir takım arkadaşları işinden etti, Fuzuli’nin bir eseri var: “Avcı ceylanı tuzağa düşürür, Mecnun onu kurtarmaya çalışır, çöllere düşmüştür malum, ceylanın gözlerinde Leylasını görür, yalvarır “Kurtar, azad eyle!” diye, avcı onun yalvarışına dayanamaz, kutaracak ama der ki: “Ben bunu yakalayabilmek için aylarca çalıştım, çoluğumun çocuğumun nafakasıdır” bir tarafta Mecnun ağlıyor, “Bak ceylanın gözleri Leyla’nın gözlerine benziyor” diyor. Avcı “Haklısın ben bırakacağım ama Figan olası hanede evladı ıyal var, geride çoluk çocuk var” diyor, bunun üzerine Mecnun üzerideki elbisesini çıkarır Avcıya verir, böylece ceylanı kendisi satın almış olur. 12 Eylül’de bir takım arkadaşlar işinden olmuş, ben de evlilik yapmışım, geride evladı iyal var, bir kimliğim vardı, anarşinin en yoğun olduğu dönemde tek başına bir boykot kırmıştım. Anarşinin en yoğun olduğu dönemde okumak benim en doğal hakkımdır hem de milletime karşı bir ödevimdir diyordum ve boykotu kırdım, tek başına sınava girdim. Öylesine badireler atlatarak düşüncesi için, doğru bulduğu fikri için taviz vermeyen, eğilip bükülmeyen Mustafa Kamalak, 12 Eylül rejimine teslim mi olacaktı? Olmaması lazımdı ama güç-kuvvet karşı tarafın elinde. Ben yeniden üniversiteler arası imtihana girdim, tek tercihim hukuktu. 12 Eylül rejimi karşımıza dikilince; ya düşüncelerimizi bir tarafa atıp, darbe yönetimine teslim olacaktık veya bir çıkış bulacaktık. Bir üniversite mezunun işine son verildiği taktirde nitelikli bir işsiz. Öyle ki, üniversitedeki görevine son verilen arkadaşları da baskıcı rejim takibe alıyordu. O zaman kendi yolumuzu yapmalıyız, diyordum. Ben aynı zamanda İmam hatip mezunuyum, boş vakitlerimde Ağır ceza duruşmalarını izlerdim. Hukuka karşı derin sempatim vardı.

“KÖY OKULUNDAKİ BİRİNCİLİĞİM PARA ETMEDİ”

Hep zor olanı seçmişsiniz. Kendi hayatınızı kendiniz mi kurdunuz, kendi harçlığı ile kendini okutanlardan mısınız
?

Ben geniş bir aile mensubuyum, köyümüzde okul yoktu, komşu köyde okudum, komşu köyle kendi köyümüz arasında bayağı bir mesafe vardı, aradan ırmak akıyordu, ben ancak sömestri tatillerinde evime dönebiliyordum, bu ilkokul öğrencisi için ‘gurbet’ demekti. İlkokulu birincilikle 4 senede bitirdim. İmam Hatip’e kayıt yaptırdım ama 4 dersin 3’ünden zayıf aldım. Kendime şu soruyu sordum: Senin o köyde birinci olman, 4 senede bitirmiş olman bir para etmiyor demek ki?Niteliğin, bilginin derecesi bu.” Okul da 5 sınıf bir aradaydı. Bu durumda ya okulu bırakıp köye dönmem lazım, ya da yine bir yol bulmam lazım. Tek kanallı dönemlerde mayınlar üzerinde yürünen bir yarışma vardı, bizim durumumuz ona benziyordu. Üst sınıflarda öğrenci olduğunu görüyordum, kendi kendime “ya gerizekalı olduğunu kabul edeceksin y ada çalışmanın gerekliliğini göreceksin” dedim. O problemler aşıldı, 7 yıllık İmam Hatip, 6 senede bitti.

“OSMANLI’NIN ÇÖKÜŞÜ BENİ DERİNDEN ETKİLEDİ”

“ANAYOL HÜKÜMETİ GÜVEN OYU ALMAMIŞTI”

“ERBAKAN HOCA İLE YAKINEN TANIŞMAMIZ GÜVENOYU MESELESİNDE OLDU”


Erbakan Hocanın tevhidi tedrisatından geçtiniz. Onu, tam bir nezaket timsali olarak tarif ederdiniz, dış politikada şahsiyetli olduğunu, emperyalizme karşı İslam bütünlüğünü kurmaya çalıştığını ifade ettiniz. Onun hukukçu kurmayı olmadan önce nasıl bir pozisyonunuz vardı, kendinizi Erbakan'ın kaçıncı adamı olarak görüyordunuz?

Ben merhum Erbakan Hocamızı 1969 yılında tanıdım. O zaman Bağımsızlar Hareketini başlattığında Kahramanmaraş’ı ziyaret etmişti. Okumayı severdim, Osmanlının çöküşü beni derinden etkilemişti. Bir çıkış lazım, diyordum. Erbakan Hocayı Kahramanmaraş’ta karşılayan gençler arasındaydım, oradaki konuşmasını dinledim, o tarihten sonra da sürekli izliyordum. 1974 yılında Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde ben siyasal bilgiler fakültesinde öğrenciydim, zaman zaman ziyaretinde bulunurdum. 1995 seçimleri yapılacağı zaman Sivas’ta İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi kurucu dekanıydım. O arada milletvekilliği teklifi geldi. “Milletvekilliği için insanlar birbirini kırıyor, siz istemediğiniz kadar aday olabilirsiniz, öğrencilerle hemhaliz biz” Ben Sivas’ı kültür merkezi yapmayı düşünüyordum. Çünkü burada önemli hamleler yapmıştık. Sivas Belediye Başkanı Temel bey aradı, “Sayın Dekanım, Erbakan Hocanın selamı var, beni görevlendirdi, istifa etsin dedi” dedi. Daha önce de bu yönde talepler geldiği için bu konuyu eşimle görüşmüştük. Göreve devam noktasında karar kılmıştık. Düşünmeden istifa ettim, zaman yoktu. Nereden ve kaçıncı sıradan aday olacağım belli değildi, Kahramanmaraş’ta 2 tane milletvekili vardı, ben de 3.sıradan listeye girdim. Bu arada hükümeti kurma çabaları var, Refah partisi ANAPile hükümet kuracaktı olmadı, araya birileri girdi, neticede mecliste ANAP ile DYP Anayol hükümetini kurdular, oylama yapılı, meclis başkanı hükümetin güvenoyu aldığını ilan etti ama bana göre hükümet güvenoyu almamıştı. Meclis 3/1 çoğunlukla toplanmış, toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir ancak karar sayısı ¼’ten az olamaz kaidesi var. Partiyi etkileyecek lehte, aleyhte bir şey olacağı için netleşmem gerekiyordu. Sabah namazına kalktığımız bir sabah, arkadaşlara durumdan bahsettim, meclisin güvenoyu vermediğini söyledim ama tüzüğe göre almıştı tabi. Çünkü tüzüğe göre kabul oyları, ret oylarından fazla ise hükümet güvenoyu aldı. Meclis başkanı ona bakarak güvenoyu aldığını ilan etti ama Anayasaya göre almamıştı, Meclisin bir konuda karar vermiş sayılabilmesi için salt çoğunluğun oyu gerekir. Orada kabul oyu var, ret oyu var, çekimser oy var. Kabul oyu, çekimser ile rettin toplamından düşük, ben oradan hareket ettim. Arkadaşlar, “bu dediklerin uygun geliyor” dedi. Konuyu oradan gurup toplantısına taşıdım. Orada konuşurken Erbakan Hocamız geldi. Erbakan Hoca, “Bir daha anlat” dedi. Şevket Kazan’a talip verdi, “Mustafa Beyin iddiası çok önemli bir iddia, bir komisyon kurun, bu konunun üzerine gidin” dedi, Erbakan Hoca ile yakınen tanışmamız bu konu üzerine oldu. Erdoğan Teziç yazmış, eleştiri almadı, diyor ki: “Meclis çalışmalarında bir karar vereceği zaman salt çoğunlukla karar vermek durumda ancak bir tek istisnası var, meclisin güven oylaması” diyor, o istisnayı belirtmiyor, tüzüğü gösteriyor, halbuki bizim hukuk mantalitemize göre hiyerarşik olarak alttaki bir kural, üstteki kurallara hakim olamaz. Üsteki kurallar, Anayasa, yasalar, kanun hükmünde kararnameler, tüzük diye gider. Daha sonraki süreçte Ömer İzgi’yi meclis başkanlığından düşürecektik, Ahmet Necdet Sezer’i cumhurbaşkanlığından düşürecektik. Ancak bizim üzerimize bir takım güçler yürüdüğü ve kendimizi baskı altında hissettiğimiz için gerilimi arttırmayalım diye o o iki dilekçeyi işleme koyamadık.

“PARTİ İÇİ OLAYLAR DIŞARIYA YANSITILDIĞI GİBİ DEĞİL”

“BİZİM MAL İLE KAVGAMIZ YOK”


Anayasada hiyerarşi önemli dediniz de…partide nasıl işliyor? Genel Başkan seçildiğiniz olağan kongrede Fatih Erbakan Başdanışman olmuştu. Küs kardeşler için de epeyi çabanız oldu. Erbakan’ın ailesi ile aranızda tam bir uyum söz konusu mu, Erbakan'ın mirasına, ailesi ve partisine sahip çıkmak size ağır gelmiyor mu?

Benim hiç kimseyle kavgam yok. Bizim bir takım tarihi büyüklerimiz var; Mevlana, Yunus Emre dünyaya mal olmuş bir düşünürdür, paylaşamayacağımız hiçbir şey yok, evlana diyor ki, “Gel her neysen öyle gel” öbür taraftan Yunus “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” Bizim hiç kimseye kırgınlığımız olmaz. Mala, mülke gelince orada da yine halkımızın özünden sıyrılıp gelen çok güzel deyişler var, diyor ki, “Bilmem ki, ne var şu dünyanın sim(altın ve gümüş) üzerinde, insan hepsini bırakır da gider son seferinde” Bizim mal ile kavgamız yok, buna açlığımız da yok. Üniversitede bölüm başkanlığı yapmışım, dekanlık yapmışım, bölüm başkanlığı yapmışım, iki dönem milletvekilliği yaptım, Türkiye’nin en önemli makamlarında komisyonlarda bulundum, bizim makam sıkıntımız olmaz. Kardeşler arasında ufak tefek gerilim oluyor ama bunlar aile içinde de oluyor ama olay dışarıya yansıtıldığı gibi değildir.

“BEN HOCAYI ASLA KANDIRMADIM”

“BENİM DEDİĞİM YOL TAKİP EDİLSEYDİ KAYIP TRİLYON DAVASI OLMAZDI”


Ahmet Hakan, "Parayla saadet partisi olmaz" Lütfen şu 11 trilyonu bir biçimde denkleştirip ödeyin. Siz Mustafa Kamalak adlı hukuk profesörü adamınızın telkinlerine aldırış etmeyin.Adam sizi resmen aldatıyor.” diye yazmıştı. Parayla saadet oldu mu hakikaten?

Ahmet hakan beye cevap verme ihtiyacı duymadım çünkü ben hocayı asla ve asla kandırmadım, orada 8-10 kişi çalışıyorduk, ben ısrarla şunu söyledim, “Hocam bu konu baş ağrıtan bir konudur, haklı olmamıza rağmen çözüm bulmamız lazım, adamlar sizi mahkum edecek” diyordum. Erbakan Hoca bu sözlerime üzülüyordu ama samimiyetimi de bildiği için “Ya Kamalak, hangi evrakta benim imzam var, ne sahtekarlığı yapmışız?”diyordu. Ben de diyordum ki, “Hocam adamlar elmas peşindedir, sizin dünyaya gelmeniz suç bunlar için” diyordum. Defalarca, “Hocam bunlar sizi tuzağa düşürecektir” dedim. Mahkemeden haber geliyordu, Başbakan mahkum edilir deniliyordu, Hocam oraya inanmayın, bir şekilde bunu çözmemiz lazım, Hakimi reddetmemiz lazım” diyordum. Tabi Ahmet Hakan bu durumları bilmediği için öyle yazmıştır, Biz içeride neler konuşuyoruz, sen neler yazıyorsun demenin manası yoktu. Neticede Erbakan Hoca şunu söyledi “Mustafa bey bizi defalarca uyardı, ama biz kendi masumiyetimize güvendiğimize inandığımız için Mustafa Beyi dinlemedik” dedi. Ben bu konuyu 8-10 defa masaya yatırdım. Birinde de şunu dedim: “ Hocam, bir Alman şair iktidarı eleştiriyormuş, insanlar fıtratı itibariyle hoşa gidecek söz duymak istiyor, dili ve kalemi sivri olan şair ölüyor, dönemin Başbakanı kalemi ve dili olan o şairi ziyaret ediyor, diyor ki, “Üstadım canımızı sıkacak dostlara o kadar ihtiyacımız var ki” Erbakan Hocamıza bunu dedim, “Sizin canınızı sıkacak ama endişe ederim ki, sonra çok daha fazla sıkılır, takip ettiğiniz yol bu olmamalı, şu olmalı” diyordum. Benim demiş olduğum yol, takip edilmiş olsaydı ne o Trilyon davası olurdu ne de Hoca mahkum edilirdi.

“SAADET PARTİSİ BU ÜLKENİN AKL-I SELİMİDİR”

“MİLLİ GÖRÜŞÜN YOLU KESİLMEMİŞ OLSA İDİ, IRAK’TA 1,5-2 MİLYON MÜSLÜMAN KATLEDİLMEZDİ”

RP-FP ile ilgili kapatma davaları ve Erbakan’ın ‘Kayıp trilyon’ davasındaki mahkûmiyeti için yargılamanın yenilenmesi başvurusunda bulunacağınızı açıkladınız. Bu geçmişle hesaplaşma olarak mı, aklanmanın huzurunu yaşamak olarak mı yorumlanmalı?


Biz haklıydık. Fazilet Partisi neden kapatıldı, Merve Hanımın baş örtüsünden dolayı. Peki o tarihten bu yana Anayasa’da veya meclis iç tüzüğünde bir değişiklik mi oldu, hayır. Seçim kanununda, siyasi partiler kanununda başörtüsü ile ilgili bir değişiklik mi oldu, hayır. Aradan geçen onca zamandan sonra Milli Görüşün dediği noktaya gelindi, ortada yasak yok, bir dayatma var tespiti yapıldı. Kim yaptı bunu? İdari işleri denetleyen Danıştay Seçim dairesi yaptı. Danıştay Seçim dairesinin üzerinde de Genel Kurul var, Türkiye Barolar Birliği, Danıştay 8. dairesinin kararına karşı üst kurula başvurdu, itiraz yoluna gitti, ortada bir yasak yok, yasağın kanuni dayanağı yok. Partimiz bunun için kapatıldı, dolayısıyla haksız yere kapatıldığımız yargı kararı ile tescil ve tespit edilmiş oldu. Meclise bakıyoruz, 4-5 tane hanımefendi başörtülü olarak giriyor, ne oldu diye soruyorum ben, bizim suçumuz neydi, senin Anayasanda hüküm var, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” diyorsun. Eğer hukuk uygulanmış olsaydı, Anayasaya sadık kalınmış olsaydı, bugün meclisin durumu, hükümetin yapısı böyle mi olurdu? Eğer Milli Görüşün yolu kesilmemiş olsa idi, Irak’ta 1,5-2 milyon Müslüman katledilmezdi, şehit edilmezdi. Eğer Milli Görüşün yolu kesilmemiş olsa idi, Kıbrıs Barış Harekatında askeri anlamda, mühimmat manasında bize yardım eden tek ülke olan Libya, bugün bin parçaya bölünmezdi. Biz buna müsaade etmezdik. Şu an Libya’da kan ve gözyaşı var, biz eğer iktidarda olsaydık, bunlara müsaade etmezdik. Eğer yolumuz kesilmemiş olsaydı, bu gezi olayları böyle sonuçlanmaz, 7-8 gencimiz hayatını boşyere kaybetmezdi. Biz gazetenin haberine göre, 783 yaralımız var deniyor. Saadet Partisi bu ülkenin akl-ı selimidir. Benim bu millete hizmetten başka ne beklentim olabilir? Barış dili kullanalım diyoruz. Germeyelim ortaları, Yunusları burada dinelemezsek, nerede istifade edeceğiz? Yunus diyor ki, “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz” Biz bu ülkede gerilim istemiyoruz, hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız.

“BAŞI AÇIKLAR, BAŞI ÖRTÜLÜLERDEN DAHA ADİL KARAR VEREBİLİR” DE, DİYEBİLİYORSAN”

“HAKİMİN, SAVCININ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ OLAMAZ MI?”

Bu ülkeye bir borcumuz var dediniz, baş örtüsü konusunda sizin de alacağınızı tahsil etme zamanınız mı geldi acaba? Eşiniz avukat Zübeyde Kamalak’ı başörtüsü nedeniyle duruşma salonuna almayan Ankara 11. Aile Mahkemesi Yargıcı Mustafa Karadağ hakkında HSYK soruşturma başlatmıştı. Başörtüsü meselesini bu kadar içeriden yaşayan biri olarak kazanılmış hakkı bir zafer olarak görüyor musunuz? Tabi siz 'tam özgürlük olmalı' diyorsunuz. 18 yaşını bitiren biri evlenme hakkına sahip, bir suç işlediğinde tam sorumlu, eş seçme, anne olma hakkına sahip. Bırak da başörtüsünü, kendi kıyafetini seçme hakkına da sahip olsun" dediniz. Paketle "gasbedilmiş bazı hakların" sahiplerine iade edildiğini düşünseniz de bu gelişmeyi reform olarak göremiyor musunuz?

Bu bir haksızlığın ortadan kaldırılmasıydı ama bu ülkenin yarısı hanım, 18 yaşına gelen bir kızımız eş seçme hakkına sahip, anne olma hakkına sahip, bir su işlediği zaman ceza ehliyetine sahip. Üstelik üniversite okuma hakkını elde etmiş, kılık kıyafetini seçme kabiliyetine sahip olmuyor öyle mi? Bu zamana kadar yaptığınız zulüm yetmiyor mu, diyorum. Bu zamana kadar yaptığınız zulüm mahkeme kararı ile tescil edildi, meclis kararı ile tahkim edildi, bu zulmü daha fazla sürdürmeyin. Başı açık bir hanımefendi Hakim, başörtülü bir hakime göre daha adil karar verir, daha sağlıklı düşünür diyebiliyor muyuz? Mert bir şekilde: “Başı açıklar, başı örtülülerden daha adil karar verebilir” de, diyebiliyorsan diyorum. Biz kimsenin kılık kıyafetine karışmayız, dekanlık yaptığımda da bu böyleydi. Çünkü karşımızdaki 18 yaşını ikmal etmiş, nasıl davranacağını bilir. Kaldı ki Anadolu’da 13-14 yaşındaki kızlar anne oluyor. Hakimin, Savcının inanç özgürlüğü olmamalı mı? Vatan müdafaasında başı açık hanım bir subay, başı örtülüye nispetle daha vatanperverdir diyebiliyor muyuz, diyorsak o zaman misalen nene hatunlara, kurtuluş savaşının kahraman askerlerine haksızlık etmiş olmaz mıyız? Ben diyorum ki, “Lütfen samimi olalım, yaptığınız işe vicdanen evet diyerek, toplumun da kabul edeceği bir açık yüreklilikle ortaya koyalım”

“ZİNA YAPMAK SERBESTSE, KÜRTAJ DA SERBEST OLSUN”

“AK PARTİNİN TEMELİ KIZ VE ERKEĞİN BİR ARADA KALMASINI TEŞVİK EDİYOR”

Şu haliyle bile paket bir çok eleştiriye maruz kaldı. Siz, Başbakan'ın kürtaj çıkışına da “zinayı yasaklarsan, kürtaj biter” diyerek karşılık verdiniz.


Diyorum ki: “Zinayı serbest bırakıyorsun, kürtajı yasaklıyorsun” Elbette kürtaj yaptıranlar, hep gayri meşru ilişkinin ürünü, demiyorum. Ama gençlik çağında yanlış yapanlar olur vs. Zina yapmak serbestse, kürtaj da serbest olsun. Kız-oğlan aynı evde kalmamalı, diyor. Ben kalsın demiyorum ama bunları bir temele dayandırmak lazım. Toplum yapısına mı dayandırıyorsun, genel ahlaka mı dayandırıyorsun, bunun bir temelinin olması lazım. Senin temelin, kız ve erkeğin bir arada kalmasını teşvik ediyor. İki bakımdan teşvik ediyor, bir zina serbest. Zina serbest olduğuna göre her bakımdan sorumlu olan aklı başında olan üniversite öğrencileri niye bir arada kalamaz, bunu nasıl izah ediyorsun bana? İki, yurt yapımız, kapasitelerimiz yeterli değil, diyorsun. Kim yapacak bu yurtları? “IMIF’ye borç veriyorum” diyorsun, IMF mi önemli, bu çocukların geleceği mi önemli? “Ne yapalım yağımızla kavrulmak mecburiyetindeyiz” diyorsan, o zaman koğuşlar yaptır. Bir tarafınla övünüyorsun, bir taraftan yerim yok diye şikayet ediyorsun, bu gidiş doğru bir gidiş değil.

“TÜRK AYDINI ŞERİATI BATI GİBİ YORUMLUYOR”

“KADIN HAKLARI KONUSUNDA MÜCADELE VEREN YEGANE GÖRÜŞ, MİLLİ GÖRÜŞ”

Dindar nesil kavramı, kızlı erkekli yorumu, kürtaj zina yasaklansın mantalitesi şeriat düzeni isteğinden mi kaynaklanıyor, Amacımız hakkı hakim kılmaktır da dediğinize göre, Saadet Partisi, mümkün olsaydı devleti şeriat kurallarıyla yönetmek ister miydi?


Biz Türk aydını, kendi mantalitesiyle düşünmüyor, batıdan aldığı kavramlarla düşünüyor. Türkiye’deki bütün caddeler, meydanlar bizim, peki meydanlardaki araçlar, otobüsler, kamyonlar? Hepsi yabancı, ithal. İsmine, plakasına bakmayın, motoruna bakın, göreceksiniz ki yabancı. Havaalanlarına bir bakın, semalar bizim peki uçaklar? THY yazıyor kanadı bile bizim değil. Dünyanın en büyük 5.ordusuna sahibiz. Asker özbe öz bu milletin evladı. Ama elindeki silah yabancı, ithal. Aydın insan benim insanım ama beynindeki düşünce yabancı. Batının kavramlarıyla düşünüyor, batı ki bu ülkeyi yok etmek istiyor. Sayın Başbakan feryat ediyor: “Batı hiçbir zaman güçlü bir Türkiye istemiyor” diye. Türk aydının şeriata bakışı da bu minvalde, batı gibi düşünüyor. Osmanlıyı ele alalım, Batının kovduğu Musevileri, Yahudileri Osmanlı kendi bağrına basmamış mıydı? Osmanlı onlara baskı mı yapmıştı? Şeriat, İslami düzen denilince, akıllarına recm(zina edenlerin recmedilmesi, hırsızların elinin kesilmesi) geliyor, iyi de Hz. Ömer zamanında bir işveren, işçinin ücretini ödemiyor, adam işçiye ait olan, emeğine tekabül eden bir şeyi alıp götürüyor, patron durumu Hz. Ömer’e bildiriyor, Hz. Ömer diyor ki: “Böyle bir şikayetle bir daha huzuruma gelirsen, senin de elini keserim” Bizim savunduğumuz sistem, herkesin insanca yaşayabileceği, kendi inancına uygun şekilde bir hayat sürebileceği bir sistemdir. 3 daireli bir apartman düşününüz, bu dairelerin birinde Müslüman, birinde Yahudi, birinde de Hıristiyan bir aile oturuyor, Biz, “Her üçü de kendi inancına uygun yaşasın” diyoruz, birbirine müdahale etmesin. Şeriattan neyi anlıyoruz? Dayanağımız olan Kuran’a bakarak söylüyorum, “Leküm diniküm veliye din” Senin dinin sana, benim dinim bana. Diğer taraftan “La ikrahe fittin” Dinde zorlama yoktur, deniyor. Zorlayamazsın. Benim laiklik anlayışım da böyle, İslam anlayışım da budur. Kadın hakları konusunda belki de en büyük mücadele veren yegane görüş, Milli Görüş düşüncesidir. Sadece Merve Hanımın baş örtüsünden dolayı. O da bir hanımdır, ondan dolayı partimiz kapatıldı. Öbür taraftan aynı dönemde meclise giren, Oya Akgönenç hanımefendi. Birinci sıradan listemize girdi. O dönemi araştırın birinci sıradan bir hanımı milletvekili adayı gösteren tek parti biziz. Diğer hiçbir partide bir bayan birinci sıradan aday göstermemiştir.

“ŞU AN ATATÜRKÇÜLERİN HEPSİ GARDROP ATATÜRKÇÜSÜ”

“ATATÜRKÇÜLERİN SAVUNDUKLARI İKİ ŞEY VAR: İÇKİ SERBEST OLMALI, BAŞÖRTÜSÜ YASAK OLMALI”

“ATATÜRKÇÜYÜZ DİYENLER HANGİ HİZMETİ YAPMIŞ?”

Peki Atatürk’ün kadınlara yönelik reformlarını da biliyoruz, “Olmasaydın da olurduk” kavramına yönelik bir yorumunuz var mı?


Atatürk bir baloda çevresindekilere soruyor. Acaba gelecek nesiller benim hakkımda ne düşünür, diye. Bu anlattığım husus, Ahmet Kabaklı’nın “Temellerin Duruşması” isimli eserinde geçiyor. Atatürk’e soruyorlar “Büyük devlet adamıydı, iyi bir komutandı” derler mi diye… Atatürk bunların hepsine “Hayır, hayır, hayır” diyor. “Peki ne derlerdi Paşam?” diye sorduklarında “Ya bu adam bu vatan için yanıp tutuşan bir adammış ama etrafını bir takım p…şt, pe..vnkler çevirmemiş olsaydı, çok daha büyük hizmetler yapacakmıştı derler” demiş. Şu an Atatürkçülerin hepsi gardrop Atatürkçüsü. Atatürk’ün kurtuluş savaşını yapar yapmaz ilk olarak icraata dökmek istediği şey, İzmir kongresidir. İzmir İktisat Kongresini topluyor, diyor ki: “İktisadi bağımsızlığı olmayan bir milletin siyasi bağımsızlığından söz edilemez” Atatürkçüyüz diyenler hangi hizmeti yapmış? Atatürkçüyüz diyenlerin savunduğu iki şey var, bir baş örtüsü yasağı, iki içki. Üçüncü savundukları şeyleri yok. Savundukları iki şey var, biri içki serbest olmalı, iki başörtüsü yasak olmalı.

RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYINIZ

HÜLYA OKUR-HABERX


Haber Ara