Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Enver Paşa'nın peşindeki dansöz Alman casus

Osmanlı'nın son döneminde yaşanan ve pek az bilinen Enver Paşa'nın peşinde olan Alman dansöz casusun sonu ve onu takip eden İngiliz casusunun İstanbul'da neler yaptıkları tarihi makalelerde ve belgelerde şöyle anlatıldı.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-11-05 10:34:06

Enver Paşa'nın peşindeki dansöz Alman casus

Yedikıta Dergisi'nden Hüseyin Cemil, Osmanlı'nın son döneminde Enver Paşa'nın peşindeki Alman casusu ve Alman casusunu takip eden İngiliz casusunun hikayesini 63. sayıda tarihi makaler, yazılar ve belgelerle ortaya koydu.

Yazılı hale getirilmek suretiyle tarihe mâl olmuş haber, makale veya özellikle herhangi bir hatıra metni, sıhhatini tahkik etmek şartıyla kaynak olarak kullanılabilir. Bu anlamda 1924 yılında Resimli Hafta isimli gazetede peş peşe neşredilen 3 seri yazının başlığı dikkat çekiciydi: "Bir İngiliz Casusu İstanbul'da Enver Paşa'yı Almanların Kadın Vasıtasıyla Nasıl Kazandıklarını Anlatıyor".

Okuduğunuz bu makalenin ortaya çıkmasına vesile olan başlık hayli çarpıcı ve tabi iddialı. Okuyanda heyecanla beraber ürküntüye de sebep oluyor; böyle bir şey olmuş mudur, bu doğrulanabilir mi; olduysa nasıl oldu vs. gibi pek çok soru zihne hücum ediyor. Hadisenin aktarıcısı olan casus kadın, metinde geçtiğine göre "Intelligence Service" yani İngiliz İstihbaratı tarafından resmen görevlendirilmemiş zaten. Haliyle hakkında vesikaya ulaşmak beklenti ve gayreti bu anlamda da umutsuz bir vaka! Ama dönemin şahitlerinden Kazım Karabekir'in hatıratında naklettiği hadiselere bakılacak olursa özellikle Birinci Dünya Savaşı öncesi gerek müttefikimiz Almanlar ve gerekse İngiliz ve Ruslar yoğun bir biçimde casusluk faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Hatta bu faaliyetler için çocuk ve özellikle kadınlar da sık sık kullanılmıştı.



*Trbune de Geneve gazetesinin el-Kıble gazetesine atfen verdiği, İttihad ve Terakki Cemiyeti azası arasında yaşanan kutuplaşmadan bahseden haberin özeti...

Bütün bu olumsuzluklara rağmen niyetimizin ulaştığımız bu gazete kupürleriyle -hele de tarihçi için lüzumlu olan metodu (iç ve dış tenkit, tahlil vs.) yerine getirmek imkânından mahrumken- birilerini yargılamak ve tekdir etmek olmadığını baştan ilan edelim.

*Enver Paşa ile alakalı yazının yayınlandığı 1924 tarihli Resimli Hafta Gazetesi'nin kapağı







"Allah'ın kendini başka bir şey için sakladığı"na inanır

Bu kısa lügat ve tarihçe denemesinden sonra Enver Paşa'nın şahsiyeti ve kariyerine temas edelim; özetle: İsmail Enver İstanbul'da doğmuş. Doğum tarihi ihtilaflı; ya 1881 yahut 1882. Erken yaşta ibtidaî mektebe başlayan İsmail Enver, ardından rüşdiye ve idadî derken nihayet Mekteb-i Harbiye'yi bitirir ve Erkan-ı Harp sınıfına girip orada eğitim görür. Buradan 2. olarak mezun olur ve 20'li yaşlarının başında yüzbaşı rütbesiyle Manastır'da ilk vazifesine başlar. Yurdun muhtelif yerlerinde görev yapan müstakbel paşanın kariyerinde belki de en dikkat çeken taraf, o makam için genç sayılan bir yaşta (33) Ahmed İzzet Paşa yerine Harbiye Nâzırı oluşudur (1914).

1908'de Kanun-ı Esasî'nin ilanına yol açan kargaşaya karışan ve bu sebeple sözüm ona "Kahraman-ı Hürriyet" ilan edilen, 1913 Ocak'ındaki Babıâli baskınını yapan ve böylece İttihad ve Terakkî'nin lider isimlerinden biri olan Enver Paşa, mektuplarındaki ifadelere bakılırsa "Allah'ın kendini başka bir şey için sakladığı"na inanır. Vaktiyle ataşemiliter olarak bulunduğu Almanya'da hayran kaldığı Alman askerî disiplininin etkisiyle, Birinci Dünya Harbi patlak verdiğinde yanında yer alabilecek İtilaf gücü de bulamayınca Almanya'ya itimat eden ve ondan yardım dileyen paşanın "büyük bir felaket" için "saklandığı" belki de içine doğmuştur! Kimilerince idealist, kimlerince maceraperest ve kimilerince hain diye nitelendirilen Enver Paşa'nın kısa fakat hareketli ve hararetli hayatı bugün Tacikistan'ın başşehri ve o zaman paşanın Turan hayalinin bir parçası olan Duşanbe'de Ruslarla girilen bir çarpışma sırasında (4 Ağustos 1922) son bulur...

Gerek hal-i hayatında ve gerekse ölümünün ardından ciddi tenkitlere maruz kalan, hatta "Devlet ve milletin istikbalini kumar oynar gibi tehlikeye sokan" paşanın söz konusu Alman taraftarlığına, daha doğrusu onlar tarafından "nasıl kazanıldığına" vurgu yapan aşağıdaki yazı, meseleyi bu derece ifşa etmesi bakımından son derece önemli. Zira hem Kazım Karabekir Paşa ve Şevket Süreyya gibi çağdaşları, hem de sonrakilerce Almanlar tarafından işlenip kazanılışına dair imalar ortaya atılmışsa da mesele bu boyutta, yani isim ve doğrudan hadiselere dair ayrıntılarıyla okuyacağınız makalede olduğu gibi ele alınmış değil. Bu manada taşıdığı ilmî kusurları itirafla beraber dönemin şartları açısından kıymeti haiz olduğuna inandığımız yazıyı orijinal diline dokunmaksızın, fakat sadece kısmen kısaltarak naklediyoruz.

İstanbul'a Gönderilen Bir Artist, Mürebbiye Kıyafetinde Nasıl Casusluk Ettiğini Anlatıyor

Bu artist Harb-i Umumi'den (Birinci Dünya Savaşı) evvel mürebbiye sıfatıyla İstanbul'a gelerek paşaların evlerinde mürebbiyelik ediyor ve birçok sırrımızı öğreniyor ve sonra bunları bütün teferruatıyla neşrediyor. Birçok esrarengiz tafsilatı içeren bu casusluk hatıratında İngiliz casusu buraya nasıl geldiğini, nasıl çalıştığını ve neler öğrendiğini meraklı bir dille aktarıyor.

İNGİLİZLER, ALMAN DANSÖZ CASUSUN PEŞİNDE

İstanbul'a Alman bir kadın casusun peşine takılan söz konusu İngiliz hanım, kendisinden şöyle bahseder: "Ben daha küçükten gayet neşeli, raks ve musikiye meraklı bir genç kızdım." İsmini bilmediğimiz, fakat "Rose Lomoin" müstearını kullandığını bildiğimiz babası İngiliz, annesi İspanyol olan bu hanımefendi bir "macera" peşindedir. Paris'te karşılaştığı bir İngiliz memur "memleketine hizmet etmek" isteyen bu büyüleyici "lady"ye casusluk teklif eder. Teklifi kabul eden Rose Lomoin Paris'teki İngiliz Sefaretine götürülür ve istihbarat birimi sorumlusu Albay Bridge ile görüştürülür. Aralarında aşağıdaki konuşma geçer: "
- Sizi İstanbul'da Almanların maiyetinde çalışan bir Alman kadını takip için İstanbul'a göndereceğiz. Bu kadın Lena Bartley isminde bir Alman dansözüdür. Bu kadınla tanışınız ve ona ait ne öğrenmek mümkünse öğreniniz. Almanların Türklerle beraber neler yaptıklarını, buna ait en küçük meseleleri bile kaydediniz. En ehemmiyetsiz bir nokta bizim için bir anahtar olabilir, dedi ve sonra devam etti:

- İşinize ait daha mühim bir şey söyleyeceğim. Bir-iki seneye kadar Avrupa'da veya Balkanlar'da umumi bir harp olması ihtimali vardır. Oralarda olup biten her şeyi öğrenmeye ihtiyacımız var.

- Ben bu kadınla nasıl tanışabilirim, dedim.

- Oradaki Avrupa hastanelerinden birinde bir iş almanız münasip olur, dedi. Biz size müstear bir isim vereceğiz; bizimle o suretle muhabere edersiniz (haberleşirsiniz).

Sonra bana Türkiye'de bir casusun kendini anlatmadan ne suretle çalışabileceğini anlattı:
- Evvela bir nâzırın veya paşanın evine mürebbiye olarak girer, orada olup bitenleri lakayt bir mürebbiye sıfatıyla dinlersiniz. Emniyetlerini kazanmak için paşa veya oğlu ile muâşaka yaparsınız (gönül ilişkisi kurarsınız), dedi. Türkleri teshir etmenin (kazanmanın, etkilemenin) birinci yolu budur. Eğer imkânsız bulursanız dansöz olarak yine sahneye girer, şöhretiniz ve güzelliğinizle askerî ve siyasî adamlarla tanışırsınız. Bunlar yemek esnasında daima bu meseleleri konuşurlar. Ve size ehemmiyet vermedikleri için her sırrı öğrenebilirsiniz. Eğer daha masum bir vaziyet takınabilirseniz bir eve dadı olarak da girebilirsiniz.

Bunlar hep müdür tarafından bana gösterilen casusluk vasıtalarıydı. Bunları düşündükçe işteki roman ve sergüzeşt beni çıldırtıyordu.

İngilizler işe başlamak için bana 50 bin dolar verdiler. O akşam Şark Ekspres (Orient-Express) trenine bilet alıp büyük bir azim ve iman ile İstanbul'a hareket ettim."

İNGİLİZLERİN ASIL HEDEFİ


Bindiği trende bir Alman zabitiyle karşılaşır Rose Hanım; o da İstanbul'da görevlidir. İkili tanışırlar; zabitin adı Baron von Lerser'dir. Önce kendisine tembih edilen Galata'daki İngiliz Hastanesi'ne gider. Eline bir mektup tutuşturulur ve orada belirtilen adrese gitmesi söylenir. Gideceği adam, "teşkilat"ın İstanbul müdürüdür. Müdür, Lady Rose'a hemen talimatını verir: "Şüphesiz Türkiye az çok Almanlar tarafından iâşe ediliyor; bunu herkes biliyor. Bizim öğrenmek istediğimiz orduların harekâtı, Türk ordusunun Almanlar tarafından nasıl teşkil edildiği, Türkiye'ye gönderilen Alman alayları ve bunlara dair ikincil meselelerdir."



*Galata Kulesi'nin dibindeki İngiliz Bahariye Hastanesi (Sağ alt köşede bulunan yüksek kubbeli yapı)

ALMAN CASUS: TÜRKİYE'NİN TAÇSIZ KRALI İLE İLİŞKİM VAR


Aldığı talimatın ardından oradan ayrılan kadın hastanede işe başlar. Günler haftalar derken nihayet Alman casusu Lena Bartley'le tanışır; hatta ona İngilizce dersleri vermeye başlar. Zamanla Alman casus "öter". Kendi tabiriyle "Türkiye'nin taçsız kralı" Enver Paşa'yla münasebeti olduğunu itiraf eder. Tabi Lady Rose da başlar bu hanımı takibe. Ama Enver Paşa'yla Almanların ittifakı bilinmesine rağmen gizlice istihbarat paylaşılmasına önceleri anlam veremez; sonra şu neticeye varır:

ALMANLAR NEDEN TÜRKLERİ TAKİP EDİYORDU?


"Almanlar Türk hükümetiyle son derece dost iken ve bütün bunları aşikâre anlaşmak imkânı varken neden bu gizli vasıtaya müracaat ediyorlardı? Çünkü harp meselesinde Türkiye'de efkâr (görüşler) muhtelifti. Büyük bir ekseriyet Almanlarla ittifaka ve Harb-i Umumiye dehâlete (dâhil olmaya, girmeye) muhalifti. Bunlar memleketlerinin Balkan Harbi'nden yorgun çıktığını, ikinci bir harbe müsait olmadığını iddia ediyorlardı. Bu sebeple Almanlar Paşa'yı kazanıp harbe girmeyi düşünüyorlardı. Enver'i kazandıktan sonra ötekilerin isteyip istememelerinin ehemmiyeti yoktu."

ALMAN CASUSUN AĞZINA TEK KURŞUN

Hâsılı Lady Rose bu Alman casusu adım adım takip eder/ettirir. Zamanla bu casusun peşine veliaht Yusuf İzzeddin Efendi'nin de adamlar taktığını öğrenir. Zira veliaht da Enver Paşa'yla görüşen bu kadından şüphelenmiştir. Alman istihbaratının Balkanlar'dan sorumlu birimine düzenli raporlar gönderen ve oradan talimat alan lady, Yusuf İzzeddin Efendi'nin adamlarınca yakalanır. Konuşmaya zorlanır, işkenceye tabi tutulur. Nihayet her şeyi itiraf edince "şehrin hâricinde bir hisarın yanına götür[ülür] ve ağzına sıktıkları bir kurşunla faaliyetine ebediyen nihayet ver[ilir].



*Lena Bartley'e işkence edilirken...

" Nihayet anlattığı hikâyesini şöyle bitirir Madam Rose:

"Bütün bu hikâye bana bilahare prensin sarayında müstahdem bir Ermeni tarafından nakledildi. Bensiyasî işlerden bahsetmekten o kadar müçteniptim (kaçınırdım) ki bütün kozmopolit muhitteki adamların hiçbiri benim bir casus olduğumun farkına varmadılar. Bundan sonra Almanların teşkilat reisi Doktor Bode ile münasebet tesis ettim. O beni siyasî işlerde uslu ve masum, her şeyden bî-haber buldu. Çünkü öyle göründüm. Beni muhtelif ziyafetlere davet etti. Burada şarap su gibi akıyordu; davetliler seciyesi meçhul kimselerdi. Buradaki erkeklerin ekserisi Balkanlar'da hileli işlerde kullanılanlardı. Kadınlar da yalnız para için çalışanlardı. Bunların içinde sergüzeştçiler, sahne aktrisleri, hanendeler vardı ki o zamanki İstanbul'un adi ve müptezel kısmını teşkil ediyordu.



*Resimli Hafta'da neşredilen ilk yazının başlığı

Bu esnada Doktor Bode beni kendi hesabına casus olarak kullanmak istiyordu. Beni cezp edecek teklifler yapıyordu:
- Sizin gibi zeki bir kız, bu mühim propagandalar yapıldığı zamanda burada çok para yapabilir, diyordu. İşittim ki İngiliz Whitaker kumpanyası Türklerden üyük bir mühimmat siparişi almış. Bunun doğru olup olmadığını öğrenmeyi pek merak ediyorum; sipariş edilen miktar ne kadardır ve ne zaman teslim edilecek? Siz mademki İngilizsiniz bunu bir Türk zabitinden kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Ve o, hiçbir zaman bu işi benim için yaptığınızı aklına getirmez. Bu iş için size iyi bir miktar para da öderim, dedi.

Ben teklifi kabul ettim. İşi para için yaptığıma ikna etmek için 1000 lira kadar bir para da aldım ki o zamanda böyle bir iş için bunun hiçbir kıymeti yoktu.

İSTANBUL'DAN KAÇARKEN GEMİDE YAPTIĞI BÜYÜK OYUN

İstanbul'da Harb-i Umûmî ilan edilinceye kadar oturdum. Bütün ecnebiler burada bir yanardağın tepesinde oturduğumuzu hissediyordu. Günler geçtikçe Türkiye'nin Almanya lehine harbe gireceğinden şüphe ediliyordu. Bu esnada hizmetimin pek kıymetli olacağını biliyordum.

Ertesi günü İtilafçılar Türkiye'ye ilan-ı harp etti. Bütün ecnebiler 24 saat zarfında şehri terke davet edildi. Orada bulunan ecnebilerin hepsinden fazla kendimin bir tehlikeye maruz olduğunu bildiğim için hemen çantamı topladım, sahilde rast geldiğim ilk İngiliz gemisine kendimi attım. Vapur o kadar dolmuştu ki, ancak güvertede yatabilecek bir yer buldum.
Daha Marmara'dan ayrılmamıştık ki bir Türk harp gemisi bizi tevkif etti, bütün yolcular taharriye tabi tutuldular. Ben taharri emrini işitir işitmez benim orada bir casus olduğumun farkına vardıklarını ve beni tevkife geldiklerini zannettim. Fena halde korkuyordum. Odama girdim, üzerime siyah bir ihtiyar kadın elbisesi giydim. Saçlarımı o şekilde topladım. Güvertede kambur bir ihtiyar gibi boyumu daha kısa gösterecek vaziyette çömelip oturdum. Bu suretle Türklerin son tehlikesini de savdım.
Bu sergüzeştten sonra Paris'e geldim. Doğru İngiliz sefarethânesine gidip yaptıklarımı anlattım ve harpte her nerede casus olarak kullanmak isterlerse amade olduğumu bildirdim."

Yedikıta Dergisi / Hüseyin Cemil

SON VİDEO HABER

Münbiçli Arap esnaf, PKK/YPG'yi anlattı

Haber Ara