Zaman yazarı: İslam dünyası ile Batı bir arada yaşayabilir...
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç bugünkü yazısında İslam dünyası ve Batı'yı bir araya getirdi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-10-26 03:15:31
Bizim kastettiğimiz Batı coğrafi bölge değil. “Batı” modern ve postmodern zamanlardaki tahakkümcü ve hegemonik gücü temsil eder, bu gücün merkezinde ABD ve Avrupa bulunmaktadır. “İslam” ise başta Müslüman ülkeler ve halklar olmak üzere, Batı’nın mağduru bütün beşeriyettir. Yarın öbür gün Rusya ve hinterlandı ya da Çin, Batı’nın yaptığı gibi askeri ve politik tahakküm kurup zihinleri ve ruhları da kontrol etmeyi hedefleyen kültürel hegemonyaya yönelecek olursa, o zaman karşıtlık “İslam ve Kuzey (Rusya)” ya da “İslam ve Doğu (Çin)” şeklinde olacaktır. Mevcut durumda İslam ile Batı arasında dört alanda uzlaşması neredeyse muhal çatışma konusu vardır: 1) Batı’nın İslam dünyasına ait olan enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının kontrolünde ve tasarrufunda Müslümanları söz sahibi kılmaması; 2) İsrail’e verdiği sınırsız ve hukuksuz destek; 3) İslam dünyasına kendi kaynaklarına ve hakiki ihtiyaçlarına göre değişme imkanını tanımayıp değişim proje ve programlarını kendisinin empoze etmesi; 4) Dinin, özellikle İslam dininin toplumsal ve kamusal düzenleyici rol oynamasına izin vermeyip onu protestanlaştırmak suretiyle özel, izafi ve marjinal alana itmeye, tarihsel bir mirasa indirgemeye azmetmiş olması.
Belirtmek gerekir ki, söz konusu alanlarda derin çatışma sadece İslam dünyası ile blok halde Batı arasında sürmüyor; fakat İslam dünyası içinde de derin bölünme ve çatışmalara da sebep oluyor. Aynı ihtilaflı konularda “İslam ile laik, ulusalcı/milliyetçi, sol-sosyalist, liberal çevreler ve siyasi gruplar” arasında da ciddi gerilimler yaşanmakta, zaman zaman gerilim çatışmaya dönüşmektedir. Bu çevreler ve gruplar saydığımız dört ihtilaflı noktada Batı gibi düşünmektedirler ve bu özellikleri dolayısıyla farklı versiyonlarına rağmen Batı’nın İslam dünyasındaki uzantıları rolünü oynuyorlar.
Bir durum tespiti olarak şunu söyleyebiliriz: İslam dünyasında genel gidiş “demokrasiden yana”dır, mücadeleler demokratik rejim kurma eğilimlidir. Demokrasinin yaşadığı derin sorunların, İslam ile ne derece bağdaştığı ayrı bir konu, reel durum bize böyle bir resim vermektedir. Ancak Batı’nın, geçen yüzyılda demokrasiyi yüceltiyorken 1990’ların başında Cezayir darbesine ve 1997’de RP iktidarına karşı 28 Şubat postmodern darbesine örtülü destek vermesi; 2006 Hamas’ın kazandığı adil seçimleri suç unsuru sayan İsrail’in seçilmiş milletvekillerini zindana tıkmasını onaylaması; 3 Temmuz 2013 Mısır’da İhvan’a karşı yapılan askeri darbeye “darbe” demeyip askeri rejime arka çıkması ile Haziran-2013’te Taksim-Gezi olaylarının bir anda çığırından çıkartılıp AK Parti hükümetini devirmeye dönüştürülmesi ve gerek ABD gerekse Avrupa’nın sandığa karşı sokak şiddetini ve terör örgütlerini tolere etmesi Batı dünyasının İslam dünyasında “demokrasiden vazgeçtiği”nin kanıtı oldu.
Batı’nın bölge için demokrasiden vazgeçmesini birkaç sebebe bağlamak mümkün: Birinci sebep yine İsrail! Ortadoğu’nun demokratikleşmesi “bölgenin yegane demokratik ülkesi İsrail” mitini sona erdirmektedir. 1 Mart tezkeresi sureten dahi olsa meclislerin merkezi-hükümet kararlarını geri çevireceğini göstermişti; Mısır ve diğer ülkelerde halkın iradesinin meclislere yansıması her şeyi altüst edebileceğinin işaretlerini veriyordu. Hiç kuşkusuz bölgede statükonun anahtarı istikrarsızlıktır. İslamcı veya muhafazakar partiler beklenmedik biçimde istikrar getiriyor. Çünkü politik motivasyonları sınıf çıkarına değil, değere dayalıdır. Tam sağlayamazlarsa da “adalet” vaadini ancak İslamcı partiler yerine getirebilir. AK Parti tecrübesinde şaşırtıcı istikrar tablosu ortaya çıktı; AK Parti 2002’den 20011’e katıldığı bütün yerel ve milletvekili genel seçimlerinden oyunu artırarak çıktı.
Haber Ara