Çözüm süreciyle ilgili birbirine zıt iki farklı söyleme şahit oluyoruz. Bir yanda hükümetten gelen ‘süreç bitmedi, sürüyor; süreci bitiren halka hesap veremez, vebalden kurtulamaz’ türü açıklamalar var. Diğer yanda ise BDP ve Kandil’den yapılan ‘süreç bitti, hükümet savaşa hazırlanıyor, iç savaş çıkabilir, silaha başvurabiliriz’ türü açıklamalar var.
Birincisi sürecin zor, sıkıntılı, meşakkatli olduğunu kabul eden ancak iyi niyetle çözüm yolunda çaba gösterilmesi gerektiğini vurgulayan pozitif bir anlayış... İkincisi sürekli felaket tellallığı yapan, tehdit eden, sorumluluğu sürekli hükümete yüklemeye çalışan negatif bir anlayış...
Bunlardan birincisi bölge halkının hissiyatını ve beklentisini yansıtırken, ikincisi halkı endişeye ve kaygıya sevkediyor, huzursuzluk üretiyor. Aslolan ümitleri kırmak ve korku pompalamak değil, ümitleri yeşertmek ve iyimserlik aşılamak olmalı...
***
Başından bu yana örgütün amaç ve hedeflerini çözümün mutlak şartı olarak gösteren bazı yazarlar ‘hükümet çözmek istiyor ama ne yapacağını bilmiyor’ yaklaşımı içindeler. Onlara göre aklı ermeyen ve meseleyi algılayamayan hükümet bu bir bilenlere sormalı ve onları baş tacı etmeli... Onların olmadığı bir süreç neticeye varamaz, hatta varmamalı... Öcalan dağdan inin dese ve PKK silah bırakmaya soyunsa, neredeyse onlar ortaya atılıp ‘aman kanmayın, bırakmayın’ diye eylem yapacaklar!
Acaba böyle bir süreci rayından çıkaracak olan AK Parti’nin anlayışı, meseleye bakışı veya takınacağı tavır mıdır, yoksa PKK’nın örgütsel hedefleri, ideolojik katılığı ve silahlı eylem sevdası mıdır? Her cümlesinde ‘savaş’ geçen bir zihniyetin barış istediğini temel veri kabul etmek ve çözüm diye çırpınan bir anlayışı çatışma meraklısı olarak sunmak ne kadar doğrudur?
Bundan daha küçük sorunlarla uğraşan ülkelerin onlarca yılda kat ettiği mesafeyi bir yılda almamızı isteyenler hayal aleminde yaşıyor olmalılar. Bu tür süreçler zordur, çetrefillidir, büyük bir sabır ve güçlü bir irade gerektirir. Taraflar arasında hep beklentiler arasında uçurum vardır, hep bir gerilim ve restleşme yaşanır, hep süreç kopma noktasına kadar gelir... Tam tatmin, mutlak memnuniyet hiçbir konuda mümkün değildir. Önemli olan iyi niyetle çözüm yolunda ilerlemektir. Kağıt üzerinde yapılan kurguların hayatın gerçekleriyle örtüşüp örtüşmediğini, toplumsal psikoloji ve siyaset dünyasındaki karşılıklarının ne olduğunu hesaba katmadan ezbere konuşmak meseleyi bilmek anlamına gelmez. Hiçbir zaman taşın altına elini koymadan hariçten ahkam kesenlere göre mesele çok basittir.
KCK’dan yapılan açıklamalar ise akıl-mantık sahibi herkesi hayrete düşürecek bir pişkinlik ve aymazlık içinde... BDP yöneticilerinin saygısız sözlerini ve tehditlerini görmezden gelen, Kandil’dekilerin savaş çığırtkanlığını es geçen bu açıklamalara göre AK Parti saygısız, hakaret edici ve tehditkar bir üslup kullanıyormuş.
Gözün kör olması, insafın kuruması, aklın tutulması böyle bir şey olsa gerek. Kendi hezeyanlarını görmeyip hep başkasında kusur aramak... Cahil bir toplulukta bu tarz belki işe yarıyordur, ancak Türkiye toplumu bu tür şark kurnazlıklarını sadece komedi olarak algılar... AK Parti’yi ‘devlet dili’ kullanmakla suçlayanlar, sürekli ‘terörist dili’ kullanıyorlarsa ve en kötüsü de bunu anlayamayacak haldelerse sorun büyük demektir.
***
Çözüm süreci konusunda hükümeti eleştirenler Türkiye’nin PYD’ye bakışının kırılganlık ürettiğini söylüyorlar. Nasıl PKK’nın söylem ve hedeflerini temel veri olarak kabul ediyorlarsa, PYD hadisesini de mutlak doğru olarak görüyorlar. Oysa PYD sadece Türkiye’ye karşı hasmane bir tavır içinde değil, oradaki Kürt gruplar üzerinde tasallut kurduğu gibi KDP’ye karşı da düşmanca bir tutum sergiliyor. PKK’nın yazı yazan yöneticileri KDP’yi açıkça ‘Kürt düşmanı’, ‘Rojava devrimi düşmanı’ vs ilan ediyorlar.
Kuzey Irak yönetiminin bölgedeki etkisini kırmak isteyen PYD, birkaç konuda açıkça dişini gösteriyor. Bunlardan birincisi ‘Ulusal Kongre toplanması’ meselesidir. Barzani’nin buna yeşil ışık yakmaması öncelikli problem konusu görünüyor. İkincisi, Cenevre toplantısına katılım meselesi. Örgütün bir kalemşörü şöyle diyor: “KDP’nin ulusal çıkarları değil, kendi parti çıkarlarını ve yandaşlarını düşündüğü Cenevre görüşmeleri öncesi de görülmektedir. KDP’ye bağlı partiler Cenevre’ye Kürt Yüksek Konseyi içinde gitmek yerine, Kürt Yüksek Konseyi’nden ayrı olarak gitmektedirler. Hatta Suriye’de en etkili güç olan PYD’nin Cenevre’ye gidişini engellemeye çalışmaktadırlar.” KDP’yi kültürel soykırımcı sömürgeci güçlerin hesabına hareket etmekle suçlayan bu zihniyetin Türkiye’yi suçlaması haydi haydi normaldir. Bölgesel yönetimin Türkiye ile geliştirdiği işbirliğide PYD açısından büyük bir rahatsızlık sebebidir.
Netice olarak hükümeti suçlamak veya karamsarlık üretmek en kolay yoldur. Ancak bu yol çıkmaz yoldur ve sadece kan-gözyaşına dönmek anlamına gelir.