'Apo’yu paşa yapalım derken'
Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne bugünkü yazısında Abdullah Öcalan'ın çözüm sürecine olan faktörünü köşesinde kaleme aldı...
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-10-25 03:29:44
Yıllar önce “Apo’yu paşa yapalım” derken, toplumun sinir uçlarına dokunan aykırı bir laf ettiğimin farkındaydım.
Kullandığım bir metafordu; bilinenlerin dışında sakin kafayla bulunacak, tarihin imbiğinden süzülmüş bir çareye işaret etmiştim. Öcalan devletin elinde bir imkândı; PKK’yı ikna etmek için elverişli bir köprüydü. Haklı çıktığımı düşünmüyorum; zira bu kadarını ben bile hayal edemezdim. Bugün Başbakan, “İmralı’ya gidecek olanı biz belirleriz” diye kükrerken “paşa”nın posta güvercinleri ile barış güvercinleri arasındaki farkı da bu sözleri de artık kimse önemsemiyor.
Sekiz aydır süren barış, Öcalan faktörünü yerli yerinde analiz etmek için bir fırsat verdi. Öcalan PKK/BDP cephesi olarak bildiğimiz siyasî hareketin önderi. 14 yıldır cezaevinde bulunmasına rağmen bu önderliğini tartışmasız bir şekilde sürdürebilmesi birçok faktörün bileşkesi. Bu faktörlerin başında kendi zekâsı var; örgütünü ve ana kadrolarını kendisi olmadan iş göremez bir şekilde oluşturmuş. Sınırlı bilgi kaynaklarına rağmen gelişmeleri doğru okuyor ve durumdan stratejik vazifeler çıkartıyor. Kürt siyasî hareketinin kendi iç çelişkileri de onun liderliğini vazgeçilmez kılıyor. Herhangi bir itiraz, birinin liderlik iddiasına dayanmak zorunda. Bu iddiada bulunacak güç kimsede yok. Velev ki oldu diyelim: PKK hemen birbirine savaş açmış birkaç parçaya bölünür. Öcalan’ın liderlik sırrı, örgütünü ve adamlarını çok iyi tanımasından geliyor. Kimseye taşıyabileceğinin üzerinde yük yüklemiyor ve aralarına ipleri sürekli elinde tutacağı ve dengeleyeceği bir mesafe koyuyor.
Peki Öcalan, örgüt ve Kürt siyaseti üzerindeki bu gücünü hangi amaç için kullanıyor? Bu sorunun cevabını, soğukkanlı bir biçimde vermemiz lâzım. Öcalan bu gücü Kürt siyasetinin önünü açmak için kullanıyor; ancak bizi ilgilendiren amacından önce prensipleri. Bu güç öncelikle gerçekçi, ikinci olarak yerli bir inisiyatif olarak kullanılıyor. Kürt siyasetinin kalburüstü isimleri arasında bugün, yüzde yüz yerli olduğuna inanabileceğimiz tek isim Öcalan. Bunu sağlayan İmralı’daki yalıtılmış hayatı. Öcalan, bölgesel aktörlerin değil, kendi aklının peşinden gidiyor. Megalomanisi kuvvetli bu örgüt lideri, tarihî bir aktör olmaya ve tarihe oynamaya çalışıyor. Başka bir niyet arayamazsınız; çünkü liderler kendi tercihlerinden önce içinde bulundukları şartların ürünüdür. Bugün tarih önüne aktör olabileceği bir fırsat sunmuşsa, lider bu rolü oynamaya mecburdur.
“Sekiz aydır kimse ölmüyor” gerekçesi, bugünkü tabloyu savunmak için yeterli değil. Daha sağlam gerekçe, sekiz aydır süren barış, Türkiye’nin güvenlik ve bütünlük endişelerini azalttı. Dün terörle savaşarak koruduğunuz vatanı bugün barışla daha kuvvetle güven altına alıyorsunuz. Barış süreci, PKK’ya verilen bir taviz değil; ülkenin bölünmez bütünlüğünü korumanın en güçlü aracı. Kürtler geçmişe sünger çekip yeni bir başlangıç yapmaya hazır. Çare savaş ise, kaldığınız yerden savaşmaya her zaman yeniden başlayabilirsiniz. Yeniden başladığınız zaman bu fasıladan zararlı çıkacak olan sadece PKK olur. Barış faydalı, hem de çok.
Şimdi aynı sükunetle şu soruyu soralım: Öcalan’ın süreç üzerindeki ağırlığı kaybolsa, hatta tam olarak devreden çıksa bu durumdan kim kazançlı çıkar? Bu işe en çok kim sevinir? İradelerini ve inisiyatiflerini İmralı’ya ipotek ettirmiş ve bu durumu alenen ilan etmiş Kandil’deki terör şefleri dışında aklınıza kim geliyor? Öcalan devreden çıkarsa bütün zincirlerinden kurtulmuş olacaklar. Daha ön sıraya, PKK sopasıyla Türkiye’yi dövmeye alışmış olan dış güçleri koymamız gerekmez mi?
Öyleyse? Öyleyse Öcalan’ın devrede kalması, hatta önünün daha da açılması lâzım. Sekiz aylık barışı, Öcalan’ın kendini ispatlaması olarak görelim. O üstüne düşeni yaptı. Peki daha fazlasını yapabilmesi ve barışın devam etmesi için ne gerekiyor?
SON VİDEO HABER
Haber Ara