ÇOK tuhaf bir istekte bulunmuşlar.
Arzuları, ilk Lübnan ziyaretine katılıp 2 ay boyunca silah zoruyla alıkondukları köye birlikte gitmek.
Teşekkür için ailece kahvaltıya geldiklerinde söylemişler Davutoğlu’na.
THY pilotları Murat Akpınar ile Murat Ağca’nın kurtarılış hikâyesinin henüz anlatılmamış detayları fevkalade ilginç. Hollywood senaryolarına taş çıkarır diyeyim.
Bakanla Londra seferinde konuştuk. Deştikçe daha neler sökün edecek Allah bilir...
Pilotları kaçıran İmam Rıza’nın Ziyaretçileri, tedirginlikten titriyormuş mesela. Onları pilotlar teskin etmiş, stres yaparken bir kaza çıkmasın ellerinden diye.
Gruptakilerden biri, Tayyip Erdoğan hayranlığını gizlememiş. Lübnan’a geldiğinde ay-yıldızlı tişörtle onu karşılamaya gittiğini söylemiş.
“Erdoğan’ı ve Türkiye’yi seviyoruz, size de bir zarar vermek değil niyetimiz ama bizi anlayın, Suriye’deki Şii hacılarımızı muhaliflerin elinden kurtarmak için mecbur kaldık” diyorlarmış.
Türkiye’yle oynadıklarının farkındalarmış yani. Onun verdiği bir gerginlik ve endişe varmış üzerlerinde. Rehinelere iyi davranmaya hep özen göstermişler. Dört duvar arasında hapis gibi geçirtmemişler günlerini. Ahbaplık ilişkisi kurmuşlar, birlikte çıkıp köy meydanında volta atmış, cami cemaatine karışmışlar. Köylülerle de böyle yakınlaşmış pilotlar.
Türk tarafından Lübnanlılara her telefon gelişinde, haberini hemen yetiştiriyorlarmış bizimkilere: “Ogli aradı, Ogli aradı, sizi soruyor yine...” Havaları değişiyormuş o sıra. Ogli, Davutoğlu oluyor.
Süreç içinde pilotlarımızın dönüşü zorlaşmasın diye Lübnan’a gitmemiş Bakan Davutoğlu. Ama önümüzdeki dönem gidecek. “Hatta pilotlarımızla gidebiliriz” diyor. Onlar da çok sevinmişler duyunca. “Köyümüze gideriz” bile demişler. Rehin tutuldukları yeri sahiplenen bir dil...
Aslında bu süreç bayramdan bir gün önce de bitebilirmiş. Son anda yan çizmiş Suriyeli muhalifler. Kuzey Kasırgası örgütü, Esad’a bozuk atmak istemiş. Katar Dışişleri Bakanı, bu son dakika uzatmaları yüzünden arife günü geldiği Türkiye’den ta bayram sonrası, cumartesi günü ayrılabilmiş.
Bayramın ikinci günü Lübnan istihbaratının başı da gelmiş İstanbul’daki karargâha. O, Esad’a yollanmış.
MİT de muhaliflere bastırıp Lübnanlı hacıları İstanbul’a aldırmış.
Söylendiği şekilde asla bir para pazarlığı olmamış.
Esad’ın serbest bıraktığı kadın-çocuk muhalif sayısı, yazıldığı gibi 127 ya da 200 değil toplamda 330 olacakmış. Peyder pey, 3 seferde...
Ahmet Davutoğlu’nun şu cümlesini de not ettim: “Eğer alanda varsanız başınıza bunlar geliyor, alanda yoksanız riskiniz de yok”.
Bugüne kadar Irak’ta, Afganistan’da, Afrika’da kaçırılıp salimen kurtarılanların sayısı 160’ı bulmuş böylece...
Davutoğlu, 3 ayaklı kurtarma operasyonunda Hakan Fidan’ın hakkını bilhassa teslim ediyor. Bu başarıda en büyük pay, MİT Müsteşarı’na aitmiş.
Amerikan gazetelerinde neden hedef seçildiklerine gelince...
Hakan Fidan’ın gelişiyle MİT’te bir mahiyet değişikliği yaşanmış. “Hakan Bey’le Türk istihbaratı, işlevsel olarak terör takibi dışındaki diğer stratejik alanlara da girecek şekilde kapasite artırımına gitti. Ve kendi istihbarat politikasını kendisi belirleyecek duruma geldi...”
“Rahatsızlık sebebi bu” diyor, “Şimdi milli irade ile gelen iktidar, seçilmişlere yasaklı üç alanı da entegre olarak yönetiyor: Hariciye siyaseti, istihbarat ve güvenlik...”
Yabancıları anlıyor da, yerlilere ne demeli!
Milli istihbarat isteyenler, millileşmekten rahatsız...
Bağımsız dış politikacılar, bağımsızlaşmaya tepkili...
Çin komünizminin Türkiye temsilcileri, Çin’den füze alımına karşı...
Anti-Amerikancı ulusalcılar, Amerika’yı kızdırdılar diye kızıyor...
Davutoğlu da şaşıyor bu işe...
İstihbarat operasyonlarıyla, yerli dış politika desteklenmeye başlamış. İkisi birlikte hükümet icraatına dönüşmüş. Bu da Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan üçlüsünü topun ağzına koymaya yetmiş...
Güdümlü politikadan eşgüdümlü milli dış politikaya geçişmiş halbuki, pilotlarımızın ayağını Lübnan’a geri götüren şey.