Ahmet Hakan'ın Hürriyet gazetesindeki 'Nefretlik bir cümle: Yetmez ama evet' başlıklı (3 Ekim 2013) yazısının ilgili bölümü şöyle:
ARTIK olay aşağı yukarı şöyle cereyan ediyor:
Hükümetimiz “azıcık” ama gerçekten “azıcık” bir şeyler veriyor.
Ve aydınlarımız, medyamız, köşe yazarlarımız falan...
Başlıyorlar sadaka kapmış dilenciler gibi tekerlemeler sıralamaya:
-Allah bin bereket versin hükümetim.
-Allah tuttuğunu altın etsin hükümetim.
-Buna da şükür hükümetim.
-Sen de olmasan bizim halimiz nice olur hükümetim.
-Bu zamana kadar bize bunu bile vermemişlerdi hükümetim.
-Sen şimdi bunu verdin ya... Garanti yine verirsin hükümetim.
-Bundan sonra yine ver hükümetim.
-Gıdım gıdım ver hükümetim.
-Bize bazen böyle tatlı sürprizler yap hükümetim.
-Bizi bazen böyle şımart hükümetim.
-Sen ne zaman ne kadar verileceğini gayet iyi bilirsin hükümetim.
-Yetmez ama evet hükümetim.
Lütuf ve ihsan görmüşlere özgü bir kanaatkârlıkla eller ovuşturuluyor.
Sadaka almışlara özgü bir mahcubiyetle eyvallahlar çekiliyor.
Kısacası...
Havada sadece ve sadece bir minnettarlık kokusu var, başka da bir şey yok.
Mesela şöyle şeyler yok:
-“Niye gıdım gıdım veriyorsun birader?” diyen yok.
-“Niye hepsini birden vermiyorsun ağa?” diyen yok.
-“Zaten bana ait olan hakları, bana verirken neden böyle cimri davranıyorsun ahretlik?” diyen yok.
-“Zaten bana ait olan hakların verilmesini, hangi dayanakla, hangi mantıkla ve hangi hakla sıraya koyuyorsun muhterem?” diyen yok.
-“Haklarımı bana verirken neden ‘sürpriz yapmaya meraklı bir âşık’ gibi davranıyorsun mübarek?” diyen yok.
-“Falanca yasağı kaldırırken falanca yasağı kaldırmıyorsun... Bunun mantığı nedir kardeş?” diyen yok.
Mahcubiyeti atmanın yolunu da bulmuşlar.
Hep beraber var güçleriyle haykırıyorlar:
“Yetmez ama evet... Yetmez ama evet...”
Bir Allah’ın kulu çıkıp da demiyor ki:
Yeterini vermeye gücün kudretin bal gibi de yettiğine göre... Neden yeterini vermiyorsun?