Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Zaman yazarı İslam fıkıhı ışığında, 'din ve devlet arasında cemevi'ni yazdı

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç bugünkü yazısında: Müslümanların sorun çözme kapasitelerinin düşük olduğuna ilişkin iki örnek, gündemde yerini muhafaza eden “cemevlerine ibadethane” statüsünün verilmesi ile “anadilde eğitim” konusudur.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-09-21 03:33:17

Zaman yazarı İslam fıkıhı ışığında, 'din ve devlet arasında cemevi'ni yazdı
Ortaya çıkan sorunları “İslam’ın muteber referanslarını ve fıkıh usulünü kullanarak çözmek” üzere eğitim almayan ilahiyatçılar, İslami ilimlerin tarihi ve akademik yönteme indirgenmiş bilgi boyutlarını öğrendiklerinden can yakıcı sorunları çözemiyorlar. Böyle olunca seküler kaynaklara yönelip toplumun zihin hayatını da sekülerleştiriyorlar veya devletin resmi görüşü doğrultusunda görüş beyan ediyorlar. Cemevleri konusuna, biri aydınlanmanın temel felsefi varsayımlarına göre vücud bulmuş “insan hakları”, “din ve vicdan özgürlüğü” ile “liberal bireysel haklar” teorisi; diğeri geleneksel “İslami kaynaklar ve bundan neş’et eden kelam ve fıkıh usulü” açısından bakalım: Eğer referansınız aydınlanma ise her üç durumda cemevlerinin ibadethane olmasını talep edenleri geri çeviremezsiniz. İnsan haklarının menşei ilahi veya semavi metinler olmadığından, bazı felsefi düşüncelerin zaman içinde kabul görüp parlamentolar ve hukuk otoriteleri tarafından kodifike edilmesi sonucunda teşekkül eder. Buna göre bir Alevi “Ben ibadetimi cemevinde yaparım, ibadetimin içeriğini ve formunu ben tespit ederim.” diyorsa, hariçten kimse bunun aksini savunup başka bir ibadet şeklini ona empoze edemez. Burada rol oynayan yaygın talebin teşekkül etmesidir. “Din ve vicdan özgürlüğü” açısından da durum böyledir. “Benim vicdani kanaatim, mesela kartala kutsallık atfetmeyi gerektirir.” diyorsa bu böyledir. “Liberal bireysel haklar teorisi”nin esasını bireyin kişisel tercihleri tayin eder, birey neyi tercih etmişse onun için doğru odur. Bu bakış açısının İslami yönden kritiğini yapmamız İslami referans ve usulün farklılığını da ortaya çıkarır. Bir insan, nelere hak sahibi olup olmadığını öğrenmek ve hayatını haklar dairesinde geçirip Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak istiyorsa bu işi hümanist zeminde değil, Kur’an ve Sünnet’te arar. Allah “Hak”tır, haklar ve hakikat O’nun bu isminden neş’et etmiştir, hukuk buna uygun şekillenir. Bu çerçevede bir Müslüman, Kur’an ve Sünnet’in tarif ettiği şeklin dışında Allah’a ibadet edemez. Edecek olsa yaptığı ritüeller tabii ki “ibadet”tir ama Kur’an ve Sünnet açısından sahih ve makbul değildir. Yine de kamu otoritesi onun “ibadet” dediği ritüelleri engelleyemez, yasaklayamaz, Müslümanlar bu ibadeti bir özgürlüğün kullanımı olarak görür ve onu kendi haline bırakır. Hz. İsa’ya günü geldiğinde “teslisçi takipçileri” kastedilerek “Sen mi beni ve anamı iki ilah edinin, dedin?” diye sorulduğunda “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan sözü söylemek bana yakışmaz.” diyecektir (Maide, 116). Hıristiyanlar kilisede İsa ve Meryem’e ulûhiyet atfederek ibadet etmektedirler ki, İslam akidesi açısından bu makbul ve sahih ibadet değildir, ama tarihte Müslüman devletler bu ibadeti hukuk içine almış ve korumuştur. Bu Yahudilik, Sabiilik ve diğer din müntesiplerinin ibadeti için de öyledir. Bir Hıristiyan’ın vicdani kanaatinin teslis yönünde tecelli etmesi veya liberal teoriye göre bireysel tercihinin teslis yönünde şekillenmesi ibadeti sahih kılmaz, ama İslam kamu otoritesi onun ibadet hakkını korur.

Benzer durum Sünni, Şii, Zeydi, İbadi, Zahiri mezheplerin mescitleri dışındaki mekânlarda ibadet ettiğine inanan Ahmedi, Kadiyani, Dürzi, Bahai, Nusayri ve beş vakit namazı, Ramazan orucunu reddeden Aleviler için de geçerlidir. Onların toplandıkları yer ismi ne olursa olsun -tekke, zaviye, dergâh, cemevi vs.- onlar “ibadethane” diyorsa bizce de ibadethanedir. Aralarındaki derin farka rağmen aydınlanma ve İslam açısından meselenin çözümü bu iken, Sünniler gibi hem camiye hem cemevine devam edenlerin dışında kalan veya her ikisine giden Alevilerin cemevlerine “ibadethane” statüsü vermemek, dini alanın tamamını Diyanet’e hasreden Kemalist devlete ait bir yaklaşımdır. Devlet her konuda olduğu gibi bu konuda da sorun üretiyor, İslami açıdan basit bir sorunun çözümünü imkânsızlaştırıp çatışma potansiyelini artırıyor.

Haber Ara