'Devlet Müslüman Ermenileri 1916'da nüfus kâğıtlarıyla fişledi'
'1916 yılı itibarıyla din değiştiren Ermenilerin, sadece nüfus kayıtları değil, nüfus cüzdanları öyle düzenlenecektir ki, bu kişilerin Ermeni oldukları anlaşılacaktır'
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-08-05 13:24:49
Taraf yazarı ve tarihçi Prof. Taner Akçam, AGOS gazetesinin ortaya çıkardığı Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Süryanilerin fişlendiğini gösteren belgeye dair hükümet yetkililerin verdiği "1923'ten beri uygulamada" bilgisinin doğru olmadığını savundu. Akçam, "Bu uygulamanın en azından Müslümanlaşmış Ermenilere yönelik 1916'da başladığı biliyorum. Uygulama Ermeni soykırımı sırasında başladı" dedi. "Hükümetin din değiştirmiş olmalarına rağmen Ermenilere hâlâ güvenmediğini" belirten Akçam, "Ermenilerin serbest dolaşımını engellemek için nüfus kâğıtlarına, Ermeni olduklarının anlaşılmasını sağlayacak bir kayıt düşme kararı alındığını" yazdı. Akçam'ın alıntıladığı 22 Mayıs 1917 tarihli bir telgrafa göre "din değiştiren Ermenilerin nüfus teskerelerinin arkasına ikamet ettikleri kasaba ve mahallenin isimleri yazılarak zâbıta idârelerince mühürlendi."
Haberini "Türkiye’de bugün devam eden uygulama budur.İttihatçı zihniyet tüm bir Cumhuriyet boyunca iktidarda kalmıştır. Bugün değişen çok şey yoktur.Konunun özeti şudur ki bu devlet, vatandaşına güvenmemek üzerine kurulmuştur" diyerek sonlandıran Prof. Akçam'ın imzasıyla Taraf'ta "Devlet Müslüman Ermeninin peşinde" başlığıyla yayımlanan (5 Ağustos 2013) metin şöyle:
1915 mayısında, Ermenilerin büyük tehciri başladığında, önceleri Müslümanlığı kabul etmek bir seçenek olarak sunuldu. İsteyen Müslüman olabilecek ve sürgüne gönderilmeyecekti. Amerikan ve Alman konsolosları, yolladıkları raporlarda Ermenilerin devlet kapılarında büyük kuyruklar oluşturduğunu ve toplu din değiştirmelerin yaşandığını bildirirler.
Din değiştirenler gerçekten de sürgüne yollanmazlar. Sadece bulundukları vilayetin sınırları içerisinde diğer Müslüman köy ve kasabalara dağıtılırlar. Fakat Müslümanlığa geçiş sayısı tahminlerin çok ötesindedir. Hükümet, belki de bu denli büyük din değiştirme beklemediği için bu kararı durdurmak zorunda kalır.
“Amaç, sürgünden kurtulmak”
Neden basittir; din değiştirmeye müsaade edilmesinin amacı asimilasyondur. Ama bu toplu geçişlerle, Ermenilerin gerçek kimliklerini koruyacaklarından korkulmaktadır.
1 Temmuz 1915’te bölgelere yollanan bir tamimle artık din değiştirmelere izin verilmeyeceği bildirilir. “Bunların amacı gerçekten Müslüman olmak değil, sadece sürgünden kurtulmaktır,” diyen İçişleri Bakanı Talat bu gibi başvuruların, bundan böyle hiç bir biçimde ciddiye alınmamasını ister. Çünkü bunlar Müslüman olsalar bile “fesatlıktan geri kalmayacaklardır”.
Daha sonra bölgelere sık sık tamimler yollanır ve hiçbir istisnai muameleye izin verilmeyeceği kesin olarak bildirilir.
Kasım 1915’e kadar Ermenilerin Anadolu’dan boşaltılması tamamlanır ve yoğun katliamlarla Ermeni sayısı ciddi biçimde azaltılır. İttihatçı Hükümet yeniden din değiştirmeye izin vermekte mahzur görmez. 5 Kasım 1915’te bölgelere yolladığı özel bir yazı ile, “ister gönderilmiş ister gönderilmemiş olsun, din değiştirenlerin taleplerinin kabul edileceği” bildirilir. 1916 baharından itibaren ise, din değiştirme artık zorunludur. Ermenilere, “ya Müslüman olmak ya da Der-Zor’a sürülmek” seçenekleri sunulur. Ermeniler, Der-Zor çöllerinin katliam ve imha demek olduğunu çok iyi bilmektedirler.
Bu tarihten itibaren sağ kalmış her Ermeni Müslüman olmuştur. Ermenilerin yeniden eski dinlerine dönmelerine 1918 ve 1919 yılında yayınlanan tamimlerle müsaade edilir. Şunu büyük bir rahatlıkla söyleyebiliriz ki, eğer yeniden Hıristiyanlığa dönmemişler ise, Anadolu’da hayatta kalan her Ermeni Müslüman olarak kalmıştır.
Seyahat hakkı yok
Peki, Müslüman olan Ermeniler nasıl ayırt edilecek? Hükümet, din değiştirmiş olmalarına rağmen Ermenilere hâlâ güvenmemektedir; bunlar için özel tedbirler alır ve bazı yasaklamalar getirir. Bunların başında serbest dolaşım hakkı gelir. Din değiştirmiş Ermeniler, diğer Müslümanlara verilen bu haktan yararlanamazlar. Seyahat edebilmeleri için özel izin almaları gereklidir ama bu özel izni vermek yetkisi yerel yöneticilerin elinde değildir. İzin ancak İstanbul’dan, doğrudan Bakanlık’tan alınabilmektedir.
Fakat bu yasaklamalara rağmen izinsiz seyahatler sürmektedir. Talat Paşa bölgelere sık sık emirler yollar ve Bakanlıktan özel izin almamış bu gibi kişilerin seyahat etmelerine müsaade edilmemesini ister.
Ama sorun şuradadır. Seyahat eden kişinin din değiştirmiş bir Ermeni olduğu nasıl anlaşılacaktır?
Bunu çözmenin tek yolu vardır; din değiştirmiş Ermenilerin nüfus kâğıtlarına, Ermeni olduklarının anlaşılmasını sağlayacak bir kayıt düşmek gerekmektedir. Bunun kararı alınır. Böylece, Müslüman ismi alan Ermenilerin, diğer Müslüman ahali içinde kaybolmasının önüne geçilebilecektir. Nüfus cüzdanlarına konan bu özel belirleme ile bu insanların ayrı muameleye tabi kılınmaları sağlanacak ve takip edilmeleri kolaylaşacaktır.
“Mahrem” telgraf
Bu kontrolü sağlamak amacıyla önce tüm bölgelere ilk yazı 1 Şubat 1916 tarihinde yollanır. Ve bölgelerden, “İhtidâ eden [din değiştiren]Ermenilerin sicil-i nüfûsa ne sûretle kayd olunduklarının ve yedlerine tebdîlen verilen nüfûs tezâkirinde ihtidâ etmiş olduklarının ve âile isimlerinin tasrîh edilüb edilmediğinin [açık belirtilip belirtilmediğinin] iş’ârı [bildirilmesi]” istenir.
Belgeden anlaşıldığı gibi, Hükümet din değiştirmiş Ermenilerin hem nüfus kütüklerine kayıtlarının özel bir tarzda yapılmasını hem de verilecek nüfus cüzdanlarının bu farkı belli edecek şekilde düzenlenmesini istemektedir.
21 Şubat 1916 tarihinde bölgelere “mahrem” kaydıyla yollanan bir başka telgrafta “İhtida eden Ermeniler kendilerine verilen yeni nüfus tezkereleriyle serbestçe dolaştıkları (nın) anlaşıldığı” söylenir. Ve bunun önüne geçilmesi için ilgili şahısların nüfus kâğıtlarına “ihtida etmiştir”, kaydı düşülmeksizin bulundukları yerin ismi yazılarak mahalli zabıta memurlarınca “mühürlenmesi” istenir.
Böylece, ilgili kişiler, sadece nüfus kütüklerine özel olarak kayıt edilmiş olmayacaklar, ayrıca nüfus kâğıtlarına, din değiştirmiş Ermeni olduklarının anlaşılmasını sağlayacak özel bir damga da vurulmuş olacaktır. Polis ve jandarma bu özel damgaya göre muamele yapacaktır. Bölgelere daha sonraki aylarda yollanan telgraflarla bu yönteme başvurulması tekrar tekrar hatırlatılır.
Ermeni oldukları anlaşılacak
22 Mayıs 1917 tarihli bir telgraftan tüm bu uygulamanın nasıl yapıldığını öğreniyoruz. İlgili telgrafta yukarıdaki 21 Şubat 1916 tarihli tamim hatırlatılır ve yapılması gereken işlem aynen şöyle tekrar edilir: “...ihtidâ eden [din değiştiren] Ermenilerin tezâkir-i Osmaniyeleri [nüfus teskereleri] zahrına [arkasına] ikamet ettikleri kasaba ve mahallenin isimleri yazılarak zâbıta idârelerince tahtîmi [mühürlenmesi] 8 Şubat 1331 târihinde şifre telgrafname ile yazılmıştı. B’adema [bundan sonra] ihtidâları kabûl olunanların tezâkire-i Osmaniyelerine yine bu suretle şerh yazılarak nüfûs idârelerince mühürlenmesi ve polis jandarma dâi’relerince de bu işâretin, ihtidâ eden Ermenilere mahsûs olduğu bilinerek esna-yı seyr-ü seferde [seyahatleri sırasında] haklarında ana göre mu’âmele îfâsı [işlem yapılması]” tebliğ olunur.
1916 yılı itibarıyla din değiştiren Ermenilerin, sadece nüfus kayıtları değil, nüfus cüzdanları öyle düzenlenecektir ki, bu kişilerin Ermeni oldukları anlaşılacaktır. İşte Türkiye’de bugün devam eden uygulama budur. İttihatçı zihniyet tüm bir Cumhuriyet boyunca iktidarda kalmıştır. Bugün değişen çok şey yoktur. Konunun özeti şudur ki bu devlet, vatandaşına güvenmemek üzerine kurulmuştur.
Devlet bilir!
Taner Akçam (5 Ağustos 2013)
AGOS büyük bir gazeteciliğe imza attı ve hiç birimizi şaşırtmayan şok bir belge yayımladı. (Bu, “şaşırtmayan şok belge” tam da güzelim memleketime uygun oldu.)
Yayımlanan belgeden anladığımız kadarıyla, Devletimiz, Rumlara, Ermenilere, Yahudilere ve Süryanilere çeşitli numaralar vererek fişliyormuş. Bu fişleme bilgileri özel ve gizli; ancak herhangi bir devlet kurumu sorduğunda veriliyormuş!
Rahmetli Hrant anlatmıştı; aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım. Bir gün AGOS’ta oturuyor; bir genç gelmiş ve hikâyesini anlatmış.
Genç, Harp Okulu’nda öğrenci imiş, bilmem kaçıncı sınıfta. Bir gün sorgusuz sualsiz okuldan atılmış. Hiçbir izah, gerekçe gösterilmemiş. Öylesine... “Atıldın” demişler sadece.
Bir tek çocuk değil, aile de şok olmuş. Hiçbir gerekçe gösterilmeden atılmanın tuhaflığı ortada. En azından bir gerekçe olmalı. Ne bir disiplin suçu, ne derslerine ilişkin bir şey... Hiç bir şey yok. Atılmış işte.
Aile nedeni öğrenebilmek için çok uğraşmış, didinmiş ama nafile. Çocuğun niçin atıldığı konusunda en küçük bir izah verilmemiş, bir açıklama yapılmamış.
Nihayet araya amcalar, paşalar sokulmuş ve sonuçta bir açıklama elde etmişler. Ama açıklama yazılı değil. Sadece sözlü bilgi.
Aile Ermeni imiş.
Bilgi aile için de büyük bir şok ama asıl şok çocuk için... Çünkü, Hrant’a anlattığına göre, çocuk çok sıkı bir milliyetçi hatta Ülkü Ocaklı imiş ve üstelik Ermenilerden gerçek anlamda nefret ediyormuş.
Sonuçta nefret ettiği bir millete mensup olduğunu öğrenince hastaneye düşüyor ve psikolojik tedavi görmeye başlıyor. AGOS’a gelmesinin nedeni, ne tür bir millete mensup olduğu konusunda bilgi edinmek.
Hrant espri yapardı, “siz kim olduğunuzu bilmezsiniz ama bu devlet bilir,” diye.
Uzun yıllar bir sorunun cevabını veremezdim. Cumhuriyet dönemi kanun ve yönetmeliklerini çok iyi bilenlere, hukukçulara sorar dururdum. Niye bu devletin, özellikle de Silahlı Kuvvetler’in tepe noktalarına bir Gayrimüslim gelemez diye... Merak ettiğim, ayıklama sisteminin nasıl yapıldığı idi.
Benim bildiğim, bugün yürürlükteki mevzuatın içinde, hiç bir yerde, “Gayrimüslim askerî okula giremez” diye bir kural yok. 1920’lerde, “şu şu meslekleri sadece ve sadece Türkler yapar” gibi bir iki mevzuat vardı ama bildiğim kadarıyla bunlar artık geçerli değil.
Yani bugünkü hukuk sistemimizin ayrımcılığı esas aldığına dair elimizde herhangi bir kayıt-kuyut yok. Tek bildiğim Gayrimüslim Vakıflara yönelik kanun ve yönetmelikler ve bu doğrultuda alınmış Yargıtay kararları... Orada açık bir ayırımcılık var ama o kadar.
Görülen o ki, bir grup vatandaşın belli meslekleri seçmesini yasaklayan, açık hiçbir kanun veya yönetmelik olmamasına rağmen, devletimiz çok iyi bir filtre sistemine sahip. Bırakın açıktan Gayrimüslim veya Kürt olmayı, bu genç örneğinde olduğu gibi, kendisinin ne olduğunu bilmeyenler bile bir yere gelemiyor, yükselemiyor. Siz kendinizin kim olduğunuzu bilemeyebilirsiniz ama devletimiz bilir.
İşte AGOS belgesi bu “bilme” konusuna bir açıklık getiriyor. Artık biliyoruz ki, 1923’ten beri bu devletin nüfus daireleri özel bir sistemle, gizli olarak kendi vatandaşlarını fişliyor.
Fakat hükümet yetkililerinin verdiği 1923 bilgisi doğru değil. Uygulama aslında çok daha önce başladı. Ben bu uygulamanın, en azından Müslümanlaşmış Ermenilere yönelik 1916’da başladığını biliyorum. Uygulama Ermeni soykırımı sırasında başladı. Buna ilişkin belgeleri Taraf’ta okuyabilirsiniz. Acaba diğer Gayrimüslimlere ilişkin ne zaman başladı? Daha da önemlisi, acaba hükümet bu uygulamaya son verecek mi?
SON VİDEO HABER
Haber Ara