Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun muhteremler
İKTİDAR cenahına bakıyoruz:
Maşallah hepsi birer Chavez haline gelmiş durumda.
Küresel sisteme, Batı’ya, Avrupa’ya, Amerika’ya sallıyorlar da sallıyorlar:
-Batı’nın süper çifte standartçı ve acayip ilkesiz olduğunu söylüyorlar.
-Gezi için 17 açıklama yapan Avrupa’nın, Mısır için sus pus olmasını sorguluyorlar.
-Mısır’daki darbeye darbe diyemeyen ABD’ye çakıyorlar.
-Küresel sisteme lanet okuyorlar.
-Küresel medyaya şeytan muamelesi yapıyorlar.
*
Son günlerde her biri Chavez kesilen iktidar yanlılarına soruyorum:
İyi de kardeşim...
-Bu Batı değil miydi AK Parti iktidarının doğuşunu “İşte Ortadoğu’nun rol modeli” diye selamlayan?
-Bu küresel sistem değil miydi “Türkiye’de askeri vesayetin geriletilmesi”ne tam destek çıkan?
-Bu Batı değil miydi 10 yıldır Türkiye ile “model ortaklık” geliştiren?
-Bu Avrupa değil miydi 10 yıldır Türkiye ekonomisini büyütüp kalkındıran? Bu küresel sistemin ekonomi kuruluşları değil miydi daha düne kadar Türkiye’nin notunu arttıran?
-Bu küresel medya değil miydi sayfalarını Tayyip Erdoğan övgüleriyle dolduran? Bunların küresel dergileri değil miydi Erdoğan’ı kapak yapan?
-Bu Obama değil miydi Beyaz Saray’ın bahçesinde beraber ıslanılan?
Ve siz değil miydiniz bütün bunlar olup biterken havaya giren, övünen, sevinen, heyecanlanan, gururlanan?
*
Ne yani?
Küresel sistem, son iki aya kadar acayip ilkeli, süper adil, müthiş hakkaniyetli idi de son iki aydır mı ilkesizleşti, adaletten saptı, hakkaniyeti elden bıraktı?
Ne yani?
İki ay öncesine kadar Batı, yeryüzünde her darbeye itiraz ediyor, her katliama ses çıkarıyor, her diktatöre had bildiriyordu da son iki ayda mı tutum değiştirdi?
*
Olay şudur:
Küresel sistem, tıpkı son iki aydır olduğu gibi 10 yıllık AK Parti iktidarı döneminde de ilkesiz, hakkaniyetsiz politikalar izliyordu.
AK Parti iktidarı, 10 yıl boyunca sergilenen ilkesizlik ve hakkaniyetsizliklere bakıp, “Biz böyle ilkesiz bir sistemin içinde yokuz arkadaş” falan demiyor, tavır almıyordu.
Ne tavır almaması!
Küresel sisteme eklemleniyordu.
Ne eklemlenmesi!
Küresel sistemin en mahir oyuncusu olmak için çalışıyor ve bununla övünüp duruyordu.
*
Gelinen yer şurasıdır:
10 yıldır küresel sistemin maharetli oyunculuğunu yapmakla övünenler, bugün “Bu küresel sistem amma da şeytani” diyorlar, başka da bir şey demiyorlar.
Ne diyelim?
Belki de en iyisi “Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun muhteremler” deyip geçmek.
İki Bakan’a iki takdir
-EGEMEN BAĞIŞ: Gezi Olayı’yla ilgili olarak New York Times’e yazdığı şahane analiz, bu zamana kadar Gezi Olayı’yla ilgili yazılmış en isabetli, en şahane, en anlamaya çalışan, en doğru analizlerden biriydi... Kendisini kutluyor, “Keşke hep New York Times’e yazar gibi konuşsa” diyorum.
-FATMA ŞAHİN: Gezi Olayı’nda hayatını kaybedenlerle ilgili koca hükümetten bir tek onun sesi çıktı. Şöyle dedi: “Herkesin acısı bizim acımız. Her annenin acısı, bir anne olarak benim acım. O yüzden biz bu olaylar olmasın diye gayret ediyoruz”. Kendisini kutluyor, “Keşke bu kadar geç kalmasaydı” diyorum.
Statta slogan
DEĞİŞMEZ kuraldır:
Bir hükümet...
Enerjisinin, mesaisinin, nefesinin tümünü...
“Statlarda aleyhime slogan atılmasın” diye parmak sallamak, demeç patlatmak, toplantı üstüne toplantı yapmak, imzalar attırmak, yeminler ettirmek için harcarken...
O enerjinin, mesainin, nefesin...
Onda birini bile “Aleyhte slogan atılacak ülke atmosferini ve ortamını değiştirmek” için harcamıyorsa...
Korktuğu başına gelir.
Serbest çağrışımlar
-DOĞUŞ, Acun, Şafak... Size de “aleyhte propaganda” gibi gelmiyor mu?
-Türkiye–Suriye hududunda güvenlik güçleriyle kaçakçılar arasında çatışma çıkmış... Zırhlı birliklerimiz, 350 kişilik atlı kaçakçı grubuna önleyici atışlarla müdahale etmiş... Haberi okuduğum andan beri dilimde şu türkü: “350 atlı ilen kestiler yolu/Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz”.
-Orhan Gencebay, Ajda Pekkan ve Bülent Ersoy... Üçüyle ilgili de hiç ama hiç yargılamadan şöyle bir saptama yapmak istiyorum: İktidara yakın durmak hoşlarına gidiyor. Sadece bu iktidara değil, bütün iktidarlara...
-Milliyet’teki genel yayın yönetmeni değişimiyle ilgili mesajım: Mesele Derya Sazak’ın gidip yerine Fikret Bila’nın gelmesi değildir... Mesele Can Dündar’ın gidip gitmeyeceği meselesidir.
-Aylin Kotil, yüzde 10 seçim barajı için Ankara’ya yürüdü... İyi de yaptı... Fakat benim anlamadığım nokta şu: Yüzde 10 seçim barajını bu denli kafaya takan Aylin Kotil, acaba neden bu zamana kadar yüzde 10 barajına kafayı taktığını hiç ama hiç belli etmedi? Kendisini nasıl tuttu?
-CHP’de aday adayları ortaya çıkıyor... Fakat ne hikmetse aday adaylarının tümü Beşiktaş ve Bakırköy’e talipler... Buradan benim çıkardığım sonuç şu: CHP’de garanticilik bayağı yer etmiş.
-Esad, fotoğraf paylaşım sitesi Instagram’a girmiş ve orada bir Atatürk fotoğrafı yayınlamış... Bakalım ilk kim yazacak “Esad Atatürkçü ise ben Atatürkçü değilim” kitabını?
-Geçen gün kafede yan masada oturan gençlerden biri şu yorumu yaptı: “El Kaide ile arayı açarken İran’la yakınlaşsak bari”. Hiç de mantıksız değil bence.
Taksim iftarından notlar
-ÖNCE Gezi Parkı’nı şöyle bir dolaştım, ardından da Gezi Parkı’nın bir köşesinden baktım iftar davetinin verildiği alana: Beyaz örtülü masalar, cicili bicili konuklar, görkemli sahne, dev ekranlar falan... Her şey ama her şey hazırdı.
-Gezi’den yavaşça indim aşağı ve kimselere çaktırmadan daldım iftar alanına...
-Bir görevlinin yardımıyla yerimi buldum: Yerim koskocaman protokol masasında, ‘Ruhani’ liderlerin tam karşısında, Fehmi Abi’nin tam yanındaydı.
-Yerime oturur oturmaz başladım etrafı kesmeye: Ali Rıza Demircan Hoca ile Abdülaziz Bayındır Hoca yan yana... İstanbul Müftüsü ile Fener Rum Patriği yan yana... Kadir Abi ile Vali Mutlu yan yana...
-Candaş Tolga’yı gördüm, kapkara sakallarıyla yaşından büyük gösteriyordu... Nazlı Ilıcak’ı gördüm, Bodrum işi açık renk keten kıyafetiyle yaşından küçük gösteriyordu...
-CNN Türk’ün Genel Müdürü Barış Tünay ile göz göze gelmemeye özen gösterdim... “Nasıl olsa boş geziyorsun, gel programlara başla” demesin diye...
-Ezanı beklerken Abdülaziz Bayındır Hoca, bana dönüp “İftar başladı aslında” dedi... Şöyle karşılık verdim kendisine: “Ben iftar ve imsak saatlerinde Ali Rıza Demircan Hoca’ya uyarım”... Ses etmedi.
-Bizim dini kültür ve geleneğimizde yemekten sonra dua edilir... Amerikan filmlerinin etkisi midir bilmiyorum ama son zamanlarda yemekten önce de yemek duası yapma modası başladı... Taksim İftarı’nda da bu yeni âdete uyuldu, yemekten önce de dua edildi... Baktım bizim namlı hocalar, bu duaya iştirak etmeyip yemeklerini yediler, sadece yemekten sonra edilen duaya iştirak ettiler.
-Dua edilirken “Ruhaniler” ellerini açmamışlardı. Ama “Amin” demeyi ihmal etmiyorlardı.
-Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan davet sahibi olarak organizasyonda bir aksaklık çıkmasın diye doğru dürüst yemek yiyemeden heyecanla koşturup durdu ortada...
-Şu açıdan çok takdir ettim bu iftar davetini: Uzun nutuklar atılmadı, protokol konuşmalarına yer verilmedi. Sadece Ahmet Misbah Demircan, davet sahibi olarak kısa bir konuşma yaptı.
-Ve davetin sürprizi: Ara Güler, sahneye çıkıp iftar alanının fotoğraflarını çekti...
-Bir ara İlber Hoca’yı gördüm, telaşlıydı ve bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. “Hayrola? Teravihe mi?” dedim. Güldü.
-Yemekten sonra The Marmara Oteli’ne çaya davet edildik... Ruhaniler ile falan...
-Çay sohbetinde Vali Mutlu, konuyu Gezi olaylarına getirdi... İlk günkü heyecanını koruyarak anlatıyordu olup bitenleri... Arada “çıkıntılık” yapıp aykırı şeyler söyledim, sorular sordum. Biraz kızdı bana galiba ama pek renk vermedi.
-Şu ana kadar üç iftar davetine katıldım: “Yeryüzü İftarı”, “CHP iftarı” ve “Taksim iftarı”... Üçünün de tadı ayrıydı... Aralarında bir ayrım yapamayacağım.