Dolar

34,9574

Euro

36,7730

Altın

2.974,12

Bist

10.125,46

Derya Sazak: Gazetecileri işinden etmeye çalışanlar var

Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, 'son aylarda durumdan vazife çıkarmaya çalışanlar olduğunu ve bir kısmının gazetecileri işinden gücünden etmeye çalıştığını' yazdı.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-07-29 12:25:40

Derya Sazak: Gazetecileri işinden etmeye çalışanlar var


Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, "Türkiye’de son aylarda yine ‘bulanık suda’ avlanmak isteyenler, ‘durumdan vazife çıkarmaya’ çalışanlar var: Bunların bir kısmı ‘Eylül’de bir şeyler olacak’ fısıltısını yayarken, bir kısmı da medyayı susturmaya, gazetecileri işinden gücünden etmeye çalışıyor" dedi. Sazak, yazısına "‘Eylül sendromu’nu peşinen reddediyoruz" diyerek devam etti.

Geçen hafta Gerçek Gündem'in Milliyet yazarlarından Can Dündar'ın "AKP'nin yazılarından rahatsızlığı nedeniyle süresiz izne çıkarıldığı" iddiasını Sazak, "normal iznini kullanıyor" diyerek yanıtlamıştı. CNNTürk'te Medya Mahalesi programı sonlandırıldıktan sonra Yurt gazetesinde yazmaya başlayan Ayşenur Arslan da dün köşesinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan'ın Gezi Parkı eylemleri ardından Ankara’da "Ne yapıyor bu Demirörenler? Bizi arkadan mı vurmak istiyorlar? Derhal gerekeni yapmazlarsa onları da sileriz. Tek tek herkesi, ne yaptığını biliyoruz. Can Dündar’dan başlayarak hepsi gidecek" dediğini öne sürdü.


Derya Sazak'ın Milliyet'te "Eylül sendromu" başlığıyla yayımlanan (29 Temmuz 2013) yazısı şöyle:


Mısır’da korkulan oldu. Darbeden bu yana Adeviye Meydanı’nda Mursi’ye destek veren kitlelerin üzerine ateş açıldı. ‘Kanlı Cumartesi’nin bilançosu ağırdı: En az 74 insan can verdi.

İslamın kutsal Ramazan ayı sadece Mısır’da değil, Tunus’tan, Pakistan’a, Suriye’ye geniş bir coğrafyada ‘kanlı’ geçiyor.
Devrimler, darbeler, iç çatışma ve isyanlar, suikastlar, katliamlar dalga dalga yayılıyor.

Bu coğrafyanın ortak bir yazgısı var:

Harcı, ‘otoriterlikle’ karılmış. Demokrasi kültürü yerleşmemiş. Arap milliyetçiliği üzerine inşa edilen particilik, ordu destekli yönetimlere diktatörlük yolunu açmış. İktidarlar etnik yapı kadar mezhepçilikten de beslenmiş. ‘Soğuk savaş’ın son bulmasıyla birlikte Ortadoğu’daki dengelerin de hızla değiştiğine tanık oluyoruz.

İran’da Şahı deviren ‘Humeyni Devrimi’nden otuz yıl sonra ‘Arap Baharı’yla Tunus, Libya, Mısır’da diktatörlükler son buldu.

Suriye ise kanlı bir ‘iç savaş’a sürüklendi.

Onca kan dökülmesine, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olmasına, yüz binden fazla sivilin ölmesine yol açan Esat, iktidarını sürdürebiliyor. Çünkü bu coğrafyada artık çok iyi bildiğimiz gibi dış müdahaleler, istenen sonucu doğurmuyor. ‘Zorla demokrasi olmuyor!’

Saddam’ın Irak’ı iki kez ABD ağırlıklı Batı koalisyonun müdahalesine, işgaline uğramasına karşın ‘Saddam sonrası’ beklenen huzura, istikrara ulaşabilmiş değil. Kaddafi’nin Libyası için de benzer sonuca gidebiliriz.

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in Mursi’yi işbaşına getirerek, denediği ‘demokrasi’ tecrübesi ise ordu darbesiyle son buldu.
Normal olan ‘seçilmiş’ yönetime, sorunlar ne denli ağır olsa da, tahammül edebilmek, kararı seçimde Mısır halkına bırakmaktı.

Ordu bunu yapmadı.

Mursi’yi devirdi.

Ancak ‘darbe’nin Mısır’da çok daha sorunlu ve kanlı bir dönemi başlattığı da görülmekte.

Milyonlarca insanın toplandığı meydanları tankla, askerle polisle, milis gücüyle zaptedebilmek olası mı? İşte ‘cuma’ protestolarına müdahalenin sonucu, kanlı bir katliam oldu.

Yazık oldu Mısır halkına.

Ülke yönetilemez hale geldi.

İnsanlar yoksul, işsiz, umutsuz!

Darbeciler tarafından eziliyor, Mursi’yi geri getirme uğruna can veriyorlar.

‘Arap baharı’nın üzerine kan çiçekleri açıyor.

Tahrir, özgürlük meydanı artık darbecileri alkışlıyor.

Adeviye’de insanlar katledilirken, havai fişeklerle kutlama yapılıyor!


Açık rejim, özgür medya


Bugün Mısır’da yaşananları dehşet ve acıyla izliyoruz.

Kapalı ve karanlık rejimler işte böyledir.

Aklı ve vicdanı olan herkes,’cuma’ protestolarında olacaklardan kaygı duyuyordu.

Darbeciler, ‘Adeviye Meydanı’na çıkmayın’, çağrısı yapıyorlardı.

Bunun anlamı, topluma korku salmak, ‘olacaklardan biz sorumlu değiliz’ mesajı vermekti.

Nitekim ‘korkulan oldu’, miting dağılırken,kara giysili polislerle birlikte paramiliter güçler de ateşe başladı. Muhtemeldir, çatılardaki ‘sniper’lar da işbaşındaydı.

Biz bu filmi 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda görmüştük.

Havanın kararmaya başladığı ve artık mitingin dağılmaya başladığı saatlerde kalabalığa açılan ateş sonucu 30’dan fazla insan hayatını kaybetti. Yüzlerce kişi yaralandı.

Az daha Gezi’de de aynı şey yaşanabilirdi.

Polisin Taksim’i trafiğe açıp, Gezi Parkı’na girme hazırlığı yaptığı gece, gaz fişekleri altında İçişleri Bakanı Muammer Güler’e telefonda Harbiye ile Divan Oteli arasına sıkışan insanların ezilebileceği, parktaki çadırların tutuşması halinde oradaki gençlerin topluca ölebileceğinden söz ederken, ‘1 Mayıs katliamı’nı örnek göstermiştim. Kitlesel eylemlere ne pahasına olursa olsun, orayı dağıtma, zaptetme duygusuyla müdahale edilirse kimsenin hesap etmediği bir kıyım atmosferine girmenin en fazla birkaç dakika alabileceğini söylemiştim.

Madimak’ta ateşe verilen otelde 37 aydın katledilmedi mi?

Allahtan, o gece sağduyu hakim oldu.

Polis, Gezi’ye girmekten vazgeçti.

CNN International’in Taksim’den ‘canlı yayın’a geçtiği gece Milliyet muhabirleri ve yazarlarıyla Gezi’deydik. Hem insani hem de mesleki görevimizi tam olarak yaptığımızı Mısır’da olanlardan sonra daha iyi anlıyoruz.

Ne yazık ki, Gezi’deki olayları bastırma adına sergilenen orantısız güç de beş gencimizin hayatını aldı.

Türkiye’de siyasetin tüm tarafları, partilerden, sivil topluma, gencinden yaşlısına ‘demokrasi’nin değerini bilmeli.

Taksim’den, Tahrir’e, Adeviye’ye yaşananları tekrar tekrar anlamalı, sorgulamalıyız.

Ne komplo, ne ordu?!

Tek yol demokrasi.

Açık rejim, şeffaf toplum.

Özgür medya!

Türkiye’de son aylarda yine ‘bulanık suda’ avlanmak isteyenler, ‘durumdan vazife çıkarmaya’ çalışanlar var: Bunların bir kısmı ‘Eylül’de bir şeyler olacak’ fısıltısını yayarken, bir kısmı da medyayı susturmaya, gazetecileri işinden gücünden etmeye çalışıyor.
‘Eylül sendromu’nu peşinen reddediyoruz.

Milliyet olarak, gazeteciliğin daima sivil, demokrat, hak, hukuk, adalet kavramlarına bağlı, özgürlükçü bir ortamda yapılacağına inanıyoruz. Kürt sorununun da aynı anlayışla çözüleceğine inancımız tamdır.

Türkiye, Suriye sınırındaki tuzaklardan kendisini koruyacak siyasi birikime sahiptir.

İyi haftalar, saygılar.


Haber Ara