Devlet hangi aşamada? - Mümtazer Türköne / Zaman
“Hükümet” yerine “devlet” tabirini başlıkta bilinçli olarak kullandım. Barış süreci, hükümetin değil, devletin eseri.
Farkı belirtelim: Barış süreci, kendi âlî menfaatlerini koruma refleksiyle hareket eden köklü devlet geleneğinin ve aklının ürünü. AK Parti Hükümeti, eline geçirdiği devlet iktidarının zekâtını öderken, büyük cesaretle üstlendiği “çözüm iradesi”ni bir fırsata dönüştürmeye gayret ediyor. Kararlar MGK’da alındı; “establishment”tan hiçbir itiraz gelmedi. Tersine işin çok sıkı tutulduğu, PKK’nın çiğ provokasyonlarına rağmen güvenlik güçlerinin gösterdiği Yunus sabrından belli. Çözümü baltalayacak ölçüde silah teşhir ediliyor, tehditler savruluyor. Devlet, kaya gibi olduğu yerde duruyor. Bu tür durumlarda devlet mekanizması “devlet aheste gerektir carî” kavlince yavaş işler. Kendisini kurallarla, hukukla ve verdiği sözlerle bağlayan Devlet’in bu kadar kritik bir konuda, öngörülemeyen bir adım atmasını kimse beklememeli. Birinci aşamada Devlet sınırlarını zorlayarak verdiği sözü tuttu ve tutmaya devam ediyor: Sınır dışına çekilen silahlı PKK’lıları görmezden geliyor. Yol kontrolü yapan, sağda solda kalabalık yanında silahla görünen PKK’lılar, bu Birinci Aşama’da verilen sözü istismar etmiş ve devletin sabrını zorlamış oluyor. Ancak bütün bu itici görüntülerin “geçici” olduğunu her kesimin anlaması lazım. PKK “silah bırakma” karşılığı, asıl beklediklerine kavuşacağı İkinci Aşama’ya geçecek. Silahı olmayan ve şiddete başvurmayan bir PKK, paralel devlet oluşturamaz. Neden? Çünkü “zor kullanma yeteneği” bulunmayan bir güç, paralel devlet iddiasında bulunamaz. Geçiş evresinde göze çarpan manzaralara takılanların ve mevcut şartları veri kabul edenlerin, bu durumu kavraması çok zor. PKK, şiddetten vazgeçiyor. Sürecin işleyebilmesinin ve çözüme ulaşmanın olmazsa olmaz şartı bu. Yol kontrolü yapan, insanları tehdit eden, adam kaçıran bir PKK artık olamayacak. Olursa? O zaman PKK, üstüne düşeni yapmamış ve barıştan vazgeçmiş olacak. Bu durumda Devlet de üzerine düşeni, yani gereğini elbette yapacak? Yani? Kaldığımız yerden eski hesap devam edecek?
Süreci eleştirenlerin ve sürece karşı çıkanların önüne bir soru koyalım. Bugün süreç akamete uğrasa ve şiddet yeniden başlasa, hatta 2012 yazında olduğu gibi PKK “halk savaşı”nı daha geniş bir cepheye yaysa, şiddetin yeniden başladığı noktada, çözüm için harcanan o kadar çaba kimin hanesinde avantaj olarak duracak? En önemlisi, şiddetin yeniden başladığı gün Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü ne durumda olacak? Bu soruya verilebilecek sağduyulu cevabın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt vatandaşları nezdinde kazandığı ilave meşruiyeti göz ardı etmemesi lâzım. Yeniden başlayan şiddet, PKK’nın kitle tabanının temmuz güneşi görmüş kar gibi erimesine yol açar. Peki Devlet’in kaybı ne olur?
Türkiye bölgesinde yalnızlaşıyor. Mısır konusunda ABD’nin, Rusya’nın, İsrail’in ve Arabistan’ın aynı formülde buluşması, altımızdaki halının çekildiğini gösteriyor. Hızla değişen bu dengelerin yeni bir fırsat alanı açtığını düşünen ve Barış Süreci’ni saboteye kalkan PKK’lı şahinleri cesaretlendirmiştir. Ancak, siyaseti ateş çemberinin içinde pişe pişe öğrenen Kürtler, Türkiye’nin altından çekilen halının kendileri için de bir zemin kaybı olduğunu görüyorlar. Bugünün Arap dünyası, 1916’da İngilizlerle ve Fransızlarla yaptıkları işbirliğinin bedelini ödeye ödeye bitiremedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gelmekte olan fırtınayı evinin içini düzene sokarak karşılamaya çalışıyor. Sürecin akamete uğraması önce Kürtlerin kaybetmesi demek. Devletin sağlam duruşu, büyük ölçüde bu kader birliği öngörüsüne dayanıyor.
PKK'nın yeni taktiği - Abdülkadir Selvi / Yenişafak
1993 yılında Öcalan tek yanlı ateşkes ilan etmişti.
24 Mayıs 1993 tarihinde Bingöl'de 33 askerimizin şehit edilmesiyle birlikte ateşkes bozuldu.
Öcalan'ın, PKK'nın içindeki derin güçlerin işi olduğunu söylediği Bingöl katliamı ile Türkiye, 90'lı yıllar denilen cehennemin içine girdi.
Emre Taner'in MİT Müsteşarı olduğu dönemde çözüm süreci başlatıldı.
MİT'i temsilen Afet Güneş'in, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı sıfatıyla Hakan Fidan'ın masada yer aldığı süreçten söz ediyorum.
Habur'daki görüntüler yüzünden kesilen, Silvan saldırısıyla sabote edilen süreç.
Bu topraklarda 7 kez çözüm için masaya oturuldu. Her süreç sabote edildiğinde şiddet daha ağır bir şekilde geri döndü.
Şimdi tüm bu deneyimler ışığında yeni bir çözüm süreci yürütülmeye çalışılıyor.
Daha önceki süreçler kadar çok yakın bir tehlike değil ama PKK, yeni süreci sabote etmeye çalışıyor.
Çözüm süreci iki irade üzerine oturuyor.
Ankara'da Başbakan Erdoğan, İmralı'da Abdullah Öcalan…
Başbakan çözüm adına Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi riskini omuzladı. Öcalan ise Nevruz'da Diyarbakır meydanında okunan mektubunda, 'Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir' demişti.
1978 yılında Lice'nin Fis köyünde silahlı mücadele amacıyla kurduğu örgütüne, 'Bugün yeni bir dönem başlıyor' diye seslenmiş ve yeni dönemi, 'Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor' sözleriyle ortaya koymuştu.
Erdoğan ve Öcalan'da çözüm iradesi devam ettiği, kitleler çözüme inandığı sürece, sürecin devam edeceğine inanıyorum.
Her iki iradenin varlığı, askeri vesayeti gerileten Türkiye'nin artık eski Türkiye olmadığı gerçeği nedeniyle sürecin sabote edilmesinin o kadar kolay olmadığını düşünüyorum.
Ama bu durum örgütün izlediği stratejiyi görmeye engel değil.
PKK bu kez süreci doğrudan sabote etme değil, Başbakan Erdoğan'ı tahrik etme taktiği izliyor.
Bunu biraz açmak istiyorum.
Başbakan Erdoğan'ın MKYK üyeleriyle birlikte iftar yemeği yediği toplantıda çözüm sürecinde PKK'nın tavrı gündeme geliyor.
Yüzleri poşulu PKK'lıların Lice ve Cizre'de yol kesip trafik kontrolü yapması, şehitlikler kurulması, buralarda silahlı unsurların boy göstermesinin çözüm sürecine zarar vereceği üzerinde duruluyor.
Değerlendirmeler iki noktada toplanıyor.
1-PKK bunu yaparken bölge halkına, 'Alan hakimiyetini kaybetmedim' mesajını veriyor.
2-Örgüt çözüm sürecinden rahatsız. Ancak çözüme karşı çıkıp, çözümü destekleyen geniş halk kitleleri ile karşı karşıya gelmek yerine, bu şekilde çözüm sürecini sabote ediyor.
Bu değerlendirmeler ışığında şöyle bir tablo ortaya çıkıyor.
1-Öcalan'ın çözüm iradesini aşamayan PKK, böylece Öcalan'ı etkisiz kılmaya ve süreci sabote etmeye çalışıyor.
İkinci ve çok daha önemli bir tespit ise şu:
2-Silahlı mücadeleyi bırakmak istemeyen örgüt, bu tür eylemlerle Başbakan Erdoğan'ı tahrik edip, süreci bozmaya zorluyor.
Bu değerlendirmelerden sonra Başbakan Erdoğan, çözüm sürecinin hassasiyetine vurgu yapan bir konuşma yapıyor.
PKK'nın bu tür taşkınlıklarından rahatsızlık duyduğunu ifade ediyor. Bunları çözüm sürecini sabote etmeye dönük gayretler olarak nitelendiriyor.
Bu eylemlerle ilgili güvenlik birimlerine gereken talimatların verildiği ve müsamaha edilmesinin söz konusu olmadığını belirtiyor.
Başbakan Erdoğan'ın son sözleri, 'Bu eylemlerden amaç çözüm sürecini sabote etmek. Bunların hem takibi, hem gereken tedbirlerin alınması için talimat veriyorum. Konunun hassasiyetinin farkındayım. Buna rağmen çözümden taviz verilmemeli' oluyor.
Çözüm sürecinin önündeki yeni tehlike bu.
Ancak, Öcalan'ın çözüm iradesinin sağlam olmasını dikkate alıp, PKK'nın yönetimine yaptığı müdahale ve Karayılan'ın HPG'nin başına getirilmesinden sonraki aşamayı izlemek gerekiyor.
Bakalım işin seyri değişecek mi?
KCK'ya süreç ayarı - Hilal Kaplan / Yenişafak
'Halk Kongresi' anlamına gelen Kongra-Gel'in, Mayıs 2011'de gerçekleşen toplantısından 'devrimci halk savaşı' kararı çıkmıştı. Öcalan Haziran 2011'de, devrimci halk savaşına gerek kalmadığı, 'Barış Konseyi' kurulacağı gibi açıklamalar ve çağrılar yapsa da gözardı edildi. DTK'nın başı çektiği 'demokratik özerklik ilanı' müsameresiyle de sivil siyaset de bu sürece dahil edilmiş oldu. İki yıl boyunca çok canlar verildi, çok acılar çekildi.
Ocak 2013'e gelindiğindeyse, artık başka bir sürece girilmişti. Mart 2013'te Öcalan, otuz yıldır silahlı mücadeleyi şiar edinmiş bir örgüte ve kamuoyuna silahlı mücadelenin sonuna gelindiğini ilan etti. Bir buçuk sayfalık Nevruz mektubunda, bu çağrı üç kez yinelendi.
İki yıl önce 'devrimci halk savaşı' kararını alan Kongra-Gel, geçtiğimiz günlerde olağan toplantısını yaptı. Bu kez çözüme ve Öcalan'ın iradesine tam destek kararı çıktı.
Örgütün 'şahin' isimlerinden olarak gösterilen Duran Kalkan, bir kez bile 'savaş' sözcüğünü telaffuz etmediği mülakatında kongreden çıkan kararı şöyle özetliyordu:
'Kongra-Gel Genel Kurulu 9. Toplantısını Temmuz başında yaptık. Bu toplantımızın daha çok barış ve özgürlük getirmesini diliyorum. Böyle olacağına da inanıyorum. Tek cümleyle şunu söyleyebiliriz: Biz demokratik siyasi çözüme hazırız.'
Kongrede, Murat Karayılan, uzun süredir başında olduğu KCK Yürütme Başkanlığı'nı bıraktı ve silahlı güçlerin, yani HPG'nin başına geçti. O da verdiği bir mülakatta sadece PKK'yı değil, koruculuk sistemini de katarak 'Artık Kürdistan'da silahlı güçlere gerek kalmamıştır' diyordu. Bu sözlerin, örgütün silahlı güçlerinin başına geçen birisinden geldiğini vurgulayalım.
Karayılan'ın yerineyse, Cemil Bayık ve Bese Hozat getirilerek, BDP'de uygulanan eş başkanlık sistemi, KCK'ya da uygulanmış oldu. KCK Genel Başkanlık Konseyi'nde ise Cemil Bayık, Bese Hozat, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Sozdar Awesta ve Elif Pazarcık yer aldı.
Kongra-Gel Genel Kurulu'nda alınan kararlar ve yapılan değişiklikler şöyle özetlenebilir.
1. Çıkan kararlar da isim değişikleri de sadece Öcalan'ın bilgisi değil, direktifi dahilinde alınmıştır. Bunu örgütten isimlerin verdiği demeçler de doğrulamaktadır.
2. Öcalan'ın Nevruz mesajıyla ilan edilen sürece tam destek verilmiştir.
3. İkinci aşamayla ilgili demokratik reformların gerçekleştirilmesi beklentisi vardır.
4. Alevilerin haklarına özel vurgu yapılmıştır. Hem isim değişiklikleri hem de bu vurgu, sürece Alevilerin destek vermediği algısını yanlışlamak ve böyle düşünenler varsa bile onları sürece teşvik etmek niteliği taşımaktadır.
5. Karayılan'ın yönettiği bir HPG'nin daha az 'kontrolsüz iş' yapması beklenebilir.
6. Cemil Bayık, Duran Kalkan, vb. isimlerin 'şahin'leştirilerek süreç karşıtı konumlandırılmasının önüne geçilmiştir.
7. Örgüt kanadından gelen sürece değil, hükümete ilişkin her eleştirel yaklaşımı 'Süreç bu sefer bitti!' heyecanıyla karşılayanların hevesleri kursaklarında kalmıştır. Zira 'güvercin-şahin' ayrımı yapmayı zorlaştıran bir tablo mevcuttur. Elbette aksamalar ve engellemeler olacaktır. Ancak son tahlilde süreç işlemektedir.
Bu minvalde, mezkûr görev değişimini hükümet kanadından yorumlayan Yalçın Akdoğan'ın dünkü yazısında yer alan ikaz dikkat çekicidir:
'Başından bu yana sürece yönelik karamsarlık aşılayan bazı kesimlerin 'eylemler artacak', 'bombalar patlayacak', 'süreç çökecek' şeklinde aşırı karamsarlık pompalaması çözümsüzlüğü temenniden başka anlam taşımaz. Savaş duasına çıkarcasına felaket tellallığı yapmak, akan kanın devamını istemek anlamına gelir. İyi niyetli uyarıların veya samimi kaygıların sürece faydası vardır, ancak 'öldük-bittik' şeklinde tezviratlar yapmanın kimseye faydası yoktur.'