Mümtazer Türköne yazdı: İslamcılık tuzağı
Zaman'dan Mümtazer Türköne: Dar, kısır, kör ideolojik tartışmaların içine gönüllü olarak hapsedilmek: İslâmcıların her zaman kolayca düştüğü bir tuzak bu; çünkü sadece bu tuzakta, bakıp bakıp kendilerini ciddiye alabilecekleri kocaman bir dev aynası var.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-07-12 05:46:54
Ruşen Çakır, Adeviyye Meydanı’ndaki kararlı kalabalıklar arasından bu aynayı İslâmcıların yüzüne tutarken taşı bana atıyor: “Adeviyye Meydanı’nda dolaşırken aklıma sık sık Prof. Mümtaz’er Türköne ve onun ‘İslamcılık öldü’ tezi geldi. Benim yerinde, sizlerin de muhtemelen televizyon ekranlarında gördükleriniz tam da bu tezin tekzibi niteliğinde.” Ruşen Çakır’a verilecek karşılık, ideolojilerin efsunlu dünyasında iş gören o rafine imbiklerden süzülmüş tezleri biz fanilerin sade dünyasına taşıyan o bilindik kuvvetli soru: “Ne alâkası var?”
Oylarınızla başa getirdiğiniz adamın elindeki iktidara, bir silahlı gasp eylemi ile el konuluyor. Siz de meydanlara akın edip, bu zorbalığı protesto ediyorsunuz, verdiğiniz oya sahip çıkıyorsunuz, hakkınızın hukukunuzun peşine düşüyorsunuz. İslâmcılık bunun neresinde? Hakikaten ne alâkası var? Hangi İslâmcı tez, hangi İslâmcı slogan, hangi İslâmcı çağrı Adeviyye Meydanı’nda toplanan insanlara rehberlik ediyor? Kitlelerin darbeye karşı çıkmasının, demokratik haklarını, en temel hukuklarını aramasının neresi İslâmcılık? Dünyanın bir başka yerinde, -mesela Honduras’ta- darbeye karşı çıkan insanları hangi isimle nitelediniz? Darbeye karşı çıkmak ve demokrasi talep etmek ne zamandan beri İslâmcılık oldu? Daha ötesi, Adeviyye’deki kalabalıkları “İslâmcı” olarak nitelerken, darbeye destek veren Nur Partisi’ni ve radikal Selefîleri nereye koyacaksınız?
Nilüfer Göle’yi de, Ruşen Çakır gibi namuslu bir kalem olduğu için ciddiye alan ve tuttuğu dev aynasındaki hayaline hayran kalan sünepe İslâmcılar mutlaka dikkatli olmalı. Burada kasıt yok belki; ama çok kötü bir tuzak var. Şayet biz, İslâm dünyasındaki demokrasi arayışını, o genel-geçer dar çerçevenin içine “Laik Otokratlar-İslâmcılar” arasında bir iktidar mücadelesi olarak yerleştirirsek, işte o zaman kimse darbe uluslararası meşruiyete kavuşacaktır. Müslüman halkların demokrasi şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Nilüfer Göle’nin sorduğu “Mısır’da demokrasi askere emanet edildi. Peki ya İslâm?” sorusunun baştan çıkartıcı büyüsüne kapılıp, “bana” cevabını verecek, hani şu gönüllü aranırken bir adım öne çıkanları gözümüzde canlandırıp tekrar soralım: Ne alâkası var? Neden evrensel kategorileri değil de, “post Kemalist”, “post İslamcı” gibi “bize özgü” kavramları toplumun değişimini açıklamak için kullanıyoruz? Konu İslâm dünyası olunca, neden hiçbir uzman, engin bir denize benzeyen sınıf analizlerinin kıyısına yaklaşmıyor. Ekonomik göstergeleri kullanmıyor. Dünya birdenbire laiklerin ve Müslümanların inançlarının kıyasıya savaştığı daracık bir alana dönüşür? Benim “tuzak” dediğim işte bu. Tuzağı kuranlar Ruşen Çakır ve Nilüfer Göle değil; ama onlar da İslamcıların kolayca düştüğü bu tuzağın içinde gördüklerini naklediyorlar. Hani nerede evrensel kategoriler? Nerede insanların hak, hukuk, onur ve refah arayışı?
Mısır’daki darbe, laik düzeni İslamcıların radikal baskısından korumak için yapılmadı. Düpedüz seçkin bir azınlık, halkı ve halkın temsilcilerinin elindeki devlet iktidarını gasp etti. Güçlü, yerleşik bir çıkar şebekesi, dikta rejimi etrafında oluşan bir yönetici azınlık sınıf, askerleri öne sürerek gücü tekrar ele geçirdi. Bu kanlı iktidar oyununa, laik-İslâmcı damgasını vurmak darbeyi mazur göstermekten başka bir anlam taşımaz. “İslâmcılık ölmedi” lafını duyunca kendine gelen İslâmcıların dikkatine. Askerler laik oldukları için darbe yapmadılar; darbe yaptıkları için laiklik zırhı ile ortalıkta dolaşıyorlar. Mursi, İslamcı olduğu için darbe ile devrilmedi; darbe ile devrildiği için İslâmcı sıfatıyla yaylım ateşine tabi tutuluyor.
Adeviyye Meydanı’nda demokrasi talep eden insanlar duruyor; Mısır halkını haklı iken haksız duruma düşürecek İslâmcılık tuzağı değil.
Haber Ara