'İlk çevre koruma kanununu HZ. Muhammed (s.a.v.) çıkarmıştır'
Milli Gazete yazarı Fatma Toksoy, Allah'ın en sevgili kulu sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)'in bilinmeyen çevreci yönünü yazdı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-15 10:43:13
SON yıllarda gerek faaliyetleriyle gerekse reklamlarıyla çevreci pek çok kuruluş gündeme gelmekte. Korunmaya çalışılan orman mıntıkaları, sit alanları, yapılan milli ve ekolojik parklar. Özellikle Greenpeace üyelerinin kendilerini bir yerlere zincirlemeleri gözümüzün önünden gitmiyor. Beynimize kazındılar adeta. Onların bu davranışlarına bazen tereddütle bazen de övgüyle yaklaşabiliyoruz. Yabancı bir kuruluş olan Greenpeace, bu kadar etkilemiş ki bizleri, her yaştan insana sorsanız söyleyiverirler isimlerini ve faaliyetlerini. Oysa bunlardan önce çevreci olan pek çok sultanımız, devlet büyüğümüz, âlimlerimiz var bizim. Bunları bilmemekte tanımamaktayız. Dinimizi de… Kur’an’da yüce Allah (c.c.) neler buyurmuştur bu konuyla ilgili, belki de hiç duymadık. Hele dinimizin peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in çevreci yönünü hiç bilmeyiz. O yüzden de olumlu faydalı olan her yeniliği, her hareketi, her yapılanmayı Avrupalılar’ın yaptığını düşünür ve öyle kabul ederiz. Bu bizim köklerimizi bilmediğimizden ileri gelir. Tabii bu gibi güzel şeylerin de araştırılıp, bizlere anlatılmadığından. Artık bu yazıyla bir şeyin daha ilk önce bizlerde yani Müslümanlarda uygulandığını öğrenmiş olacağız. Bu ve bunun gibi yazılarımızla kurumaması için köklerimizi sulamaya, çalışacağız ki meyvelerini sizler, bizler, bizden sonraki nesiller devşirsin, inşaallah.
Hz. Muhammed (s.a.v.) de sıkı bir çevreciydi. İslâm dininin bir elçisi olarak yüce Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ederken, İslâm dininin çevreye verdiği öneme de duyarlı olmuştur. Günümüzde ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan alanlar “Doğal Sit Alanı” olarak nitelendirilmektedir. Dinimizde ise böyle yerler “Haram bölge”, “Harem” veya “Himâ” kelimeleriyle adlandırılmaktadır. “Himâ”nın sözlük anlamı halktan korunan, halkın girmesine ve hayvanlarını otlatmasına izin verilmeyen, yeşillik ve otlu arazi, koru, koruluk demektir. Istılah olarak da devlete ait bulunan ve devlete ait hayvanların otlatılması için ayrılan, bu yüzden de halka ait hayvanların otlatılmasının yasaklandığı yeşillikli, bol otlu arazidir himâ. “Haram bölge” ilan edilen mıntıkalarda, hayvan otlatılması, ağaç kesilmesi, ot biçilmesi, av hayvanları varsa avlanılması yasaktır. Böylece korunmaya alınmış bu mıntıkalara haram bölge denir. Bu tip yerler bugün milli parklar, ekolojik parklar, yeşil alan, sit alanı gibi ıstılahlarla tanımlanır. İslâmiyet’ten önce Arapların ileri gelenlerinden birisi, nüfuzu altındaki toprakların içinde bir tarafa gidince, konakladığı yerde bir köpek havlatırdı. Böylece köpek sesinin duyulduğu bölge onun korusu olur, artık bu bölgeye o kişinin izin verdiği kişiler hariç, başkaları giremez, hayvanlarını da otlatamazdı. Hatta bu sebeple aralarında savaşlar bile çıkmıştı. Böylece koruluk arazi, otluk, çimenlik araziler gün geçtikçe yok oluyor, insanlar çevreyi tahrip ediyorlardı. Bu durum Medine’de de böyleydi. Peygamberimiz (s.a.v.), Medine’ye gittiğinde Medine’nin Kur’an’da anlatıldığı gibi yeşil alanlarının olmadığını, güzelliklerini kaybettiğini görür. Şehir adeta tahrip edilmiş, av hayvanları yok olmaya yüz tutmuş, otlaklar kurumuştu. Bu durumu gören Peygamberimiz çok üzüldü. Hayber seferinden dönerken, Medine’ye yaklaştıklarında, ashabına şehri göstererek: “Ya Rabbi! Doğrusu İbrahim (a.s.) Mekke’yi dokunulmaz kılmış ve bereketli olması için orada yaşayanlara dua etmiştir. Hz. İbrahim nasıl Mekke’yi haram kıldıysa ben de ben de Medine’yi haram kıldım (koruma altına aldım). Onun sâ’ ile müddü (ikisi de hacim ölçeği birimi) hakkında ise İbrahim’in Mekkeliler için yaptığı duanın iki katı dua ettim. Ben Medine’nin iki taşlığı arasındaki ağaçların kesilmesini ve avının öldürülmesini yasakladım, dokunulmaz kıldım. Otu yolunmaz, ağaçların yaprağı koparılmaz. Ancak zaruret miktarı yedirilmek üzere deve sırtında götürülen yapraklar müstesna.” buyurdu. Ağaçların yaprağı bile alınmaz diyerek o ağaçların yaprakları dökülürken hırpalanmasına bile müsaade etmemiştir. Ve Medine’deki bu bölgeyi koruma altına aldı. Daha sonra da Medineliler’e bu bölgeden göç etmemeleri. Burada şartlar ne olursa olsun oturup, burayı imar edip, bakmaları hususunda tavsiye niteliğinde şöyle konuştu: “Medineliler bilseler ki Medine onlar için daha hayırlıdır. Bir kimse ondan yüz çevirerek ayrılıp giderse Allah o kimsenin yerine oraya ondan daha hayırlısını getirir. Eğer bir kimse Medine’nin çile ve zorluğuna katlanırsa kıyamet gününde ben ona şefaatçi ve hayır amellerine şahit olurum” Koruma altına aldığı bu bölge bir rivayete göre; genişliği 20 km’lik bir alandır. Bir rivayete göre de Medine’ye 20 fersah mesafede, genişliği 1 mil, uzunluğu 8 mil çeken bir bölgedir. Bir başka rivayete göre de Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine’nin etrafını güneyde Âir, kuzeyde Küçük Sevr ve doğuda Vâkım ile batıda Vebere harreleri arasında kalan yaklaşık 22 km. yarıçapındaki daireden ibaret olan bir mıntıkayı yasak alan kılmıştır. Bu sınırlar işaret konularak belirlenmiştir. O bölgedeki yasakladığı hayvan otlatma, avlanma, ağaç kesme gibi faaliyetleri de resmi bir yazıya dökerek, ferman niteliğinde kanunlaştırmıştır. Tarihte bilinen ilk çevre kanunudur bu. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in o kanun hükmünde olan ve yazılı ferman haline getirttiği o kararnamede şunlar yazmaktadır:
“Medine Ayr Dağı ile Sevr Dağı arasında kalan hudut içerisinde haramdır. Orada kim bir yasak iş işlerse veya işleyeni himaye ederse; Allah, melekler ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah onun ne farz, ne nafile hiçbir hayrını kabul etmesin. Müslümanların zımmî (Himaye ve koruması, garantisi) birdir. Bu yerin otu yolunmaz, av hayvanı ürkütülmez, yitik malı, onu ilan edecek olan alabilir. Hiç kimseye kıtal (öldürmek, av) maksadıyla orada silah taşımak caiz olmaz. Oradan ağaç kesilmez. Kişi devesini otlatabilir.”
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendi çağında ve doğal şartların tüm olumsuzluklarına rağmen böylesi önemli bir girişimde bulunması modern çevrecilik açısından her türlü takdirin ötesindedir. Daha sonraları korunduğu için bu alan el-Gabe (orman) olarak anılacaktır. Bu günkü Medine’ye baktığımızda bu ormanın yerinde oteller, binalar yükselmekte. Mekke ise daha da içler acısı durumda. Osmanlılar zamanında Kâbe’den yüksek bina hatta sütunlar, revaklar yapılmazken şimdi devasa oteller Kâbe’mize tepeden bakmaktalar. Tarihi Ecyad kalesi yıkılmış, Peygamber (s.a.v.) zamanında çıkılan dağlar, tepeler tıraşlanıp, kesilmiş, yeşil alan kalmamıştır. Tabiatın şekli insan eliyle bir kez daha değiştirilmiştir. Böyle bir Peygamber’in, böyle bir dinin hassasiyetle durduğu çevre ve doğal hayatı koruma hassasiyeti, o törpülenen dağlarla beraber törpülenmiştir kalplerinde.
SON VİDEO HABER
Haber Ara