Taksim Gezi Parkı için iğne ve çuvaldız
Eylemciler, “vandalizm öyle değil, böyle icra edilir” dercesine hareket etti. Bu bakımdan Türkiye’de polis şiddetine dair vakalar, yayınlar ve kişisel tecrübelerden oluşan psikolojik birikim iyi hesaba katılmalıdır. Belki şöyle dramatik bir sonuç da çıkarılabilir: Türkiye’de “devlet baba”, vatandaşlarına şiddet dersi vermede oldukça başarılıdır.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-03 10:00:48
TİMETURK / Mesut Karaşahan
İğne:
Taksim Gezi Parkı için başlatıldığı söylenen eylemler kısa sürede çığrından çıktı ve çok önceden planlanmış izlenimi veren kitle gösterilerine dönüştü.
Polisin başlangıçtaki sert müdahalesi eylemciler lehine belli bir mağduriyet havası oluştururken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarlı tutumu, eyleme destek veren veya bu bahaneyle sahne alan odakların ekmeğine yağ sürmüş gibi gözüküyor. Hatta Başbakan’ın, olayların yatışma beklentisinin arttığı bir sırada Pazar günkü konuşmalarında Taksim’e cami projesini gündeme getirmesi şaşırtıydı. Kışla ve cami inşaatının yanında dengeleyici bir unsur gibi duran opera binası vaadinin bu ortamda etkili olmayacağı aşikardır.
Eğer Cumhuriyet Mitingleri vakasında olduğu gibi gerginlik ve çatışma ortamının, dindar kesimlerin oylarını kanalize etmede kolaylık sağlayacağı mülahazasıyla esneklikten kaçınıldıysa böyle bir politikanın muhtemel olumsuz sonuçları üzerinde de düşünülmesi gerekir: Darbe heveslilerine arayıp da bulamayacakları fırsatı vermekten, laik - Müslüman ayrışmasını beslemeye ve toplumsal bellekte kalıcı yaralar açmaya kadar.
Kamuoyu yoklamalarında oy üstünlüğü gözlenebildiği sürece, toplumun diğer kesimlerinin ne düşündüğü veya hasmane tutum içinde tutulup tutulmadığı önemli değildir diye mi düşünülmektedir? (Eskiden farklı inanç ve ideolojiden insanların kalbini İslam’a ısındırmak diye bir idealimiz vardı.)
On yılı aşkın bir süredir iktidarda bulunuyor olmanın yıpratıcı etkisi de hesaba katılmalıdır. “İktidarı savunma güçleri” diyebileceğim entellektüel camiamız, sosyal medyadaki uydurma haberler ve kışkırtmaya odaklandı. Bu tür toplumsal olaylarda asılsız haberler ve kışkırtma hemen hemen olağan unsurlardır. Kitlelerde siyasal yönetimden yana hoşnutsuzluk yaygınlaşmışsa protest eylemin cazibesi artar ve kışkırtma kolaylaşır. Eylemi kim sahiplenirse (veya istismar ederse) o kişi ve odaklar kârlı çıkar. Dolayısıyla kimin istismar ettiğini araştırmak, zaman kaybı anlamına gelebilir.
“Derin devlet yaşıyor!” biçimindeki bir yakınma hiç kuşkusuz haklıdır, ama meseleyi tek başına izah etmemektedir. İçeriden olmasa dışarıdan mutlaka müdahil olacak gizli güçler her zaman bulunabilir. Kritik önem taşıyan husus, halkta birikmiş öfkenin herhangi bir tahrik kıvılcımına ne kadar teşne, ne kadar büyük olduğudur.
Gelir dağılımı dengesizliği, servet ve zenginliğin el değiştirmesi, kamu mallarının yönetiminden emeklilik düzenlemelerine kadar liberal politikaların benimsenmesi, işsizlik ve yoksulluğun önlenmesinde yapısal adaletsizlikleri çözmeye çalışmaktan ziyade dünyada revaçta olan yöntemlerin tatbike konması ve belki en önemlisi, seçimlerde çoğunluğun oyunu almış olmayı her türlü tasarruf için yeterli gören bir yaklaşım… Tüm bunlar köklü bir zihinsel değişimi, bakış açısında ciddi bir değişikliği gerektiren ve bugünden yarına halledilemeyecek meseleler. Fakat halledilmediği sürece de hep bir sonraki isyan dalgasının daha kuvvetli olmasını garanti edecek problem alanlarıdır.
Çuvaldız:
Taksim’de eylemcilerin taşıdığı en traji-komik pankartta “dünyayı mücadele kurtaracak” diye yazıyordu. Bu veciz sözden derin anlamlar çıkartıp umutlanabilirdik, eğer mücadele “metroda öpüşme ve parkta bira şişesiyle dolaşma” gayelerine indirgenmemiş olsaydı.
Bu eylemciler, ne istediğini bilen insanlar mıydı? (Böyle olsaydı buna ancak sevinirdik). Bir projeye sahip olmak, küresel kapitalizmin egemenliğinden Türkiye’yi kurtarmak için iyi düşünülmüş bir strateji ve bunun da yaslandığı sağlam bir ideolojiye sahip olmak müthiş bir olay olurdu.
Bu zahmetli bir uğraş alanıdır ve maalesef böyle güzel bir gelişmenin belirtilerini henüz görmüş değiliz. Dolayısıyla çatışma ve vandalizm düşünce bakımından yoksulluğun da bir göstergesi, psikolojik sorunların yanı sıra.
Kaldı ki “güzel bir teoriyi berbat eden (veya edecek) pis bir gerçek” her zaman mevcuttur. Türkiye’de vuku bulacak bir anti-kapitalist direniş hareketi örneğinde bu “pis gerçek” aşırı tüketim batağına saplanmış bir toplumun, küresel sisteme direniş için gerekecek tutumlu ve sade yaşayış, icabında aç ve susuz kalma şartlarını yerine getiremeyecek olmasıdır.
Amerika’da yürütülen “Wall Street’i işgal” eyleminin bir kopyasını icra etmek kolay, heyecan verici ve dış dünyaya karşı iftihar vesilesi gibi gözükebilir (ne de olsa yabancı basın oradaydı, “Türk baharı” lafını duyunca gözleri parlayanlara müjde vermek için). Taksim’de birkaç gündür geçerli atmosfere bakılırsa eylemcilerin çoğu Batılı ünlü bir pop yıldızının İstanbul’daki konserine gitmekten aldıkları hazzı yaşıyormuş gibiydiler.
Eylemciler, “vandalizm öyle değil, böyle icra edilir” dercesine hareket etti. Bu bakımdan Türkiye’de polis şiddetine dair vakalar, yayınlar ve kişisel tecrübelerden oluşan psikolojik birikim iyi hesaba katılmalıdır. Belki şöyle dramatik bir sonuç da çıkarılabilir: Türkiye’de “devlet baba”, vatandaşlarına şiddet dersi vermede oldukça başarılıdır.
SON VİDEO HABER
Haber Ara