'Yobaz din adamı, Cumhuriyet projesi olabilir'
Hülya Koçyiğit, Zaman gazetesinden Ayhan Hülagü'ye konuştu. Koçyiğit Kürt sorunun çözümünden, hayata, sinemaya dair birçok konuda görüş bildirdi.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-02 08:34:22
Hülya Koçyiğit'in Zaman gazetesinden Ayhan Hülagü'ye verdiği söyleşi şöyle:
Çözüm sürecinde hükümetin direksiyonda olduğu bir araçta bulunmak, halka mal olmuş sanatçı olarak kaygı oluşturdu mu sizde?
Yo, hayır öyle bakmıyorum. Beni davet eden, bu ülkenin başbakanı. Zaten konjonktür gereği içinde bulunmadığın müzakereler yapılmış. Bugünün işi de değil. Senelerce süren görüşmenin neticesinde bir noktaya gelinmiş. Adam öldürmekle, bombalamakla, koskoca bir orduyla mücadele ederek varabilecekleri hiçbir nokta yok. Ancak can acıtırlar, nitekim 30 yıldır çok canımız acıdı. Bu şekilde istekleri hiçbir şekilde gerçekleşmez. Siyasetle varlığımızı, tekliflerimizi götürebiliriz, dediler. Silahı bırakma fikri zaten PKK’dan kaynaklanıyor. Bu durum bir umut. Evet, terör bitiyor. Bitti de nitekim. İnşallah bir daha asla olmayacak.
Bitti demek için erken değil mi?
Bu demek değildir ki Türkiye bahar dalları içinde yaşayan bir ülke oldu. Çevremizde neler oluyor, bize de sıçratmak için her türlü oyunları deniyorlar. Bu sorun gerçekten bıçak sırtı bir mevzu. Bir kaza kurşunuyla her şey değişebilir. Umarız böyle bir şey olmaz.
Süreçte en çok tartışılan konu PKK’nın samimiyeti. Sizce ne kadar samimi?
Umutlu olmak, inanmak zorundayım. Başka türlü yürüyemem, dik duramam, yaşayamam. Umut olması gerekiyor. 1999’da da denendi. Bugünkü gibi silahları bıraktılar, giderken dört yüz küsur kişi öldürüldü. Onlar da devlete güven konusunda sarsıldılar, daha çok korkuyorlar. Devlet bizi yolda yeniden öldürecek mi korkusu yaşıyorlar. Her iki tarafta da o kuşku var. Dileğimiz herhangi bir provokasyonun olmaması, temizlenmesi.
Orhan Gencebay, Akil Adamlar Heyeti’ne dâhil olduğu için üzerine çok gidildi, rahatsızlandı. Sizde durum nasıl?
Bahçeli’nin çok şiddetle yaptığı hakaretler vardı. Psikolojik olarak etkileniyor insan. Şahsıma yönelik hakaretler olarak görmüyorum. Kendi tabanına sesleniyor, onun için hoş görmeye çalışıyorum. Gayet nazik biçimde Hülya Koçyiğit Hanımefendi’yi sen alet mi ediyorsun, kendi ideolojine, fikrine, tarzında söyledi. 63 kişiyi kastederek ‘Akıllarını kiraya vermişler.’ dedi. Kırılıyorsunuz, o kadar..
CHP ve MHP, sürece tamamen karşı...
Kendi siyasetlerini korumak için böyle davranıyorlar. Sorduğunuz zaman onlar da barış istiyorlar. O zaman sürece neden itiraz ediyorsunuz? Tayyip Erdoğan’ın girişimi diye. Başarı AK Parti’ye mal olacak. Sadece onu görüyorsunuz. Hükümetin çözüm yoluna karşı ben de bunu teklif ediyorum, deyin o zaman. İnsanlar ona göre düşünsün, diğeri daha akla yakın desin. Bir şeye bu kadar itiraz edersen alternatif sunmak zorundasın ama yok. Bu AK Parti’nin meselesi değil ki, şu an belki tesadüfen AK Parti yönetiyor bizi. Başka partinin yönetimi ve projesi de olabilirdi. Bu belli bir grubun değil, Türkiye’nin meselesi.
Size en büyük desteği hangi sanatçı verdi?
Yanımda olup bana destek veren kimse olmadı. Öyle bir beklentim de yok. Biliyorum ki onlar da barış istiyorlar. Bizde böyledir. Biri çıksın, yürüsün, biz de arkalarından gidelim. Olumluysa gelecekler, bozulursa onun için biz katılmadık diyecekler. Kendilerini korumaya alıyorlar.
Dostlar böyle yapınca üzülür insan...
Kendim için yaptığım bir şey olsa üzülürüm. Ülkemin geleceği için yapıyorum. Böyle büyük bir cesaret göstermek herhalde her babayiğidin harcı değil.
Eşiniz ne diyor bu işe?
Her zaman olduğu gibi en büyük destekçim o. Beni çok saydığını, bu süreç içinde saygısının çok daha arttığını söyledi. “Gözümde büyüdün. Sadece sinemanın değil, bu ülkenin kahramanısın.” dedi. Kaç haftadır evde yokum, buna katlanıyor.
Gördüğünüz en ilginç tepki neydi?
Bursa’da bir anne söz almak istedi. “Ben Türkçe bilmiyorum.” dedi. Kızı ya da gelini onun yerine tercüme etti. Ağlayarak anlatmaya başladı: “Üç evladımı şehit verdim. Bir tanesi askerdi, ikisi dağda kayboldu, cenazeleri gelmedi. Kocam emniyet müdürlüğünün dördüncü katından atlayıp intihar etti. Atladı mı, attılar mı onu da bilmiyorum. Bu terör yüzünden dört erkek verdim; ben affediyorum, helal ediyorum, benim gibi başka analar ağlamasın, barış istiyorum.” Sırf bunu söylemek için gelmiş. Bu ne yüce bir gönüllülük, nasıl bir düşünce. Çok çarpıcı, etkileyici.
Şehit aileleri nasıl karşılıyorlar?
Acılarınızı yalnızca paylaşabilirim, teselli edemem diyorum: Bilin ki ben de büyük acı duyuyorum. Evladınız boş yere ölmedi. Bir kere şehit. Ulaşılabilecek en kutsal mertebeye erişmiş. Onun yeri cennet. O Kürt anne gibi, o da çıkıp ben hakkımı helal ediyorum, başka bir annenin yüreği yanmasın diye. Nitekim onlar da söylüyor.
Halkın en büyük kaygısı?
‘Ne karşılığında bu barış yapılıyor? Başbakan ne tür vaatlerde bulundu? Federasyon sistemine geçilip ülke bölünecek mi?’ diye soruluyor. Şiddetli korku buydu. ‘Bugüne kadar Öcalan’ın ve Kandil’in açıklamalarını, taleplerini duyduk. Hepsine peki mi dedi Başbakan? İkna etmek için mi karşımıza geldiniz?’ diyorlar.
Öyle mi?
Yok öyle bir şey. Başlangıçta neden Akil İnsanlar Heyeti gerekliliği tam olarak halka anlatılmadı. Onlar da bugüne kadar hep arabulucu görevi üstlenmişler. Arabulucu demek bu işe karşı olanlarla, karar verenlerin arasını bulmak. Onları ikna etmek gibi bir görevimiz olduğunu varsaydılar. Öyle olmadığını her daim izah etmek zorunda kaldık. Görevimiz ülkede silahların susması ve kanın durması. Böyle bir ortamda 30 yıldır adeta kamplara bölünmüş, kutuplara ayrılmış, ötekileştirilmiş, siz-biz olmuş toplumsal ruh yapımız var. Bu yapıyla hazır mı bünyemiz terörü bu şekilde sonuçlandırmasına ve sözle siyaset yapılmasına?.. Kürtlerin bugüne kadar ellerinden alınmış hakları ülkenin demokratikleşmesi adına eşit seviyeye getirilecek. Mesele budur. Bunun için herhangi bir ikna söz konusu olamaz. Çünkü bunu yapacak olan biz değil, TBMM’dir.
Yobaz din adamı Cumhuriyet projesi olabilir
Vurun Kahpeye’de birçok Yeşilçam filminde olduğu gibi din adamı yobaz, üçkâğıtçı gösteriliyor. Bugün çekilse içinde yer alır mısınız?
Aynı yaklaşırım filme. O dönemi anlatıyor. Bundan 90 yıl önce bazı din adamlarının din adamı gibi değil, yobaz davrandığını görüyorsunuz. Çalıkuşu, Sinekli Bakkal’da da aynı şeyle karşılaşırsınız. Bugünün din adamlarını düşünün ilahiyat fakültesi mezunu, 21. yy’ın bilgisi, donanımıyla geliyorlar. Onlarla oturup dininizi konuştuğunuz zaman yüreğinize su serpiliyor.
Yeni bir toplum inşa edilirken çekilen stratejik bir film gibi görülüyor...
Bu görüş de olacaktır. Ona da saygı duyarım. Koskoca bir imparatorluk düşünün; her türlü din, dil var içinde. Herkes kendi hakkını bulmuş, onun içinde var olmaya çalışıyor. Bir de temel dini var: İslamiyet. Onu da doğru ve güzel yaşamış. O büyük imparatorluk parçalanırken Atatürk ve silah arkadaşları kurtuluş savaşı vererek bir ulus devlet oluşturmuş. Yeni kurulan Cumhuriyet’in de temelleri var. Dinim ‘İslamiyet değildir’ demiyor, ‘bilimsel yaklaşalım, doğru öğrenelim’ diyor. Bunun için de bilim adamlarını eğitelim, diyor. Bu bakış ne kadar güzel.
Neden hiçbir filmde ‘rol model olacak iyi bir din adamı figürü’ne yer verilmedi o zaman?
Korkulan şuydu herhalde: Din devleti haline getirilmekten her zaman korktuk. Cumhuriyet’in modern hukuk devleti temellerine dayanmasını istedik. Dolayısıyla daha önce fark edilen olumsuzlukları insanlara gösterip bunun olumlusu nedir arayışına itmek istendi. Bu, benim varsayımım. Din adamlarımız böyle olmamalı diye konmuştur.
Ali Sürmeli ile yaptığımız röportajda ‘üçkâğıtçı din adamı’ profilinin Cumhuriyet’in projesi olduğunu söylemişti. Ne dersiniz?
Olabilir. Şu bir gerçek ki Cumhuriyet kendi modelini yaratmak için bir alternatif sundu. Modern kadın, erkek budur dendi. Var olandan yepyeni bir ulus oluşturuyorsun, tabii ki kendi modelini sunman doğal.
Türk sineması en parlak dönemini yaşamıyor
‘Sinema artık star yetiştirmiyor.’ demişsiniz. Neden?
Sinema bugünlerde popüler günlerini yaşamıyor. Çok fazla seyircinin talep ettiği bir sanat dalı değilmiş gibi geliyor. İnsanlar entelektüel tarafıyla ilgilenmiyor, zaman geçirip eğlendikleri bir araç olarak görüyorlar. Ya maça gidip küfredip deşarj oluyorlar ya da sinemaya gidip gülüp geliyorlar. Hak ettiği işlev açısından kimse bakmıyor.
En parlak dönemini yaşadığı söyleniyor...
Kim diyor? Uluslararası festivallerden ödüller alıyor ama halka mal oluyor mu? Önemli olan bu. Seyirci diyor mu bu benim kültürüm, insanım, hikâyem?.. Demiyor. İzlenme oranları belli. O yüzden çok parlak bir dönem diyemiyorum.
Seyirci ile sinema arasındaki makas aralığının genişlemesinin sebebi nedir?
Yeşilçam’ın hataları, kendini çok tekrar etmesi, alternatif getirememesi, fikir adamlarının yetişmemesi, sansüre uğraması, ticarî bir sanat gibi görüp para kazanmaya niyetli yapımcıların sayılarının artması vb. Seyirci ödül kazanıp gelen, bir daha gösterime giren filme ilgi gösterirdi, büyük hasılatlar elde ederdi. Bu kadar göz ardı edilmezdi. Dünyanın en önemli festivalinden en önemli ödülü alan film taş çatlasın yüz bin izleniyor. Tam tersini bekliyorsun, olmuyor. Enteresan…
SON VİDEO HABER
Haber Ara