AVM ‘Medeniyeti’
Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların büyük bir vandallıkla sökülmesi, kesilmesi, Müslümanların son iki yüz yılda düşünce değil, sadece kopya ürettiklerinin küçük ama son derece ağır bir göstergesi sadece. Sadece insanlığa değil, canlı cansız her şeye merhametin ana şiar olması gereken Müslüman medeniyetinin modern siyasi mensupları, modern / liberal / kapitalist vahşiliği türlü biçimlerde yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyor hâle geliyorlardı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-05-29 19:42:43
“Müslümanlar, doludizgin uçuruma doğru giden insanlığa, ‘durun, bu yol çıkmaz sokak!’ diyebilir ve doğru yolu gösterebilir” diyorduk. Bu yönde umudumuz da, geleneğe dayanan ve geleceği besleyeceğine inandığımız bir güvenimiz da vardı. Zira hep “muhalefette” idik ve muhalif olmanın beslediği rahat söz söyleme imkânımız vardı. Ancak bu imkânlar, bize derin bir anlama kabiliyeti vermemiş demek ki! Çağın tanığı olup, çağın tuzaklarından kurtulmanın yollarını üretmek yerine, çağın vahşetini yeniden ama farklı sandığımız bir dille tekrar ediyorduk. Erbakan, “ağır sanayi hamlesini başlatacağız” dediğinde, o sözün ne derece kıyıcı ve Müslümanların duruşunu öldürücü bir söz olduğunu anlayamıyorduk o zaman. Zira muhalif olmanın dayanılmaz hafifliği içinde ne söylesek gidiyordu.
“Müslümanlar”, AKP ile birlikte iktidar olunca, söylenebilecek yeni sözlerin olduğunu gösterecekti dünyaya! Liberalizm / kapitalizmin göz boyayıcı uçurumunu değil, bambaşka bir medeniyetin kapısını açacaktı insanlığa! Hakikaten öyle naif, öyle safdil bir güvenimiz vardı.
Peki, öyle mi oldu? On bir yıldır iktidar olan AKP ve Müslüman cemaatlerin durumu ve hayata karşı pozisyon alış biçimleri, bize, umudumuzun gerçekleşebileceği yönünde bir güven veriyor mu hâlâ?
Erbakan’ın “ağır sanayi hamlesini başlatacağız” cümlesi, aslında hepimize, bu ülke Müslüman siyasetçilerinin / entelektüellerinin, İslam’ın dünyaya söyleyebileceği “yeni söz”ü nasıl iğdiş edebileceği yönünde fikir vermeliydi. Yapılmak istenen şeyin, Batı’da yapılanı, hızlı ve sıkıştırılmış bir şekilde tekrarlamak olduğunu görebilmemiz gerekiyordu.
Batı, öldürücü bir düşünce kriziyle karşı karşıyayken ve düşünce krizinin yol açtığı yıkım, insanlığın her zerresinde derinden derine hissediliyorken, bu düşünce krizinin ne anlama geldiğini ve panzehirinin ne olduğunu tespit edebilecek tek medeniyet “bizimkidir” diyorduk. Çünkü “bizim” medeniyetimiz, vahiyle bağı sağlam kalmış ve vahyin, olduğu gibi sapasağlam “or(t)ada” olduğu tek medeniyetti. “Çöl büyüyordu” ve Batı’nın cins düşünürleri, kendileri bizatihi “ağır kara damlalar” hâline gelerek felaketi haber veriyorlarken, Müslümanların iki yüz yıllık kış uykusunun, derinlerde çok kolay telafi edilemeyecek travmalar oluşturduğunu ve bu düşünce krizine çözüm üretebilecek birikimlerini çoktan yok ettiklerini fark etmek için bugünü beklememiz gerekiyormuş.
AKP’nin, Başbakan ve bakanlar dâhil yürütücü kesimi ile onlara “onay vermekle” yükümlü daha “alt kadrolarının” bize çok acı şekilde gösterdiği bir şey oldu son birkaç yılda. “Müslümanlar”, “ilerleme” denen Aydınlanma mitini ve o miti her şekilde yeniden üretmekle yükümlü liberal / kapitalist nicelikleri aynen teslim almışlar ve tüm görünümlerini bu nicelikler üzerinden inşa etmeye başlamışlardı. İki yüz yıllık kompleks, Batı’ya ve Batı’nın dünyayı götürdüğü uçuruma karşı düşünce ve eylem çözümü üretmek için uğraştırmak yerine, Batı’nın duvara çarparak yavaş yavaş terk etmeye başladığı “ilerleme” ve “gelişme” fantezilerini Çin ve Japonya gibi kadim medeniyetlerin beşikleri olmuş ülkelerle birlikte Müslümanların da devralmasına ön ayak oluyordu.
“Nicelik medeniyeti” her şeyi rakamlarla tespit edebileceğini düşündüğü için, rakamlarda iyileşmeleri “ilerleme” ve “gelişme” olarak yutturarak, ilerlemenin nereye doğru olduğunu, çok acı tecrübelerle duvara toslayıncaya kadar, gizleyebilmişti insanlıktan. Sadece çeyrek asırda Amazon ormanlarının yarıya yakın kısmının yok edilmesi, bu çılgınlığın örneklerinden sadece birisiydi. Nicelik medeniyeti, yok ettiği ağaçların karşılığında oraya ya da başka yerlere ağaçlar diktiğinden bahsediyordu. Zira niceliğin körlüğü içine hapsedilmiş modern insanlığın bunu bile isteye “yiyeceğinden” ve ikna olacağından emindi. Ne de olsa onca eğitim / öğrenim sistemi, onca mini uzmanlık alanlarından inşa edilmiş modern, “görkemli” akademi bunun için değil miydi? “On ağaç mı kesildi, ne var yirmi tane diktik!” diyordu, aynen bugün Başbakan’ın tekrarladığı gibi… Böylece niceliğin, sadece önemsiz bir ayrıntısı olduğu asıl nitelik, niceliğin “kararlılığı” altında yok ediliyordu. Doğal dengenin bozulması, iklimlerin ve giderek insanın “fıtratının” bozulması hiç ilgilendirmiyordu nicelik medeniyetini.
Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların büyük bir vandallıkla sökülmesi, kesilmesi, Müslümanların son iki yüz yılda düşünce değil, sadece kopya ürettiklerinin küçük ama son derece ağır bir göstergesi sadece. Sadece insanlığa değil, canlı cansız her şeye merhametin ana şiar olması gereken Müslüman medeniyetinin modern siyasi mensupları, modern / liberal / kapitalist vahşiliği türlü biçimlerde yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyor hâle geliyorlardı. Batı’daki cins düşünürlerce çoktan sorgulanmaya başlanan nicelik medeniyeti, ilerleme ve gelişme mitleri, hiçbir sorguya ihtiyaç duymadan bir iman akidesi gibi aynen teslim alınmıştı Müslümanlar tarafından. Ağır sanayi hamlesini başlatmak, GSMH’nın, ihracatın, ithalatın, üretimin, tüketimin bilmem şu kadar artması, “endüstrileşmek”, “bilgi toplumu olmak” vs. gibi temelde moderniteye imanın akideleri olan kavramlara iman, Allah’a, peygamberlere ve “ahiret gününe” imandan çok daha öne geçer hâle gelmişti Müslümanlar arasında.
Modern uzmanlıklar ve onların bir türevi olan “akademik dünya”, liberal / modern dünyanın en temel destekçisi olageldi şimdiye kadar. Bugünün Müslümanlarına baktığımızda, sadece bir nesil önceki Kemalist Aydınlanmacılardan hiç de fark olmayan bir “ilerleme” ve “akademi” tapıcılığı ile yüz yüze olduğumuzu görmemiz gerekiyor. Bu yüzleşmede “kendi sözünü” söyleyebilecek bir birikim ve düşünce kapasitesinden yoksun olmak, “çağın verdiklerinin” bire bir kabulü anlamına geliyor. AKP’nin ve onu besleyen entelektüel “gücün” liberal / kapitalist vandallıkla yaptığı dans bu durumun en önemli ve iç yakıcı sonucudur.
Bayındırlık politikaları, Müslümanların dünyaya söyleyebileceği yeni sözlerin, ardında gizli olduğu devasa bir duvar anlamına geliyor. Yeri göğü kaplayan çirkin binalar, mantar gibi ortaya çıkan AVM’ler, İstanbul Boğazı’nın yavaş yavaş üstünü örtmeye başlayan bilmem kaçıncı köprü projeleri, çevreye, denize, su kaynaklarına zarar verme ihtimallerine bakmadan, basitçe Başbakan’ın ağzından çıktığı için emir telakki edilen kanal projeleri… Müslümanların bayındırlık politikaları ile imtihanı! Sadece adları “gelenekle” ilgili olan, tümüyle modern vahşetin ürünü binalar…
Kabul etmek gerekir ki, “biz Müslümanlar” iktidarla, güçle, para, pul, mal, mülk, velâkin modern, liberal / kapitalist vahşiliklerin tümüyle imtihanımızı çok iç acıtıcı bir şekilde kaybettik. Bu kaybın ne kadar büyük olduğu fark edildikçe, siyasi yöneticilerin, öfkesi ve dediğim dedikliği de artacak görünüyor. AKP yöneticilerinin ve özelde de Başbakan’ın, söylemlerinde bu kadar “dediğim dedik” olması, iktidarın ayartıcılığının, hepimizi nasıl esir aldığıyla ilgili. Ne pahasına olursa olsun rant ve “ilerleme”, kapitalizmin en vahşi olduğu dönemlerine dönüş anlamına geliyor Müslüman coğrafyalar için. Ne de olsa “geriden gelen kopyacı” kopya edileni en sert ve acımasız şekilde tekrarlar. Yerine koyulacak çirkin bir AVM’nin getireceği rant pahasına, Taksim’de kalmış tek yeşil bölgeye tecavüz etmek gibi…
Müslümanlar, dünyaya söyleyebilecekleri “yeni şeyin” ne olduğu üzerine düşünmezlerse, AKP gibi, kuracakları tüm siyasi hareketlerin, önünde sonunda çağın vahşiliğine kapılıp, liberal cendere içindeki çarklardan birisi olmasını engelleyemeyecekler. Ancak bunun için çok kapsamlı bir “yerinden etme” faaliyeti gerekiyor. Şu ana kadar, kabul edilen modern dogmaların hepsinden kâfir olma… “İlerleme”, “gelişme”, nitelik değil niceliğin egemenliğiyle kurulduğunda, ortaya insanlığın yüz yüze kaldığı büyük uçurum çıkıyor. Müslümanlar, “ilerleme”, “gelişme” denen şeyin ulvi yönüyle ilgileniyor, maddi yönü, sadece onun çıktısı olduğunda değerli oluyordu “iktidar” olmadan önce. Ancak bugün, dikey ilerleme yerine yatay ilerlemenin ikame edilmesinin yüz yüze getirdiği derin bir uçurumla karşı karşıyayız.
Müslümanların, çölü büyütmek dışında yapabilecekleri şeyler vardı insanlığa. Ancak bugün yapabildiğimiz tek şey, modern / ultra-modern çölü büyütmekten başka bir şey değil. Afyonlardan, türlü teknolojik aletlere, bugün Müslümanlar bu aletlerin en edilgen, ama en fanatik kullanıcılarından olduysa tekrar bir düşünmemiz gerekiyor. Ağır sanayi hamlesi, elektronik hamlesi, bayındırlık hamlesi… Niceliğin alametleri… Bütün bu hamleler, üretim-tüketim döngüsünün çukuru olan modern / liberal / kapitalist sisteme gönüllü entegrasyon anlamına gelir. Yeni bir “söz” üretemezseniz, üretilmiş “sözleri” büyük bir gönüllülükle devralır, en fanatik şekilde savunursunuz. Modern akademi de, büyük övgü ve rant mekanizmalarıyla beslediğiniz “Müslüman” üyeleriyle size entelektüel destekçi olur. AKP Müslümanlığının kurduğu AVM’lerin sembolü olduğu “bayındırlık medeniyeti”, cemaat Müslümanlığının ortaya çıkardığı “big brother medeniyeti”, fakr ile ilgisi kalmamış, zenginliğe, hazza ve nihilizme eklemlenmeye çalışılan yeni tasavvuf hareketleri… Başka yerde üretilmiş sözlerin yeniden kullanıma sokulması... İstanbul’dan vahşi kapitalizmin mabedi New York çıkarmaya çalışmak! Yapabildiğimiz sadece tekrar, sadece taklit.
SON VİDEO HABER
Haber Ara