'İngilizlere karşı savaşan Kürtlerin dili eğitimde yasak, ama İngilizce serbest!..'
Gazeteci-Yazar Hasan Cemal, T24'teki Barış Sürecinde Güneydoğu Notları'na devam ediyor...
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-04-18 08:54:22
TIMETURK / Haber Merkezi
Kızıltepe belediye binasında, Başkan Ferhan Türk’ün makamında sohbet ediyoruz. Oda kalabalık. Belediye Meclisi üyesi 31 kişinin 28’i KCK’dan tutuklanmış. Bu yakınlarda tahliyeler başlamış, şimdi iki kişi kalmış hapiste.
Başkan Ferhan Türk 3 yıl 2 ay yatmış KCK’dan. Birkaç yıl önce Kızıltepe’ye geldiğimde içerideydi.
Kızıltepe’ye yolum çok düştü. Acılı bakışlarıyla Cihan Sincar’ı hatırlıyorum. Milletvekili kocasını ‘faili meçhul cinayet’te kaybettikten sonra burada iki dönem Belediye Başkanlığı yapmıştı.
Bu topraklarda sohbete oturduğunuz zaman önce yaşanmış acıları dinlersiniz. Kürt sorunu nedir sorusunun karşılığı, kitaplardan, resmi raporlardan daha çok asıl böyle anlaşılmaya başlanır. Çünkü acıları yaşayanların ağzından dinlediğinizde, yüreğiniz de soruna kapılarını açabilir. Bu da barışa giden yolları kısaltır.
Dinliyorum:
“Benim ailemden 14 kişi dağa çıkmış. İki kardeşim de cezaevinde. Biri, tekerlekli sandalyeye mahkûm. Adı Mürşit Aslan, 35 yaşında. 19 yaşındaydı dağa çıktığında... Çatışmada yaralandı, kötürüm kaldı. Cumhurbaşkanı Sezer zamanında özel afla dışarı çıktı. Sonra tekrar hapse attılar, telefonda bir şeyler söylediği için... Halen Mardin E Tipi cezaevinde yatıyor.”
Anlatıyor:
“Ben Mehmet Emin Aslan. Tam 10 yıl cezaevinde kaldım. Bunca yıl hapis yattım, ama tek bir gün bile ceza almadan çıktım. Hukuk devleti bunun neresinde, söyler misin?”
Dinliyorum:
“Anadilimiz, Kürtçe serbest mi? Hayır, hâlâ serbestçe konuşamıyoruz. Kendi ana dilimizle siyaset yaparken de, mahkemede ifade verirken de serbestçe konuşamıyoruz. Bazı yasalar hâlâ engelliyor. Daha dün Kızıltepe adliyesindeydik. Kürtçe ifade vereceğiz deyince, hâkim bey sordu mübaşire, kaç para alacaksın diye... Ben de dedim ki, ‘Hâkim Bey, kendi dilimi para vererek mi konuşacağım?’ Çıkıp gittik adliyeden...”
Telaş yaparak anlatıyor:
“Burada bulunanların içinde askeri darbelerden geçmeyeni yok gibidir. Neredeyse hepimiz 12 Eylül’ün o rezil tezgâhından geçtik. 1990’ların faili meçhul cinayet tezgâhlarından geçtik. En son da KCK tezgahı... ”
'Erdoğan'ın Âkil İnsanlar konuşması manifesto gibiydi, beğendim'
Dinliyorum:
“Kürtçe kanal, TRT-Şeş, iyi güzel... Ama bir emirle açıldı, bir emirle de kapanabilir. Yasal güvencesi nerede?.. İngilizce serbest, Fransızca serbest... İyi güzel de... İngilizlere, Fransızlara karşı Çanakkale’de Türklerle omuz omuza çarpışan Kürtlerin ana dili neden yasak? Onlar Türkiye’de kendi dillerinde eğitim yapabiliyor, ben Kürt olarak yapamıyorum. Adalet, eşitlik bunun neresinde?..”
Bir başkası aradan söze giriyor:
“Tayyip Erdoğan’ın Âkil İnsanlar Heyeti’ni kabul ettiğinde yaptığı konuşmayı çok beğendim. Manifesto gibi bir konuşmaydı.”
İlle de silah mı gerekiyor?..
Slogan atarcasına konuşuyor:
“Eşit ve kardeşçe yaşayacağız!”
Diğeri sanki onu tamamlıyor:
“Barışın altında demokrasi yatacak, eşitlik yatacak, hukuk yatacak, insan hakları yatacak...”
Ben de ona soruyorum:
“Bunun için ille de silah mı gerekiyor? Şimdi parmaklar tetikten çekilmiş durumda, yani ateşkes ya da eylemsizlik ilan edildi. Şimdi barışın bu koşullarını, dağda silahların sustuğu, artık dağdan ölüm haberlerinin gelmediği bir ortamda oturup konuşsak, tartışsak... Siyasetin silahlısını değil, demokratik olanını yapsak... Diyarbakır’ın Newroz Meydanı’nda 21 Mart’ta açıklanan mesajında Apo da aynı çağrıyı yapmadı mı? Parmakların tetikten çekildiği silahsız bir ortamda meseleleri kolayından zoruna doğru ele alsak, düğümleri kolayından zoruna doğru çözmeye koyulsak, barışın altını, içini böyle doldurmaya başlasak daha iyi olmaz mı?”
Sabırla dinliyor beni.
Tepkili değil.
Gözümün içine bakıyor.
Cevap, resmi cevap değil ve tek kelimeyle geliyor:
“Olur.”
Kızıltepe’den Viranşehir’e doğru yol alırken not alıyorum:
Barış sürecinin temelleri yaşanmış büyük acılarla atıldı; barışın, barış koşullarının olgunlaşması galiba bu demek.
Nusaybin'de bir barış annesi Hediye Ana...
Nusaybin Belediyesi’nde bir barış annesi, Hediye Ana karşıma çıkıyor, başında kenarları oya gibi işlenmiş bembeyaz yemenisi, cin gibi bakan maviş gözleri ve nur gibi yüzüyle...
Hakkari’nin Sümbül Dağı’nın eteklerinde beni yakalayıp, “Yaz gazeteci evladım yaz, biz barışa susamışız” diyen Hizu Teyze’yi hatırlatıyor bana... Diyarbakır’ın Kervansaray’ında bana sarılıp “Barışa emanet olun!” diyen Hayriye Ana’yı çağrıştırıyor Hediye Ana. Yüzünün derin hatlarına yerleşmiş acılarını Kürtçe anlatıyor, güzel anlatıyor:
“Bir tek kırık çay bardağıyla geldik Cizre’den Nusaybin’e, göç ettik. Sene 1993’dü. Korucubaşı Kamil Atak zamanlarıydı. Eşimi kaybettim faili meçhulde... İlk oğlum 16 yaşında dağa çıktı, öldü. İkinci oğlum 21 yıl dağda kaldı, onu da bu yıl kaybettim. İki oğlum, iki kızım daha var. Çobanlık yaptım, kolay olmadı. Bir kızım Siirt’te hemşirelik okuyor. Benim okuma yazmam yoktur, okula gitmedim, onlar okusun.”
Barış umudun var mı diye soruyorum. Hediye Ana diyor ki:
“Barış umudum vardır. Yaşarsak birlikte yaşarız, ölürsek birlikte ölürüz.”
Nusaybin'den kadının sesi: Erkek egemen devlete, topluma ve aileye yeter artık!
Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ın makamında hiç erkek yok. Hediye Ana’yla birlikte sadece kadınlardan, genç kızlardan oluşan bir topluluk.
Ayşe Gökkan, Kürt siyasal hareketindeki kadın dinamiği üstünde duruyor. Erkek egemen devletten, erkek egemen toplumdan, erkek egemen aileden haklı gerekçe ve örneklerle yakınıyor. Kadının dağa çıkmasında bu erkek egemenliğinin nasıl büyük rol oynadığını anlatıyor:
“Asker, polis eve baskın yapar, erkeğe yüklenir, ‘Konuş yoksa karını, kızını...’ diye baskı yapmaya başlar. Bu bazen tehdit olarak kalmaz, tecavüze kadar gider. Bu konularda o kadar çok tüyler ürpertici olay yaşanmıştır ki... Kadın gözaltına alındığında tecavüze, tacize uğrar. Evde erkeğin dayağı... Toplumda ikinci sınıflık...”
Şöyle devam ediyor:
“İşte böylesine acılar da kadına dağın yolunu açtı. Kadın da başkaldırdı. Örgütlenmeden kendini koruyamayacağını anladı. Dağa çıkarak kendini korudu. Dağa çıkmayan kadına da örnek oldu, evdeki kadınının üstünden ezikliğini atmasına yardımcı oldu. Biz Kürt kadınları elbette bizi Türk devleti değil de, Kürt devleti dövsün demiyoruz, böyle bir şey elbette istemiyoruz. Kadına dönük şiddetin son bulduğu bir barış ve demokrasi düzeni istiyoruz.”
Son olarak da şunları ekledi:
“Barış sürecinde bir ilk adım atıldı. Bu çok önemli. Bizim umudumuz hiç kuşkusuz Önderlik’tir. O özgürlüğüne kavuşmadan, cezaevleri boşalmadan ve kimliklerimiz anayasal güvenceye kavuşmadan gerçek barış olmaz.”
Güneydoğu’dan barış notlarının beşincisi yarın Cizre ve Şırnak’tan...
SON VİDEO HABER
Haber Ara